metrika yandex
  • $32.12
  • 34.47
  • GA17200

Aksa Tufanının İslam Dünyasına Etkileri

İSA ÖZÇELİK
18.02.2024

 

Başlıkta geçen ‘“İslam Dünyası” kavramı, üzerinde ittifak edilen bir içeriğe sahip değildir. Peki İslam dünyası nedir, nereyi ifade eder? Böyle bir dünya var mıdır? Aslında potansiyel olarak bütün yeryüzü İslam dünyasıdır. “İbrahim tek başına ümmetti.” şiarı ile hareket edecek olursak Müslümanın olduğu her yer İslam dünyası olmaya adaydır. Meseleye bu açıdan bakıldığında kavram coğrafya ötesi bir derinliği ifade etmektedir.

Ancak bu kavramla büyük oranda İslam ülkeleri diye adlandırılan yerlere işaret edilmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı, çatısı altında topladığı 57 ülke ile İslam dünyası kavramını kategorik bir çerçeveye alması bakımından en yaygın kullanımlardan birisidir. 5 tane gözlemci ülke ile bu teşkilata dahil olmamakla beraber içerisinde çok sayıda Müslümanın yaşadığı Hindistan, Doğu Türkistan gibi ülkeler de unutulmamalıdır. Amerika ve özellikle de Avrupa’daki Müslüman nüfusun gelişimi yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir.

İslam İşbirliği Teşkilatı 1969'da Mescid-i Aksa'nın Siyonist bir saldırıya uğraması sonucunda “İslam Konferansı” adıyla kurulmuştur. Daha sonra amaç ve içeriği genişletilen bu kuruluş, ne yazık ki şu ana kadar kayda değer bir etki alanı oluşturamamıştır. Zira yönetimlerin çoğu halkları temsil etmemektedir ve adı İslam'la başlayan bu örgüt en temel savıyla tenakuz halinde bulunmaktadır. Müslüman ülkelerin bunun yanında kurmuş olduğu farklı birlikler de bulunmaktadır. Arap Birliği, Afrika Birliği, Türki Cumhuriyetleri Birliği, D8 bunların en çok bilinenleridir.

Bu tür birliklerin şu ana kadar Müslümanların temel meselelerini çözme noktasında kayda değer bir varlık gösteremediği daha önce defalarca dile getirilmiştir. Aksa Tufanı bu teşkilatların miadını doldurduğunu ve mevcut yapısıyla ümmet için adeta bir yüke dönüştüğünü net bir şekilde ortaya koymuştur. Aksa Tufanı, Birleşmiş Milletler gibi emperyalizmin çıkarlarını korumak için tesis edilen uluslararası kurumlarla birlikte İslam İşbirliği Teşkilatı benzeri örgütlerin de meşruiyetini geçersiz kılmıştır. Halkların şu an alternatif kurumlar üretemiyor olması ve bu kurumlarla zorunluluktan kaynaklanan teması yukarıda ifade etmiş olduğumuz gerçekliği değiştirmemektedir.

Aksa Tufanı halklar ve yönetimler arasındaki muazzam düşünce ve hedef farklılıklarını da tüm çıplaklığıyla açığa çıkarmıştır. Aslında bu durum yakın zamanlarda Arap ayaklanmaları ile gün yüzüne çıkmıştı. Yıllardır diktatörlerin baskısı altında yaşayan bölge halkları adil ve özgür bir düzen arayışı için isyan etmişti. Çoğu yerde sivil bir direniş şeklinde başlayan ayaklanmalar diktatörlüklerin silahlı şiddeti ve kanlı katliamlarıyla karşılık bulmuştu.

Tunus, Mısır, Libya, Yemen gibi ülkelerde on yıllarca baskı ve şiddetle ülkesini yöneten diktatörler çok kısa bir sürede alaşağı edilmişti. Tüm bölgeyi etkisi altına alacak ve domino etkisi gösterecek bu süreç diğer bölge monarşilerini ve küresel hegemonyayı fazlasıyla rahatsız etmişti. Zira coğrafyanın doğal sosyal ve kültürel yapısı İslamcıların iktidara gelmesiyle sonuçlanıyordu. Adalet merkezli bir dünya tasavvuru sunan, bağımsızlık yanlısı ve emperyalizm karşıtı bu hareketler yalnız bölgedeki statükoyu değil küresel emperyalizmin çıkarlarını da fazlasıyla tehdit ediyordu. Bu gelişmelerden en fazla etkilenecek ülkelerin başında İsrail terör devleti geliyordu. Küresel sistemin buna izin vermesi düşünülemezdi ve izin vermedi. Körfez sermayesi ve küresel emperyalizm bütün bölgeyi domine edebilecek ülke olan Mısır'daki devrim sürecini karşı devrim hamlesi ile akamete uğrattı. Tunus, Yemen, Libya Suriye, benzer süreçleri yaşayacaktı.

Tüm bu gelişmeler İsrail'in lehine sonuçlanmaktaydı. Zira daha önce İsrail'le ilişki kurmayan Arap ülkeleri zamanla ona yaklaşmak zorunda kalacaktı. Daha evvel, 1979 Camp David Sözleşmesi ile Mısır, 1994'de ise Ürdün İsrail'i tanımışlardı. Trump döneminde ilan edilen Yüzyılın Anlaşması-İhaneti kapsamında, 2020 yılında İbrahim Anlaşması ile BAE ve Bahreyn, ardından da Sudan ve Fas bu sürece eklemlenerek İsrail'i tanıyan dört Arap ülkesi olarak bu kervana katılacaktı. Normalleşme süreci hızla ilerliyordu. 2023 Ekim ayında Suudi Arabistan ile birlikte sekiz İslam ülkesinin daha İsrail'i tanıyacağı dillendiriliyordu. İşte böyle bir ortamda Aksa Tufanı harekatı gerçekleştirildi. Tüm bu planlar altüst oldu ve İsrail ile ilişkiler donduruldu.

Körfez ülkelerini İsrail ile anlaşmaya sürükleyen en önemli saiklerden biri İsrail'den çok daha tehlikeli olarak tanımladıkları İran-Şia yayılmacılığı olsa gerektir. İran'ın vekil savaşçılar yoluyla (Hizbullah, Ensarullah-Husiler, Bedir Tugayları, Haşdi Şabi vb.) bölgede yayılmacı politika izlemesi Körfez ülkelerini rahatsız etmektedir. Bünyesinde kayda değer miktarda şii bulunduran Suudi Arabistan, Bahreyn ve Kuveyt gibi ülkeler İran'ın kendi içlerinde de karışıklık çıkarma potansiyelinden fazlasıyla tedirgin olmaktadır.

Ayrıca Arap ayaklanmalarında yakından hissettikleri bir olgu olan hakların İslamcılar çevresinde kenetlenerek diktatörlükleri yıkma potansiyeli de bu ülkelerin çoğunu İsrail ve küresel emperyalizmle gizli ya da açık işbirliği yapmaya sevk etmektedir. Yapılan bu ittifaklarda güvenlik endişesi önemli bir yere sahip olmakla birlikte, ekonomik nedenler ve küreselleşen, dijitalleşen dünyanın dayattığı yeni etkileşim formu da yadsınmayacak bir rol oynamaktadır.

Dünya, teknolojik yeni bir kırılma noktasına doğru ilerleyip, gelecekle ilgili tüm öngörüler fütüristik yeni seküler bir dalga üzerinden planlanıyordu. Bu küresel dalgadan kimse bigane kalamıyordu. Dijitalizm, küçük büyük herkesi etkisi altına almıştı. Yalnızca Türkiye gibi sekülerizmin kökleştiği ülkelerde değil, Suudi Arabistan ve İran gibi daha kapalı ve yönetimsel olarak fıkhi bir takım formel uygulamaların hakim olduğu ülkeler de bu dalgadan fazlasıyla nasibini almıştı. Körfez ülkelerinin bu bağlamda genel manzarası malumdu. Suudi Arabistan, ekonomik ve sosyokültürel reformları içeren 2030 vizyonu ile bu süreci daha sistemli bir hale getirme arzusunu tüm dünyaya ilan etmişti.

Aksa Tufanı, böyle bir iklimde insanların tüm varlıkla ilgili tasavvurularını da etkileyebilecek bir tartışmayı gündemleştirdi. Dünya ve ahiret, ölüm ve hayat, insan ve toplum ilişkileri, sekülerizmin kutsanması, kapitalizm-sonrası tartışmaları, post-postmodernizm arayışları Gazze'de yaşanılanlardan sonra yeni bir bakış açısı ile ele alınmaya başlandı.

Tüm bu hususlar göz önüne alındığında Aksa Tufanı'nın İslam dünyası üzerinde kalıcı etkiler bırakacağı aşikardır. Elbette bu etkilerin bir kısmı daha şimdiden hissedilirken bir kısmı da yakın ve uzak gelecekte gözlemlenecektir. Bu etkiler fert, toplum, İslami Hareketler ile STK'lar ve yönetimler gibi farklı başlıklar altında incelenebilir.

Müslüman Fertler Üzerinde Etkileri

Son dönemlerde bireyselleşmeyi kanıksayıp dünyevileşme hastalığına duçar olan Müslümanların, Gazze direnişinde ortaya çıkan tablodan sonra köklü bir yüzleşmeye girecekleri beklenmektedir. Bu hesaplaşma, bilgi ve bilinç düzeyinden ahlaki tutarlılık ve toplumsal sorumluluğa kadar uzanan geniş bir arınma dalgasını da tetikleyecektir.

Yasin Aktay'ın "Hamas’ın bu operasyonunu sorumsuz bir hareket olarak görenlerin çoğunun bu olay dolayısıyla bozulan konforlarının tasasında olduğu çok açık" diyerek altını çizdiği üzere, bu hamleden keyfi kaçanlar elbette olacaktır. Ama Ali Şeriati'in deyişiyle "Sizi rahatsız etmeye geldim!" nidaları önümüzdeki yıllarda bu beyefendilerin rahatını çok daha fazla bozmaya devam edecektir.

Yalnız gençler değil kadın erkek, işçi memur, fakir zengin, öğrenci akademisyen, siyasetçi bürokrat, aydın ya da sanatçı her vicdan sahibi fert, Faslı düşünür Taha Abdurrahman'ın şu ifadelerine kulak kabartmak zorunda kalacaktır: “Oradakilerle beraber savaşan bir genç olmayı ne de çok isterdim. Ümmetin ve özellikle aydınlarımızın gösterdiği zayıflık ve yüzüstü bırakışları kalpleri parçalıyor. Aksa Tufanı insanın yeni değerlerle kendi özünü keşfettiği medeniyet için yeni bir başlangıç, ümmet için yeniden diriliş, insanlık için yeniden doğuştur. İnsanların zihinlerini uyandırarak bireysel ve toplumsal olarak kendilerini gözden geçirmelerine sebep olarak aydınlığa giden yolda insanlığa öncülük ediyor. Arap ve İslam aklının modern çağdaki en yüce tezahürü Aksa Tufanı'nda vücut bulmuştur.”

Müslüman çocuklar Hollywood, Netflix ya da devasa oyun sanayisinin dayattığı sahte kahramanları kendilerine model almaktan vazgeçip adaletin, erdemin, özgürlüğün, yiğitliğin ve adanmışlığın sembolü olan Ebu Ubeyde gibi gerçek kahramanları rol model olarak seçeceklerdir.

Artık çocuklar ebeveynlerinden Aksa Tufanı hedeflerini gerçekleştirme doğrultusunda bir gelecek kurgusu yapmalarını bekleyecektir. Aileler evlatlarını Gazze mektebinden aldıkları ilhamla yetiştirmeye gayret edecektir. Öğrenciler hocalarına, akademisyenlere ilmin namusunu korumaları noktasında büyük baskı uygulayacaklar, hocalar ise gençliğin dinamizmine uygun bir motivasyon ve cesaretle hayatın gerçekleriyle yüzleşmeleri için talebelerini teşvik edip onların yanlarında yol yürümek zorunda kalacaktır.

Müslüman Halklar Üzerindeki Etkileri

Müslüman vicdanı harekete geçtiğinde, R'ad Suresinin 11. ayetinde işaret edilen toplumsal değişim tüm İslam coğrafyasında dalgalanacaktır. Gazze'de ortaya çıkan ve sahabeyi andıran mümtaz toplumsal örneklik başka halklar tarafından da modellenecektir. Yaşanılan süreç ümmet bilincini geliştirecektir. Bu dalgalanmadan doğu-batı tüm toplumlar nasibini alacaktır.

İslam dünyasında halkların ve toplumsal hareketlerin Gazze'de yaşananlar karşısındaki tutumu hakkında Filistinli düşünür Sami el-Aryan şu tespitte bulunmaktadır: “Gazze'de İsrail'in soykırım savaşı kaynayan öfkelerine ve derin üzüntülerine rağmen halkların, siyasi sahnede anlamlı bir değişiklik yaratabilecek veya hükümetlerini etkileyebilecek gerçek bir eylemde bulunmaktan aciz olduğunu gösterdi. Siyasi ve toplumsal hareketler tüm entelektüel, ideolojik ve politik akımlarıyla Arap ve İslam toplumlarını harekete geçirmede ya da katliamları ve soykırım savaşını durdurmak için yabancı çıkarları tehlikeye atmada başarısız oldu."

el-Aryan, yaptığı bu tespitlerle halkların ve onların tesis ettiği kurumların hayatın akışına etki edemediklerini ortaya koyarak köklü bir değişimin gerekliliğine işaret etmektedir. Müslüman halklar devlet aygıtının sindirdiği bu pasif halden kurtulacak çözüm yollarını aramaya başlayacaktır. Güçlü devlet zayıf toplum anlayışından, güçlü toplum adil devlet anlayışına geçmek için gerekli olan yapısal değişiklikler üzerinde yoğun çaba göstereceklerdir.

Filistinli Yazar Edhem Şerkâvi ise Aksa Tufanı'nın tüm dünyaya ve özellikle Müslüman halklara neler öğrettiğini şu cümleleriyle özetlemektedir: "Gazze bize, Güvenlik Konseyi'nin bir çete olduğunu, uluslararası hukukun kağıt üzerindeki mürekkepten ibaret olduğunu ve İnsan Hakları Bildirgesinin bir şaka/espiri olduğunu öğretti! Gazze bize, sahabelere benzeyen kimselerin aramızda yaşadığını öğretti. Gazze bize, çocukların zorluklarla büyüdüğü taktirde zamanından önce büyüdüklerini, akranlarından önce olgunluk seviyesine ulaştıklarını öğretti. Gazze çocukları, kanıyla diri diri yakılan mümin bir kavmi dirilten Hendek (Uhdud) çocuğuna benzediler. Gazze bize, hakkın zorla alındığını, dilenerek elde edilemediğini öğretti."

Şerkavi bu sözlerle İslam toplumunun en önemli kalelerinden olan aile yapısı ve çocuk yetiştirmenin tekrar Kur'ânî eksene dönmesi gerektiğini ve Müslüman halkların kendi eğitim, kültür, hukuk ve siyasi sistemlerini bir an önce tesis etmelerinin zorunluluğuna işaret etmektedir. Müslüman ve ezilmiş halklar direnerek zafere ulaşma yolunu küresel bir intifadaya dönüştürerek Gazze mektebinin öğretilerini dünyaya hakim kılacaktır.

Halit Meşal'in: "Filistin topraklarında savaşmayı gerektiren fetva veren alimler nerede?  Tereddütsüz açık bir şekilde söylüyorum. Şu an ümmetin savaşa katılıp mücahitlerle beraber savaşma vaktidir. Ey ümmet! tarihin yazıldığı şu günlerde tarihin altından beyaz sayfalarında yerinizi alın siyah sayfalarda değil." diyerek ümmete yaptığı çağrı hala yankılanmaktadır. Hamas lideri Meşal'ın bu çığlığına Müslüman halklar şu ana kadar beklenilen yanıtı veremedi. Lakin önümüzdeki yıllar neye gebedir bilinmez.

Ayrıca ümmetin suskunluğunun en azından bir kısmını Erol Göka'nın: "İslam Ümmetinin sessizliği çın çın çınlıyor. Bunu siz duymuyor musunuz?" cümlesi doğrultusunda yorumlayıp iyi bir zamanlama ile gerekli dokunuş ve yönlendirmeyi yapmanın peşine düşmek gerekmektedir. Belki de mevcut durgunluk fırtına öncesi sessizliğe benzemektedir ve bu fırtınaya hazırlıklı olmak için büyük bir stratejik planlamaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Müslüman halklar, modern ulus devletlerin köleleştirdiği yığınların uyanışa geçmeleri için daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalacaktır. Zira Batı toplumlarında oluşan Siyonizm karşıtlığı adil bir dünyanın muştusuna çevrilmeyi beklemektedir. Yeni küresel hegemonyanın sahibi olan şirketler aristokrasisinin tesis ettiği ve dijtitalizmi araçsallaştırarak gizlemeyi başardığı gönüllü kölelik düzenini yıkmak için Müslüman halklar öncelikle kendi prangalarından kurtulmak için harekete geçecektir.

İslami Hareketler ile STK'lar Üzerindeki Etkileri

Öncelikle şu hakikatin altını çizmemiz gerekmektedir: Dünyayı hayran bırakan Aksa Tufanı hamlesini kurgulayıp yöneten akıl ve kadrolar İslami Hareketlerdir. Türkiye ve diğer platformlarda sürekli dile getirilen İslamcılığın bittiği vb. yüzeysel analizler ya da oryantalistlerin ve uzantılarının İslamcıları karalama kampanyalarının ne kadar da düzmece olduğu bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkmıştır.

İsmail Haniyye "Gazze bir tarih yazmıştır. Siyonizm prrojesinin temellerine büyük bir darbe vurmuştur. Gazze'ye tüm engelleri aşarak mal, silah ve cihatla yardım edilmelidir. Bu konuda oturanların ya da az bir işle yetinenlerin mazereti kabul edilemez. Aksa Tufanı bütün ümmetin hareketidir. Cesur tercihlere tereddütsüz koşmak şarttır." diyerek tüm İslami Harektleri elindeki imkanları seferber ederek Aksa Tufanı'na katılmaya çağırmıştır. Hamas siyasi lideri Haniyye'nin cesur tercihler yapılması teklifi ne yazık ki İslami Hareketler tarafından yeterince karşılık bulmamıştır. Elbette bu konuda nihai sözü söylemek için çok erkendir. Zira Tufan, artçı ama belki de daha büyük etkilerini önümüzdeki günlerde gösterecektir.

İslami Hareketlerin örgütlenme biçimi ve direniş şekillerinde büyük değişimlerin olması beklenmektedir. Öğrenilmiş çaresizlik modunda, günü kurtarıcı etkinliklerle vakit geçiren tüm kurumlar daha sahici bir yapılanma ve faaliyet takvimini benimsemek durumunda kalacaktır. Bu her ülkenin kendi şartlarına göre farklılık gösterecektir. Bazı ülkelerde farklı radikalleşme ve şiddet eksenli yapıların zuhur etmesi mümkündür. Emperyalizm bu oluşumları manipüle etmek için fırsat kollayacaktır. Ancak ana akım İslami Hareketler Aksa Tufanını doğru anlayarak daha zor olanı seçecektir. Aksa Tufanı sabrı, azmi, istişareyi, itaati, planlı hareket etmeyi, dinamik bir fıkıh geliştirmeyi, ahlaki tutarlılığı, bedel ödemeyi gerektirecek cesur hamleler yapabilmeyi öğretti. İslami Hareketler öğrendikleri bu tecrübeyi kendi koşullarına uygulayacak gerçekçi yöntemler geliştireceklerdir.

İslami Hareketler insanlığın kadim birikimiyle beraber kesintisiz 100 senelik mücadele tecrübesini, Rabia Direnişi ile sembolize olan büyük destansı hamleyi, 15 Temmuz'da ortaya çıkan ve elimizden çalınsa da kendini göstermiş olan potansiyeli, Aksa Tufanı ile zirveye çıkan mucizevi atağı tüm ezilen dünya halklarının umudu olmaya çevirecek bir yolu bulmak için amansız bir mücadeleye girecektir.

İslami Hareketler, mevcut dünya düzenin fütüristik-teknolojik gelecek kurgusunun bu tür kırılma noktalarını çok rahat bir şekilde manipüle etme yeteneğini de unutmadan, tüm cemaat, STK ve diğer adalet arayan muhaliflerle beraber sahici bir yol haritasıyla geleceği inşa etmek gerektiğinin bilincindedir. Konulan bu hedefin büyük bir performansı gerektirdiğinin de farkındadır.

Bu noktada 7 Ekim sonrası çok sayıda dernek, vakıf ve STK ciddi bir hareketlilik içerisine girmiş ve yeni birliktelikler oluşturup atıl olan platformların yeniden canlandırılmasını sağlamıştır. Duygusal geçici tepkilerle karşı karşıya kaldığımız büyük meydan okumalara cevap verilemeyeceğini idrak etmiş olan İslami yapılanmalar bu birliktelikleri ayağa yere basan, kalıcı ve etkin bir forma sokmak için ciddi bir çaba sarf edecektir.

İslami Hareketler ve STK’lar birey, toplum ve devlet arasında çok önemli bir işlev görmektedir. Gazze tecrübesi seküler paradigmaya göre inşa edilmiş bu ilişkiler ağını da fıtrata uygun daha adil bir forma sokmak için büyük fırsatlar sunmaktadır. İslami hareketler bu bağlamda ahlaki ilkelere dayalı yeni bir toplumsallaşma imkanını tartışmaya açacaktır. Bu itibarla STK’ların toplumsal zeminini güçlendirmesi bakımından “Boykot’” olgusu önemli bir örneklik teşkil edebilir. Boykot hamlesinin yalnız bireylerle sınırlı kalmayıp toplumsallaşması için etkin yöntemler geliştirmesi gereken STK’lar bununla yetinmeyip devlet organlarının da bu sürece sahici bir şekilde katılmalarını sağlamak zorundadır. Ne zaman ki İslami Hareketler ve STK’lar devlet aygıtının İsrail’le ticari, ekonomik ilişkilerini açık ya da gizli bir şekilde sürdüremeyeceğini, bunda ısrar etmek isteyen devletin, ilişkileri kestiğinde başına geleceğini düşündüğü zarardan daha büyük bedelleri ilişkileri devam ettirdiğinde ödeyeceğini hissettirirse o vakit rüştünü ispat etmiş olur. Bu imtihanı aştıktan sonra oluşan güçlü toplum, artık eğitimden kültüre, ekonomiden savunmaya bağımsız bir ülkenin yollarını da açmış olacaktır.

Yönetimler Üzerindeki Etkileri

İslam ülkelerindeki yönetimler büyük oranda halklarını temsil etmemektedir. Aslında Müslümanların yüzleştiği temel sorunlar bu çelişkiye dayanmaktadır. Hamas ve Aksa Tufanı örneği yakın gelecekte bölge diktatörlüklerini büyük meydan okumalarla karşı karşıya bırakacaktır.

Yıllardır kuşatma altında bulunan ve her türlü imkandan mahrum bırakılan Gazze halkıyla bütünleşen Hamas ve bileşenlerinin, çok basit silahlarla Arapların gözünde yenilmez imajı olan İsrail'i hezimete uğrattığı gerçekliği bölge yöneticilerinin korkulu rüyası olacaktır. Milyarlarca dolar parayı batılı silah şebekelerine yatırıp bu gücü düşmana karşı değil de kendi halkına karşı kullanan yönetimleri büyük hesaplaşmalar beklemektedir. Müslüman halklar, devasa yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahip oldukları halde hala neden rezil ve zelil bir hayat sürmekte olduklarını çok daha yüksek sesle tartışmaya başlayacaklardır. İslam coğrafyasında Arap ayaklanmalarıyla başlayan devrim süreci önümüzdeki dönemde tekrar alevlenecektir. Bölge diktatörlüklerine ve emperyalizmin işbirlikçilerine karşı biriken enerjiyi manipüle etmek ya da bastırmak hiç de kolay olmayacaktır.

Aksa Tufanı sonrasında Hamas'ın yok edileceğini vadeden İsrail ve destekçileri fena halde yanılacaklardır. Zira Hamas bir örgüt olmaktan çok daha fazla manayı ifade etmektedir. Hamas bir davanın adına dönüşmüştür. Ayrıca yakın vadede Hamas'ı örgüt olarak çökertmeleri de zor gözükmektedir. Aksine Hamas Filistin davasının hakiki temsilcisi olarak nüfuzunu genişleterek Batı Şeria ve diğer Filistinlilerin nezdinde gerçek meşru seçenek olma yolunda ilerlemektedir. Bırakın Filistinlileri batılı sade vatandaşlar bile Hamas'ın adaletine ve liderliğine selam yollamaktan kendilerini alıkoyamamaktadır. Geleceğini batı ülkeleri ve bölge ülkelerinin kirli hesaplarına bağlayan el-Fetih yönetimi ise bu süreçten büyük ihtimalle zayıflayarak çıkacaktır.

İsrail'in yenilebilir olduğunun, hatta kendisini dahi koruyamıyor oluşunun ortaya çıkması, Arap ülkelerinin İsrail ile güvenlik endişesiyle yapmış olduğu anlaşmaların gelecekteki seyrini kökten değiştirecektir.

Normalleşmeyi düşünen ve sırada bekleyen ülkeler bu eğilimden vazgeçecektir. Bölge ülkeleri, zaten İsrail'den ziyade onun arkasındaki Siyonist güç ya da emperyal blokla anlaşma yaptıklarını iddia etseler de bunun da geçerli bir tez olmadığı zira İsrail'in bu çevreler için dahi tahammül edilmesi çok maliyetli bir yüke dönüştüğü gerçeği ile karşılaşacaklardır.

İslam ülkelerinin mevcut yönetimlerinin kendi halklarının çıkarlarını koruyamadıkları gerçeği önümüzdeki yıllarda daha çok tartışılacaktır.

İran'ın Şii yayılmacılığı, Suud'un Sünni tezlerle ona karşılık verdiği iddiası genel olarak bölgenin enerjisini tüketen kronik bir yapıya bürünmüştür ve bu sağlıksız çekişmeyi ortadan kaldırmak için Aksa Tufanı önemli fırsatlar sunmaktadır. Bu bağlamda Suudi Arabistan'ın 2023 Mart ayında Çin'in vasıtasıyla İran'la bir uzlaşı arayışına girmesi önemlidir. Daha önce Suriye meselesinde Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan'ın katılımıyla bu sorunun çözülmesiyle ilgili dile getirilen temenniler gerçekleşseydi günümüzde farklı bir dünyadan bahsediyor olabilirdik. Elbette yöneticilerin bağımsız olmadığı ve kirli ilişkilere daldığı en önemlisi de gücünü halkından almadığı bir zeminde bu tür görüşler hoş temenniler olarak addedilebilir. Ancak Aksa Tufanı, gönülsüz bile olsalar yöneticileri belli kararlar almaya zorlayacak bir iklimi inşa etme potansiyelini fazlasıyla taşımaktadır. Halkları bir araya getiren Kudüs davası yöneticileri de daha sahici ittifaklara zorlayacaktır.

Aksa Tufanı'nın ümmet arasında birliği sağlama potansiyeli çok daha yüksek olmakla birlikte bunun aksine yeni bölünmelere ya da eski husumetlerin derinleşmesine de yol açabilir. İran, özellikle Hizbullah ve Husiler'in yapmış olduğu düşük yoğunluklu askeri saldırılar üzerinden direniş hattının piarını yaparak Aksa Tufanı'nı istismara kalkarsa ve Şia yayılmacılığını farklı bir merhaleye taşımak isterse bölünme ve çekişme devam edecektir. Aslında İran'ın olayları tribünlerden izliyor olması ve Hizbullah'ın da istenilen düzeyde katkı sunmamış bulunması direniş hattı söyleminin inandırıcılığını da sorgulamaya açmıştır. Diğer bir husus ise şudur ki Aksa Tufanı, ümmeti tekrar dirilerek vahyin şahitliğini yapmaya, tüm insanlığı da fıtratına dönmeye çağırmaktadır. Bu çağrıdan rahatsız olan odaklarla yaşanacak olan çatışma çok derin bir bölünmeye yol açacaktır. Aslında bu ayrışma ve çatışma nihai birliğe giden yolda son bölünme ve safların netleşmesi olarak tarihe kaydolunacaktır.

Ebu Ubeyde'nin: "Zalimlerden hesabı biz soracağız, sessiz kalanlardan ise Allah soracak. Sizden asker göndermenizi beklemiyoruz. Bizler canlarımızı feda ediyoruz. Ancak sizler yardım konvoyunu dahi Gazzeye sokmaktan aciz misiniz?"  şeklinde ifade ettiği dramatik sözlerin üzerinden aylar geçti. Ancak başta Mısır olmak üzere İslam ülkeleri bu utançla yüzleşmek yerine halklarına samimiyetsiz cevaplar vermekle yetindi. Diğer ülkeler Mısır'ı Mısır ise İsrail'i suçlayarak içine düştükleri acziyeti örtebileceklerini sandılar. Ancak Ebu Ubeyde'nin sözleri halkların hafızasına kazınmış durumdadır. Kimileri halkların ne düşündüğünün hiçbir önemi yok diyebilir. Bu görüşün doğruluk payı yüksek olmakla birlikte yukarıda bahsettiğimiz ümmetin içinde biriken dip dalganın önümüzdeki yıllarda beklenmedik, daha doğrusu beklenilmesi gereken bir kasırgaya dönmesi pek muhtemeldir.

Kahire Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Süleyman Salih, bölge yönetimlerinin bu kasırgayı hissedip bilindik yöntemlerle sindirmeye çalıştıklarına şu sözleriyle işaret etmektedir. "Arap iktidarları ve rejimleri halklarından korkmaya başladı. Daha şimdiden rejimler psikolojik yenilgi sendromu yaşıyor. Söz konusu rejimler halkı sindirmek ve korkutmak için medya organlarını kullanıyor. Bu sağlıklı ve erdemli duruş İslam alemi, Arap ve Batı dünyasındaki halklara, tiranlara, sömürgecilere ve soykırımcılara karşı ayaklanma umudunu vermiş oldu. Arap ve Batı rejimlerinin en büyük korkusu halk arasında bir isyanın ve başkaldırının çıkmasıdır. Kısacası Arap, İslam ve Batı dünyası, Filistin ile işgalci İsrail arasındaki savaştan, özgürlük ve onur olmadan hayatın olamayacağını öğrendi."

Mısırlı hukukçu ve mütefekkir Selim el-Avva, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi mevcut teşkilatların yakın gelecekte değişme ihtimalini öngörmediğini söylemektedir. Çünkü bunun için ciddi yapısal değişikliğe ihtiyaç olduğunu, bu değişim için yeni bir ruha ve bedel ödemeyi göze alacak bir cesarete sahip olmak gerektiğini ifade etmektedir. Aslında Aksa Tufanı tam da bu fırsatı sunmaktadır. Ancak atalet ve çürümüşlük, düşünür ve aktivistleri dahi umutsuzluğa sevk etmektedir. Halbuki Aksa Tufanı kurulu düzenleri yıkmak için Müslüman halklara umut olmuştur. Ne yazık ki belli bir yaşın üzerindeki kuşak bunu algılamak istememektedir. Eğer İzzeddin el-Kassam Tugayları gibi eğitimli ve adanmış bir nesil İslam dünyasının genelinde zuhur etmeye başlarsa bu değişimin çok kısa bir sürede gerçekleşmesi söz konusu olacaktır.

Sonuç

Aksa Tufanı tarihi bir kırılma noktasının adıdır. Ancak geleceğin nasıl şekilleneceği Müslümanların bugün nasıl bir performans gösterdiği ile doğru orantılı olacaktır. Fert, toplum, İslami Hareketler ile STK’lar ve yönetimler arasındaki devinim yalnız bölgeyi değil tüm dünyanın geleceğini belirleyecektir.

Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi'nin tespitlerine kulak vermek çok yerinde olacaktır: "Aksa Tufanı İslam'ın tecdidi, insanlığın yenilenmesi ve yeni bir dünyanın; özgürlük adalet, kardeşlik ve eşitlik dünyasının müjdesidir. Kudüs tufanı bugün Gazze halkının ümmete hediyesidir. Aksa Tufanı yenilenmenin, harekete ve seferberliğe geçmenin, uyanışın ve kahramanlık şiarının gücüdür. Aksa Tufanı Nuh tufanı gibi olacak: Tüm dünyayı sular altında bırakacak, insani olması ve fasid olan her şeyden kurtulması için dünyayı yeniden inşa edecek."

Evet, Aksa Tufanı Nuh Tufanı gibi bir süreç başlatmıştır. Gemiye binme cesaretini gösterenler onurunu ve ahiretini kurtarmakla kalmayacak, dünyanın da geleceğini inşa edeceklerdir.

Yorum Ekle
Yorumlar (7)
M H | 01.03.2024 15:15
Filistin topraklarında savaşmayı gerektiren fetva veren alimler nerede? Tereddütsüz açık bir şekilde söylüyorum. Şu an ümmetin savaşa katılıp mücahitlerle beraber savaşma vaktidir. Ey ümmet! tarihin yazıldığı şu günlerde tarihin altından beyaz sayfalarında yerinizi alın siyah sayfalarda değil. Dediği gibi Halid Meşal'in beyaz sayfalarda yer alma vaktıimiz gelmedi mi hala?
BG | 26.02.2024 16:01
"Sizin hayır gördüklerinizde şer, Şer gördüklerinizde hayır vardır. Allah bilir de, siz bilemezsiniz. (Bakara, 216)" Tüm dünya liderleri tarafından kanılan Kassam şimdi onurlu birer Kahraman oldu dünyanın her bir ferdinin gözleri önünde ve şimdi bu gözler İslam'a bakıyor. Biz de Müslümanlığın ne olduğunu tekrar hatırlayıp“Ey iman edenler, iman edin…” (Nisa;136)ayetindeki gibi bize verilen hayatın iman ve cihat üzerine olduğunu gösteren hediyeyi mükemmel şekilde kullanıp uyanışa geçmeliyiz.
ŞÖ | 25.02.2024 11:22
Malcolm X 'in "Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter!" sözündeki uyandırma hareketinin somut gerçekliği Aksa Tufanı. Bu onurlu duruşun toplumun en küçük yapısından en büyük yapısına kadar yarattığı etkileri çok güzel ifade etmişsiniz istifade ettik Allah razı olsun. İman iddiasının ispatını gözlemlediğimiz bu günlerde öğrendiğimiz dersler umarım kalıcı olur.
Nur | 24.02.2024 19:45
Direniş umuttur ve umut özgür kılar
Huseyin Altuntas | 21.02.2024 22:48
Çok aydınlatıcı, doyurucu ve yol gösterici bir yazı, kaleminize sağlık. İnşallah 7 Ekim tarihin akışını değiştiren, uyanışa sürükleyen bir milat, siyonist israil ve destekçileri için düşüşün başlangıcı olacak.
İsmet Sayın | 19.02.2024 14:32
Özellikle gençlerin bu izzetli hareketi anlamasında ciddi zorluklar olduğunu düşünüyorum. Duygusal olarak ortak bir paradigmaya sahip olmasak neredeyse anlamlandıramayacağız. İlerleyen süreçlerde İslami Hareketi daha iyi anlamak noktasında bizlerde farkındalık oluşturacağını ümit ediyorum. Cihatı çok dar alanlara hapsederek, kendi coğrafyamızın üzerindeki buhran ve miskinliği atması adına Aksa Tufanının Allah'ın bize rahmeti olduğunu düşünüyorum. Ne kadar kabullenilemez şeylere şahitlik etsekte her bir olay başka bir kişinin uyanışına sebep oluyor, onlar can verirken biz burada can buluyoruz. Yahudilerle ilgili olan ayetler resmen tefsir ediliyor. Üzerimizdeki sorumluluğun bir kez daha farkına vararak, gemiye binecek cesareti bulmamız için Allah yardımcımız olsun.
Mevlüt öz | 18.02.2024 19:47
,,Evet umut var olunuz şu istikbal inkılabatı içersinde en gür seda İslamın sadası olacaktır,,umudunu bayraklaştıran aksa tufanıñın oluşturduğu dalganın, zihinlerdeki kirlenmeyi paklaştıracak bir eyleme dönüşmesi umudunu resmeden güzel bir çalışma olmuş,yüreğine sağlık,allah razı olsun.