metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240

Haberler / Yorum - Analiz

Êdî Bese – Bu 28 Şubat Son Olsun

09.03.2018

İşkenceci polisler kendi aralarında espriler yapıyorlar. Sonuçta işkence hanenin dışına çıktıklarında onlar da insani özelliklerini ortaya koyabiliyorlar.

 

İşkenceci zevkle anlatıyor; “İçerideki çocuğa Kennedy’yi öldürdüğünü itiraf ettirdim.”

 

Evet gerçekten de içerideki delikanlı ABD’nin 35. Başkanı John Fitzgerald Kennedy’yi öldürdüğünü itiraf etmişti. Nasıl etmesin ki…

 

Filistin askısı, elektrikli işkence yöntemleri, kaba dayak şeklindeki işkence yöntemleri sonuç vermiş ve delikanlı bu suçu üstüne almıştı.

 

Lakin küçük bir sorun vardı. Delikanlı 70’li yılların başında doğmuştu. Kennedy ise 1963 Kasımında öldürülmüştü.

 

Zaten işkenceci bunu kayıtlara aldırma derdinde değildi. Amacı bir miktar stresini atmak ve arkadaşlarıyla eğleneceği bir konu bulmaktı.

 

İçerideki delikanlının bu sırada ne çektiği, karşılaştığı acılar, geride bıraktıklarının telaşları ve umutsuzluğu kimin umurundaydı ki…

 

Yirmi yılı aşkın görüşemediğim dostum Ergün yurtdışından aramış ve onunla 35 dakikalık bir telefon görüşmesi yapmıştım.  Normalde hastalığım nedeniyle telefonların bir kısmına sadece sınırlı bir şekilde cevap verebiliyordum. Ancak dostumun özlemini ve hasretini sesinden hissetmiştim.

 

Laf Cengiz Sarıkaya dostumuza geldi. Üçümüz aynı lisede beraberdik. Hatta Cengiz ve Ergün bir sene sonra peşimden gelerek okuduğum üniversiteye gelip kayıtlarını yapmışlardı. Ancak o günün koşulları nedeniyle okulu terk etmek zorunda kaldılar. Bir duyduk ki Cengiz ve arkadaşları Uğur Mumcu’nun ve Çetin Emeç’in katilleri olarak yakalanmışlardı.

 

 

Yukarıdaki olayı Ergün’e anlatınca o da Cengiz’in kendisine yapılan işkencelerin ağırlığı karşısında bir miktar rahatlamak için bazı itiraflarda bulunduğunu ancak pratikte yer gösterme vb. somut delil gösterme noktasına gelince bir şey gösteremediğinden tekrar daha ağır işkencelere maruz bırakıldığını anlattı. Garip Cengiz’im olmayan delilleri nasıl ispat etsin ki…

 

Bu olaylardan sonra Cengiz felç olmuş, cezaevi şartlarının (özellikle 28 Şubat ve öncesi 91-95 döneminin) çok kötü olması nedeniyle gerekli tedaviyi de göremediği için içeride iyice perişan olmuş ve vefatına yakın tahliyesi sonrası rahmeti rahmana kavuşmuştu.

 

Geçen hafta cezaevinde bulunan 28 Şubat ağırlıklı mağdurlar için Bolu Cezaevi önüne gittim. Mazlumder’in öncülüğünde Bolu, Batman, Diyarbakır ve Sivas cezaevleri önünde “Bu son 28 Şubat olsun” eylemleri oldu. Orada halen mağduriyeti devam eden, unutulmaya yüz tutmuş insanların ve yakınlarının hikâyelerini tekrar dinledim. Birbirlerine dokunmaya, sarılmaya hasret bırakılmış, baba ve evlatları, anne ve ciğerpareleri, eşler, kardeşler…

 

Orada Mazlumder’in ve tutuklu yakınlarının verdiği mesaj çok onurluca idi;

 

“Biz af istemiyoruz. Biz bir lütuf istemiyoruz” dediler.

 

O günün olağandışı yargılamaları ve yoğun işkence altında zorla alınan itiraflar ve ifadeleri yok sayıp bir de buna bugün iyice aşikâr olmuş fetö yargısının kumpasları eklenince, yeniden adil bir yargılama taleplerini dillendirdiler.

 

Evet Cengiz’im ile beraber Uğur Mumcu’nun ve Çetin Emeç’in 10’dan fazla katil grubu yakalanmış, bunların yazarı olduğu gazeteleri dâhil tüm basına manşet pozları verilmişti. Tüm bu yakalanan insanlara günlerce yapılan ağır işkencelere rağmen Mumcu’nun ve Emeç’in katilleri olarak değil de başka gerekçeler uydurularak tüm bu insanlar yıllarca cezaevlerinde tutuldu ve bir kısmı halen tutulmaya devam ediyor.

 

28 ŞUBAT 90’LARIN SONUNDA DEĞİL BAŞINDA BAŞLADI

 

28 Şubat’ın kasvetli şartları 1996 da değil 90’ların başından itibaren başlamıştı aslında. Herkesin adlarını öğrendiği dönemin ceberut ve işkenceci emniyet müdürlerini hatırlayın ve bu insanların insafına terkedilen o gencecik delikanlılar şimdi 24 yıldır cezaevindeler. Bunlar ailelerini görmeye hasret kalmışlar, yağmurun altında toprakta yürümeye hasret kalmışlar, bir denizin kenarında esen meltem ile serinlemeye hasret kalmışlar, yeğenlerinin ellerinden tutup bakkala, camiye götürmeye hasret kalmışlar.

 

Benim de ismimin geçtiği “Malatyalılar” davasında, Mit ve Emniyet; şu an için böylesi bir silahlı grubun olmadığını (haliyle eylemlerinde olmadığını) belirtip, “ancak ileride eylem yapma potansiyelleri var” ifadesi kullandığı için 30’un üzerinde ilde binlerce insan mağdur edildi. Yüzlerce arkadaşımız göz altına alındı ve bir kısmı yıllarca cezaevinde kaldılar.

 

Bugün için böyle bir örgüt yoktu ancak ya yarın olursa? Şizofrenlik beyinlerin bu öngörüsü yüzünden binlerce insan neler çekti neler?

 

Meslek Yüksek Okulu mezuniyetinden sonra Kamu Yönetimi’ni okumak istemiştim. İkinci sınıfta sakalım nedeniyle sınavlara, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin alınmayışım sonucu okulu bırakmak zorunda kaldım. İşin ilginç yanı mahkemeye verebileceğimiz bir evrak da alamıyorduk. Şifahen bir yasak yoktu ancak; “laikliğe aykırı kılık ve kıyafet” tabirinden benim sakalımı da anlıyorlardı.

 

İşyerimin ve evimin önünde günlerce keşif yaptıklarını artık sadece ben bilmiyordum. Ailem, yakınların ve ev ve iş yeri komşularım da fark etmişlerdi. Sonradan öğrendim ki esnafı olduğum işyerinin mescidinde Kur’an-ı Kerim dersi verdiğim yüzlerce delikanlıdan bir tanesi Ankara’da bir vesile ile gözaltına alınmış ve orada bahsi geçen muameleler neticesinde ismimi anmıştı. O gençle yıllar sonra bir araya geldiğimizde gözlerini benden kaçırmıştı. Ancak ben ona hiç kızmamıştım. Çünkü yaptığım işin o gün de bu günde gayet makul ve meşru olduğuna inanmıştım. Nitekim o gün beraber dersler yaptığımız gençlerden onlarcası bugün bürokraside ve hatta mecliste bile olanı var. Ankara’da üniversite okuyan delikanlıya yapılan işkenceler ve bugün için olmasa bile yarın suç işleme potansiyelleri var diye mağdur edilen binler…

 

Öyle mağduriyetler var ki kendi yaşadığım mağduriyeti birkaç cümle ile anlatmak bile insana zül geliyor.

 

İçeride halen tutuklu bulunan yüzlerce insanın da her birinin hikâyesi aynen böyledir. Ve bugün adil bir yargılamaya tabi tutulurlarsa hiç kuşkum yok ki tamamına yakını serbest bırakılacaktır.

 

Bugünün yöneticileri için bu bir vebaldir. Onlar bunca mağduriyete sebep olmadılar bu doğru ancak onların idare ettiği bir ülkede bu zulümler artık bir son bulmalı. Bu son 28 Şubat olmalı ve artık bu mazlumların feryadı yetkililerce de duyulmalıdır.

 

Hele hele fetöcü yargının ve emniyetin İslami yapılara olan hıncı ve bunun için yaptıkları manipülasyonlar böylece tüm çıplaklığıyla ortaya çıktıktan sonra artık bir mazeret de kalmadı yetkililer için.

 

Balyoz ve Ergenekon tutuklularının, bu arkadaşların onda biri gibi bir zamanda cezaevlerinden tahliye edilip üstelik yüksek miktarlarda tazminatlar ile durumlarının pozitif olarak lehlerine çevrilmesi örneği varken artık yöneticilerin bir mazereti de kalmadı.

 

Êdî Bese (Yeter Artık) bu son 28 Şubat olsun. Bin yıl süreceği iddia edilen bu Şubatlar artık son bulsun.

 

 Mehmet Şerefoğlu

Özgün İrade Dergisi

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş