metrika yandex
  • $32.34
  • 34.52
  • GA17200
Firak

Dayanışma olmayacaksa Gelecek de olmayacak

ATASOY MÜFTÜOĞLU
14.03.2017

Her tür sömürgecilik, Batılı olmayan halklara, tarih ve uygarlık dışı telakki ettiği halklara, laiklik ve uygarlık götürmek iddiasıyla haklılaştırıldı. Modern tarih boyunca ve bugün de her tür sömürgeci saldırı, kuşatma, baskı, ideolojik şiddet laiklik adına gerçekleştirildiğinde, Batılı kamuoyu nezdinde “haklı” bir saldırı olarak değerlendiriliyor. Sömürgeci bilginin, dilin, tarihin modernlik ve modern dünya görüşü adına oluşturduğu emperyal hikâyeden dışlanan halklar/toplumlar/kültürler, hayatlarını sömürgecilik yoluyla hâkimiyet kuran normlara göre düzenlemek ve sürdürmek zorunda bırakılıyor. Böylece, sözünü ettiğimiz halklar/toplumlar/kültürler, kendi varoluş kaynaklarına ve referanslarına sahip olamayan, kendi kaynaklarına ve referanslarına hâkim olamayan toplumlara dönüştürülmüş oluyor. Bu nedenledir ki, aziz İslam, İslam topraklarında, bireysel/sembolik/folklorik bağlamın dışında hayat ve hareket sahibi değildir.

 

Müslümanlar olarak, zamana ve tarihe müdahale iradesini kaybettiğimiz için, nihai anlam ve amaçların, ahlak ve değerlerin dünyasından, araçsal/işlevsel anlam ve amaçların dünyasına doğru sürükleniyoruz. Her ulus-devlet, araçsal ve işlevsel amaçları kendisi için meşru sayarken, rekabet halinde bulunduğu ulus devletler için gayrimeşru sayıyor. Her tür parçalanma ve bencillik, zihinsel sağlığımızı yitirdiğimizi gösterdiği kadar, ahlaki sağlığımızı da yitirdiğimizi gösteriyor. Keskin duyarlılık ve farkındalıkları temsil etmediğimiz için, kayıtsız ve sessiz kalınmaması gereken İslami kaygılar önemini/önceliğini kaybediyor. İslami bütünlük bilincinin kapılarını yeniden açmak için, kavrayışımızı genişletmek ve derinleştirmek için, akıntıya karşı yüzmeye çalışan eleştirel sesleri, eleştirel duruşları anlayışla karşılayabilmeliyiz.

 

Bugünün dünyasında, tarih yapmadığımız için, tarih tarafından şekillendiriliyor, araçsallaştırılıyor, savruluyor, Türkiye örneğinde de fiilen görülebileceği üzere, seküler bilgi temelinde, eğitim alıyor, kültür tüketiyor, kapitalist ilişkiler, tercihler, eylemlerle ahlaki hayatlar yaşayabileceğimizi sanıyor, bu konular etrafında ölümcül çelişkiler sergileyebiliyoruz. Müslümanlar olarak evrensel nitelikli sorunlara, gelişmelere kayıtsız bir akıl ve kültürle bütünleştiğimiz için, tarihsel gelişmeler karşısında çözüm üretemiyor, popülizmlerle, milliyetçiklerle, hamasetle kitleleri hizaya getirmeye çalışıyoruz. Ucuz iyimserliklere dayalı bir geleneği sorgusuz sualsiz sürdürdüğümüz için, bizlere çok pahalıya mal olan trajedileri anlamakta zorlanıyoruz. Bu konu etrafında tutkulu bir çaba ve arayışla, rahatsız edici sorular üretebilmeliyiz.

 

Ulus devlet milliyetçiliklerini “din” haline getiren bir zihniyet sebebiyle, Müslüman ülkelerin utanç verici, yüz kızartıcı bir şekilde birbirleriyle savaşabiliyor olmaları gereği gibi tartışılamıyor, sorgulanamıyor. İslam dünyası toplumlarında, siyaseti daha çok popülist figürler, karizmatik figürler belirliyor. İnsanların, toplumluna etnik, mezhepçi mülahazalarla şeylere dönüştürülebilir, metalaştırılabilir hale getirilebiliyor olmaları, sömürgeleştirilebiliyor olmalarıyla aynı anlama geliyor. İslami imkânlarımızın bilincinde olmadığımız için bütünsel ölçekte düşünmeyi başaramıyoruz, günümüzde geçerli olabilecek, kullanışlı ve etkili bir dil inşa edemiyoruz. Değişime kapalı bir bünye, yeniden inşaya yönelik fikirler, kavramlar, kategoriler üretmeye cesaret edemiyor. Bu durum, her zaman sömürgeci/kolonyalist/emperyalist her projenin toplumlarımız üzerinde kolaylıkla uygulanabilir hale gelmesine katkıda bulunuyor. Sosyo-politik bir dayanışma zemininde anti-emperyalist bir direniş imkânı varken, bu imkânın israf edilmesi, toplumlarımıza hâkim olan politik aklın ve idrakin yetersizliği ile yakından ilgilidir.

 

Ortadoğu’da yaşanan benzersiz trajediler, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yaşanan gerilimler, tarihe, dünyaya, insanlığa hiç bir anlam, ahlak, değer sistemi kazandıramayan, yalnızca nihilizm üreten agnostik modern dünyanın, bu defa modern/demokratik/seküler bir Avrupa Apartheidi ile karşımıza çıkmış olmasında şaşırtıcı bir durum yoktur. Her durumda başkalarını suçlamak yerine, kendi vizyonumuzu, kendi misyonumuzu oluşturmamız gerekir. Üretici olmayan, kendilerini tüketici konumuna mahkûm eden kültürler, yapısal sorunların, hayati sorunların farkına varamazlar. İslam dünyası toplumları bünyesinde sosyo-politik bir dayanışma/bütünleşme bugün hem akli, hem de ahlaki büyük bir zorunluluk halini almıştır. Hangi ülke adına olursa olsun, ulus-devlet çıkarı adına, aklın ve ahlakın yok sayılması hiç bir suretle kabul edilemez.

 

İnsanları mekanik nesnelere dönüştüren, insanın/insanlığın kalbini, vicdanını, ruhunu, merhamet duygularını katılaştıran, taşlaştıran, donduran, bu yolla her tür sömürgeciliği, tahakkümü gerçekleştiren, araçsal akla ve değerlere, araçsal yöntemlere/yaklaşımlara dayalı, çıkarcı, ırkçı, ideolojik rasyonalitenin, yapay kavramsal çerçevelerle oluşturduğu, büyük bir bürokratik aygıt olan modern dünya sistemi karşısında, bütün insanlığı, insani olan anlam ve ahlak sistemlerini, bu anlam ve ahlak sistemlerini temsil eden geçmişleri, kültür ve medeniyetleri içeren, kuşatan, kapsayan yeni bir siyaset ve tarih felsefesi bilinciyle, bu bilinci evrenselleştirerek, yeni bir insanlık hikâyesi oluşturulabilir.

 

Her toplumu, İslam toplumlarını da doğrudan etkileyen günübirlikçiliğin neden olduğu kaba faydacılıklar, yozlaşmalar, gerçeklerin nevrotik bir şekilde çarpıtılması, aşınan ve yıpranan duyarlıklar, incelikler, hassasiyetler, oluşturulacak bu hikâye yoluyla onarılabilir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş