metrika yandex
  • $32.3
  • 34.78
  • GA17500

Haberler / Yazı Dizisi

Hasrete Dair Güzelleme-9/Abdulaziz Tantik

22.05.2022

Güzelleme-9

Hasrete Dair Güzelleme

Abdulaziz Tantik

Hasret, edebiyat metinlerinde ve insan duygularının en gizemli hallerinde kendini deşifre etmeden varlığını sürdüren ender duygusal yoğunluklardan en önemlisidir. Hasret, insan varlığının doğasının en temel özelliğidir. Tıpkı aşk, sevgi, hüzün, neşe ve acı gibi… Hasretin ontolojik temeli, ilahi varlıktan kopuşun insan ruhundaki özlemine karşılık gelir… Birliğin çokluğa yöneldiği noktada hasret başlar. Çünkü hasret bir ayrılık türküsünün hüzün eşliğinde yüreği kavurmasıdır.

Hasret ve ayrılık birbirini besleyen ve tamamlayan iki durumdur.

Hasretin en yoğun olduğu durum ise hasrete konu olan varlığın bizzat sürekli seninle beraber yaşadığını bildiğin halde o yalnızlığın oluşturduğu biricikliğin derin algısıdır. Büyük iştiyakla birleşmek dururken bunun mümkün olmadığının derin kırılganlığını algı düzeyinde kavramanın sağladığı duygusal zemindir. Ayrıca hasret, yan yana olmakla tükenmeyeceğini hissettirir. Çünkü tıpkı yalnızlık ve aşk gibi ontolojik bir durumdur. Ama her duygu gibi hasret de bu ontolojik zeminden hareketle insani hasletin en insani tarafını oluşturur…

Hasret, bir laboratuvar gibi duyguların insan nezdinde açıklık kazanmasını sağlayan en büyük deneyimdir.

Hasret insanın kendi duygularına dokunabileceği bir zemini inşa eder. Böylece duygularının ne kadar derin veya sığ olduğunu insan hasret sayesinde kavrar…

Hasret; bir şeyi, kişiyi, olguyu kendine özel kılmak, yüreğinden gelen bir arzu ile onu istemek ve ona kavuşma arzusu ile yanıp tutuşmak... Her kavramın bu çerçeve içinde olumlu yanını gözlemleyerek hasreti özel kılan durumu kavramak ve böylece yanıp tutuştuğumuz aşkın neye kadir olduğunu farketmek... Hasreti besleyen aşk ve onu tutuşturan yalnızlık ise insani yanı yoğun olan olgulardır.

'Hasretin bağrımı deliyor' deyişi önemli ve anlamlı bir duruma göndermedir. Nedense çok romantik görülen bu duygusal durum üzerinde genel itibarı ile pek durulmuyor.

Hâlbuki her duygusal durum kişiliğin gelişiminde önemli bir aşamadır. Yani insan aslında kendi duygusal zemini üzerinden hareketle kendi duygusunu doğru tanımladığı zaman o duygu ile ne yapacağına yönelik önemli bir aşama kaydedeceği gibi önemli kararlar da alabilir...

Evet, hasret, bir insanın bir nesneyi, objeyi veya bir duyguyu en derinden kendine mal ederek ona yönelik meylini aşikâr kılmasıdır.

Ancak bu hususileştirme aynı zamanda o nesne, obje ve duygu ile kurulacak yakınlığın ölçüsünü de ortaya koymaktadır. Hasret ile insana yakışan bir durumun içselleştirilmesi aynı zamanda insanın etrafına yönelik ilgisinin insani boyutunu da deşifre eder. Bu temel dürtü ile insan kendi dışındaki ilişkiye verdiği önemi de açıklamış olur...

Hasret, ontik kopuşun insanda meydana getirdiği giderilemez birleşme iştiyakıdır.

Hasret, bütün duygulanımlarda; aşk, sevgi, nefret, acı, yalnızlık, iyimserlik, kötümserlik, kaygı ve benzerlerinde bir süreklilik kazanarak vardır. Fakat insan genelde bu kopuşu unutmak için kendini unutmaya meyyal olmaya zorladığı için geçici hafıza kaybından dolayı unutmuş görülür. Ama en küçük bir duygulanımla birlikte daha da büyüyerek varlığını izhar eder.

İnsan yalnızlık ve aşk duyguları içinde kıvranırken hasret için için bu harlanmayı tetikler, sürdürür ve yoğunlaştırır. Böylece bütün duygulanımların özü üzerinde hasretin derin bir etkisi görülür. Ama insanın bunu fark etmesi ise tamamen derin bir idrak sayesinde olabilir. O yüzden insanlar genelde hasreti bir ayrılık vesilesi ile fark edebilirler. Ama hasret insandan asla kopmayan bir duygudur ve varlığımızın temelinde öylece durmaktadır, en küçük bir vesilede kendini hatırlatmaktan geri durmayacaktır.

Ayrılık, sadece mekân değişimiyle ortaya çıkan bir durum değil, bazen yoğun olarak aynı mekânda olduğu halde ruhen uzaklaşmayı da tazammun eder. Bazense yine aynı mekânda ruhen yakınlık kaynaklı varlığını devam ettirir. Her ayrılık bir hasret doğurur yerine, ayrılıklar hasretin varlığını deşifre eder dense daha doğru olur. Çünkü hasret insanla birlikte varlığını sürdürür. Ama aynı zamanda hasretin yoğunluk kazandığı zemin; mekânsal değişime tekabül eder. Yar, dost, sevgili, can, arkadaş, anne-baba, kardeş vb. bir yerden bir yere gittiklerinde insanda derin bir hasreti tutuştururlar. Hasretin tutuşması demek ise bütün duyguların kendiliğinden yoğunlaşarak varlıklarını izhar etmeleri demektir ve böylece insan büyük bir duygusal yoğunluk yaşamaya başlar.

Ama iki duygu hasreti anlaşılır kılmaktan uzak tutar. Belki de edebiyat metinlerinde, insan duygularını oluşturan kültürün kendi yapısından kaynaklanan yalnızlık ve aşk üzerine betimlenen duygusal metin veya anlatılarda hasret biraz cılız kalır. Hâlbuki hasret, en temel insani duygudur. Ve aşk ile yalnızlığı en temelden belirleyen bir duygusallık zeminidir. Hatta bir adım öteye giderek, aşk, yalnızlık, sevgi, nefret, kin, dostluk vb. bütün duygusal zeminler ancak hasretin zemininden hareketle anlam kazanabilirler. Yani bütün bu duygusal zeminler hasretin kendini dışavurumunun bir biçimi olarak temellenebilirler. Hasret, yaratışın başlangıcı ile birebir ilişkilidir. İkilikle birlikte başlayan hasret yeniden birliğe yöneldiği zaman sükûnete ulaşır. Ama sükûnet dahi hasretin varlığını tamamen ortadan kaldırmaz.

Böylece hasretin üzerinde durduğu ontolojik zemini görmüş olduk. O yüzden insan, duygularının varlığını kavradıkça, onları idrak ettikçe ve onları ayrıntılı bir şekilde tanımaya başladıkça kendisini de daha iyi tanıma imtiyazı elde eder.

Hasret, kelimelere döküldüğü zaman kelimelerin nasıl yandığını ya göreceksin veya en derinden hissetmeye çalışacaksın ki hasretin nasıl bir kudrete sahip olduğunu bilesin…

Hasret yakar, kavurur, yeniden biçimlendirir ve yeni bir yola sürükler.

Hasretin yakıcılığına dayanan insan, insanlığını kemale erdirir…

Yepyeni bir dünyaya uyanıverir…

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş