metrika yandex
  • $32.19
  • 34.99
  • GA17650

Haberler / Yorum - Analiz

KÖTÜLÜK İMPARATORLUĞUNA GÖNÜLLÜ KÖLE OLMAK / Kadir ÇİÇEK

14.05.2022

Zayıf insanlar çoğu zaman yönlendirilebilir özellik taşırlar. Bu şekilde güçlü olduklarını sanırlar. Oysa iradesi tahribe uğramış bir insanın bırakın güçlü olması, özgür kalması bile mümkün değildir.

 

Tarih boyunca kötüler, toplumu etkilerken veya kitleyi yönlendirirken sürekli iyilik postuna bürünmüşlerdir. Çünkü kötülük toplum nezdinde kabul görmez. Ancak iyilik modunda ilerleyişini sürdürebilir. Zalimler insanın yok oluşunu temel felsefe haline getiren katiller iken; müfsitler ise zalimin çarkını devam ettiren kötülük şövalyeleridir. Bu anlamda zalimler bir yandan ölümleri dünya genelinde yaygınlaştırma politikası güderken; diğer yandan onların bu sistemini devam ettirmek için insanların sağlıklı düşünme becerilerini körelten girişimler ön plana çıkmaktadır.

 

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'deki varlığını da sadece ötekilerin yıkımı üzerinden meşrulaştırma politikası güden insanların etkililiği ortadadır. Bunların politikasında ezilenlerin omuzlarına basarak yükselmek vardır. Hiç bir zaman insanlığın selametini düşünmeyecek kadar sadist olan bu insanların, hedef tahtasına koydukları mazlumları peşlerinden sürükledikleri mensuplarına parçalatma derdini taşımaları, onların dünyadaki konumlarını ve görevlerini gün yüzüne çıkarmaktadır. Bu uğurda gönüllü mensuplar kazanma noktasında zorlanmadıkları da acı bir gerçektir. Onlar, kötülüğün misyonunun gönüllü kölelerle sürdürülebileceğini çok iyi görmüşlerdir. Köleliğin en şedit olanı rızayla teslimiyet göstermektir. Ve tarih boyunca bu kölelik, kötülüğün devamında en ön planda yerini almıştır. Kötülük, gönüllü kölelik olmadan varlığını sürdüremeyecek kadar aciz olduğunu bildiği için öncelikle kendi kötülük politikasını iyilik gibi göstererek çoğunluğa "alkışlatma" mücadelesi verir. Kötülük alıcı bulduğunda, onu  gösterimde kalacağı günlerin sayısı çoğalır. Böyledir, zira öteki insanın yıkımını izlemek, kötülüğün iyiliği yok etmesi muharebesinde kötülüğün askeri olmak ile aynı anlamdadır.

 

İnsan girift yapılı bir varlıktır. Duygularına dokunan kişilerin sesine çabucak kulak verir. Bugün Türkiye'de kendisini milliyetçi olarak addeden insanların, zaman zaman kendi sergiledikleri sorumsuz ve ifsat edici davranışları görmezden gelip ötekilerin küçük çaplı davranışlarına odaklanarak onları şeytanlaştırma çalışmalarına ortak olmaları oldukça üzücü bir durum. Kur'an'ın deyimiyle "şeytan bile insana kötülük üzerinden değil; kendisinin iyiliğini isteyen biri olduğunu öne sürerek" yaklaştığı gerçeğini unutmamak gerekiyor. Bütün kötülük yayıcıları, iyilik yolunda mücadele ettiğini; dahası amacının kötülüğün önünü kesmek olduğunu ileri sürerek sahneye çıkar. Bugün iyilik bellidir, kötülük bellidir. Yaşatmak iyiliktir, sahiplenmek iyiliktir, korumak, bozgunculuğa engel olmak, çocukların ölümlerini durdurmak iyiliktir. Öldürmek kötülüktür, ölüme göndermek kötülüktür, ölümleri seyretmek kötülüktür, ölümlere duyarsızlaşmak ise en büyük kötülüktür. İnsan, iyilik tarafını seçme iradesi ortaya koyduğu zaman aslında insanlığını ortaya koymuş olur. Tersi doğrultuda bulunmak insanlığını kaybetmenin hakikatidir. Bütün hüsrana uğramışların mağlubiyetleri, insanlığın selameti yoluna kurşun sıktıktan sonra kesinleşmiştir. Ölümlerin izlendiği bir dünyada, daha büyük felaket aranacaksa o da insanlığın bu seyri kanıksamış olmasıdır. Çünkü felaketi kanıksamış birinin mazluma sahip çıkması imkansızdır. Zalimler, kötülük senaryoları çok izlendiğinde azgınlıklarını arttırır.  Kötülük senaryoları desteklendiğinde ise dünya üzerindeki bütün insanlığın yok oluş rüzgarları esmeye başlar.

 

Bütün eylemlerin veya neticelerin kendine göre gerekçeleri vardır. Ama her gerekçe geçerliliğini ortaya koyacak kadar sağlam değildir. Bütün varlık amacı ve kavgası mide doldurmak olan bir insanın elinden kolaylıkla merhameti söküp alabilirsiniz. Midesine çalışmak dışında eylemi olmayana; biriktirmek, toplamak, tüketmek ve çoğaltmak dışında düşüncesi olmayan insanlara iyiliğin yolunu gösteremezsiniz. Çünkü bütün gözleri, dahası kalpleri bu gerçeği göremeyecek kadar körleşmiştir. Onların özümsemiş oldukları şeyler, bencilce hayat sürme telaşından başka bir şey değildir.

 

Özellikle bir kaç yıldır Türkiye'de Suriyeliler üzerinden mülteci düşmanlığı başlatan, sürdüren, yayan ve benimseyen bir kesimin varlığı insanlığın gidişatı yönünün karanlığa çıktığı gerçeğini ortaya koyuyor. Yıllardır insanlık üzerinden edebiyat yapan böyle insanların, ortada zalimane bir durum olduğunda gerçek yüzlerini göstermeleri, elbette ki bizim açımızdan Allah'ın insanların gerçek kişiliğini ortaya koyacağı hakikatidir. Nitekim Allah, kötülük taşıyıcısının, iyiliğin yolunda yürümesine razı değildir. Onun gerçek yüzünü kimi zaman savaşta, kimi zaman mazlum-zalim saflarından birini seçmesinde, kimi zaman da toplumsal yaşantıda durduğu tarafla ortaya koyar. Bugün çürüklerin sağlamlardan ayrılacağı gün, muhacirleri sahiplenme, onları koruma veya en azından düşmanlık beslememe üzerinden gerçekleşecektir.

 

Zulmün küresel boyutta olduğu böyle zamanlarda, zalimin safında yer almak, illa eline silah alıp onun için savaşmak değildir. Zalimin görmek istediği noktada bulunmak, bizzat zalimin safında yer almaktır. Zalimin düşündüğü gibi düşünmek, onun istediği davranışları sergilemek, onların duymak istedikleri cümleleri telaffuz etmek, onların sevdiklerini sevmek, nefret ettiklerinden nefret etmek zalimin taraftarı ve zulmün parçası olmak demek değil midir? Bütün zorba sistemler varlığını, onların çoğalmasına seyirci kalanlara borçludur. Onları basamak basamak yükselten, onları söz ve eylemleri ile besleyen, onların fısıltılarına eşlik eden kişilerin çokluğu, zulmün kökleşmesini kolaylaştırır. Bu da insanlığı derin bir bataklığa sürükler. Denilebilir ki insanlık bugün, karanlıklarla kapışmayı göze alamadığı için kötülük, farklı versiyonlarda varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

 

İnsanlık dersi vermekle övünen belli kesimler iş ciddiyete ve gerçekliğe evrildiğinde adeta kör kesilmiş mahluklara dönüştüler. Yıllardır insanlığın emperyalist kesimlerin kılıcından geçirildiğini, zalimlerin küresel boyut aldığını ileri süren sol kesimlerin mazlumların yanında olmamaları onların iki yüzlülüğünü ortaya koymaktadır. Türkiye'deki solun, yıllardır ortaya koymuş oldukları pratiklerden kesin bir şekilde anlaşılmıştır ki, ezilenin yanında saf tutmaları için, ezilenin kimliğinin dinden arındırılması gerekiyor. Suriyelilerin görmezden gelinmesi, solun "mazlumun diline, dinine, ırkına ve rengine bakılmaması gerektiği" sloganının sadece söylemde kaldığı ve pratikte geçerliliğini yitirdiği gerçeğini gözler önüne seriyor. Nitekim Suriye'deki savaşta sadece laik ve seküler yaşantının garantisinin kendilerinde olduğunu ilan eden kesimin saldırıya uğradığı durumlarda sesini yükselten sol kesimin, "mazlum ayrımı yapılmaması gerektiği" söylemi bir retorik olmaktan öteye geçemiyor. 

 

Mazlumun katliama uğraması noktasında sağır kesilen diğer bir kesim de muhafazakar milliyetçi kesim. Kendi ırkları dışında başka ırklara yapılanları görmezden gelen bu kesimin kutsal mabetleri, içlerindeki asil kandan başka bir şey değildir. Onlar yeryüzünün seçilmiş ırkları olduğu için diğer bütün ırklar ikinci sınıf vatandaş hükmündedir! Hatta onların anlayış dünyalarında din bile onların safında olmayı emretmektedir. Bu yanılgı, inancından dolayı hakikatin süzgeci bir zaman sonra din olmaktan çıkıp milliyetçilik şiarı olmaya başlamaktadır. Bundan sonraki adım ise, kendinden olmayan insanın acısına duyarsızlıktır. Vatan, toprak ve bayrak kavramları çerçevesinde kapana kısılan vicdanları, bu uğurda bütün insanlığın feda edilebilir hale gelmesi çok olağan görülmektedir. Ellerindeki vatanın, kravatlı patronlar tarafından değil de mazlumlar, yoksullar ve muhacirler tarafından ele geçirileceği inancı, onların sağlıklı düşünmelerinin önündeki en büyük engeli teşkil ediyor. Milliyetçilik duygularında meydana gelen kutuplaşma, mazlumu yapay değerlerine kurban etmeye sebebiyet veriyor.

 

İnsan, varlıklı insanların fısıltılı sözlerine zihnini teslim ettiğinde, korkularının ve nefretlerinin yönünü, güç yetirebildiği yoksullara çevirir. Zayıflar, güçlülerin vesveseleri ile şekillendiği zaman, bütün olumsuzlukların müsebbibi olarak mazlumları görürler. Güçlüler kötülüklerini, zayıfları mazlumlara karşı kışkırtarak gizler. Yeryüzündeki zayıflar bir yandan açlık, özgürlük,  ırkçılık üzerinden terbiye edilirken; bir yandan da bu zaaflar üzerinden mazlumlara karşı kolayca kullanılabilir kıvama getirilebilmektedirler. Zayıfların, zalimlerin fısıltıları üzerinden mazluma düşmanlık etmesi, kitlesel nefretin dozunu artırmaya neden olmaktadır.

 

Hiç bir savaş kuralına uyulmayan Suriye'den Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmış insanlara karşı son yıllarda ötekileştirme vurguları ön plana çıkıyor. Yaşanılan ekonomik sorunların müsebbibi olarak görülen bu insanların görülüp de, gittikçe servetlerine servet katan, yoksulların omuzları üzerinde yükselerek "karunlaşan" insanların görülmemesi sorgulanması gereken temel konulardan biri. Bu dünya mazlumun çile yeridir. Öncesinde de şimdi de mazlum her zaman olumsuzlukların sebebi olarak görülmüştür. Güçleri kötülüğün efendilerine yetmeyenlerin odak noktaları her zaman güçsüzler olmuştur. Öyle ki nefretin kindar boyutu yürürlüğe girmiş durumda. Sosyal medyanın bütün asparagas haberleri anında milyonlarca alıcı bulabilirken; ortaya fitne çıkarmak amacıyla uydurulan bir dedikodu tohumu, saniyeler içerisinde büyüyerek kitlelerin içinde uyur vaziyetteki kinlerini, nefretlerini, azgınlıklarını ve hatta saldırganlıklarını ortaya dökebilmektedir.

 

İnsanlar empati duygularını kaybedeli yıllar oluyor. Artık empati kurmalarını isteyen kesimleri de hedef haline getirebilecek ruh hallerine sahipler. Bu durum, mütekebbirlerin son yıllarda elde etmiş olduğu en büyük kazanımlardan biri. Mazlumlar canlarını, zayıflar da mazluma nefret besleyerek vicdanlarını kaybederken; son kertede kazanan yine kötülüğün sarhoş havuzunda yüzen kravatlı efendiler oldu.

 

İnsanların kahir ekseriyeti bugün temelsiz haberler üzerinden beslenmektedir. Duyduklarının büyük bir kısmı, kendi ideolojilerini destekler nitelikte olduğunda bunun hızlı bir şekilde dillendiricisi oluyorlar. Suriyeliler üzerinden mülteci düşmanlığı yapıldığında en önemsiz bir haberi bile referans göstererek saldırganlığa bürünen insanların, söz konusu saldırı veya öldürmeler Suriyelilere yapıldığında üç maymunu oynamayı seçiyorlar.

“Suriyeli” sözüne bile tahammülü olmayan insanlar, bu değersizleştirmeyi sosyal medyada ve sözde sanatçıların şeytani fısıltıları ile iyice kökleştirdiler. Öyle ki içlerindeki nefreti, ekonomik sıkıntıyı bahane ederek Suriyeliler üzerine yoğunlaştıran şarkıcı veya sanatçıların bu insanlık dışı çağrıları insanlar arasında hızlı bir şekilde karşılık bulmaktadır. Çünkü bu güruh, insanların zayıf noktalarını iyi biliyor ve bu zayıf nokta üzerinden insanları kolayca yönlendirebiliyorlar. Suriyelilerin hepsi elbette ki iyilik timsali değildir. İçlerinde kötülüğün ve azgınlığın tohumunu taşıyanlar da var. Ancak bu durum bütün toplumlar için geçerli. Türkiyeli insanlar Suriyelilere saldırdığında veya onları öldürdüğünde sağır kesilenler, tersi durum olduğunda kıyameti koparırcasına insanları galeyana getirmek için klavye başına geçiyorlar. Burada art niyet olmadığını söylemek büyük bedbahtlıktır. İnsanı, ateşin ortasına çağıran sesin iblisin sesi olduğunu bilmek için iblisi somut bir şekilde görmeye gerek yoktur. Bütün kötülük sesleri, iblisin ideolojisini sürdüren sesleridir. Bunların şarkıcı veya iblis olması arasında hiçbir fark yoktur. Bu ses hüsrana çağıranın sesidir.  

 

Böyle insanların öncelikle Allah ile sorunları ve savaşı mevcuttur. Bütün varlığını kötülük mezhebine adamış bir insandan iyilik ve sağlıklı düşünme yetisi beklemek boşa kürek çekmektir. Bir taraftan Allah'a iman ettiği halde dinin bütüncül tarafını görmezden gelerek veya bilgisizliği yüzünden muhacirlere karşı genelleştirici nefret söylemleri geliştiren bir insanın, Hz Peygamberin Medine’ye hicret etmek zorunda kaldığı dönemdeki durumuna karşı gözü yaşlı dinleyerek tepki vermesi ayrı bir çelişki. Bir taraftan Allah'a iman var; diğer taraftan Allah'ın emrettiğine nefret ile karşı durmak... Böyle insanların imanı, çoğunlukla "işler yolunda gittiğinde iman edenlerin" durumu gibidir. (Hac/11)

 

İnsanlık bugün derin bir uykudadır. Üstelik uyanmalarına izin vermeyenlerin emirleri ile giderek uykularını daha da derinleştiriyorlar. İşin en üzücü boyutu da  büyüklenenlerin zulüm politikalarını mazlumlar üzerinden sürdürürken zayıfların bu politikaya şiddetli bir şekilde destek vermesidir.

 

"Hor görülen zayıflar ile büyüklenenler arasındaki karşılıklı suçlama sahnesi" Kur'an'ın bugün, insanlık önüne sunduğu ahiretteki pişmanlık sahnesidir. Büyüklük taslayanların derin ateş çukurlarına davet ettikleri zayıflar, durmadan ve sorgulamadan bu çağrıya olumlu cevap vermektedir. Bu dünyanın birbirini ısrarla destekleyen kişileri, ahirette birbirini karşılıklı şekilde suçlayarak aldanmış olduklarını söyleyecekler. Bunun kesin bir şekilde gerçekleşeceğini bildiren Kur'an'ın sesine kulak vererek, ateş çukurlarına çağıran seslere kulak vermemek hatta bu seslere karşı koymak gerektiği gerçeğini idrak etmemiz gerekiyor. Aksi durumun hüsran olacağını bilmemiz selametimiz açısından oldukça önemlidir.

 

Dünyanın, bu zulüm arenasında zalim ile mazlumdan birini destekleyerek safını seçmek zorunda olduğu gerçeğini bilerek, bütün meselenin yırtık vicdanların merhamet olgusu ile onarılması olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş