metrika yandex
  • $32.19
  • 34.99
  • GA17650

Haberler / Yazı Dizisi

Türk Modernleşmesi Üzerine Düşünceler-2|Yusuf Yavuzyılmaz

14.09.2023

Türk Modernleşmesi Üzerine Düşünceler-2/Yusuf Yavuzyılmaz

Yazarımız Yusuf Yavuzyılmaz'ın hazırladığı "Türk Modernleşmesi Üzerine Düşünceler" konulu yeni yazı dizisinin 2. bölümünü ilginize sunuyoruz..

Hertaraf Haber

 

23 Nisan 1920 de açılan TBMM, bu ülkenin çoğulculuğunu ve kültürel birikimini yansıtan bir özelliğe sahiptir. Daha sonra bu meclisin çoğulculuğu büyük ölçüde budanmış ve dindarlar için olumsuz anılarla dolu Tek Parti Dönemi başlamıştır. Dindarların zihninde birinci Meclis daima olumlu hatırlanır.

Özellikle 1924 yılında yaşanan değişim ile birlikte sonra meclis yeniden dizayn edilmesi, muhafazakar dindarlar ile seküler ulusalcılar arasındaki gerilimi derinleştirir.

Bu dönemlerde mecliste birinci ve ikinci gurup arasında başlayan mücadele bugün Muhafazakar dindarlar ve Ulusalcılar arasında sürmektedir. Hüseyin Avni Ulaş ve Ali Şükrü Bey'in mücadeleleri bu dönemlerin yüz akıdır. Onların mücadelesini Nurettin Topçu’dan okumak gerekir

Kuşkusuz Türk siyasal tarihi;

1-Mustafa Reşit Paşa/ İttihat Terakki/ Tevfik Fikret/ Mustafa Kemal/ İsmet İnönü/ CHP çizgisi ile

2- II. Abdülhamit/ TCF/ Mehmet Akif/ Hüseyin Avni Ulaş/ Ali Şükrü Bey/ Menderes/ Özal/ Erbakan/ Erdoğan arasında iki büyük siyasal çizgi arasında bölünmüştür. Bu iki çizgi arasında modernleşme bakımından çok büyük fark yok. Ancak tarih, dil, kültür ve din anlayışı bakımından köklü farklar var.

27 Mayıs ve 28 Şubat sol-Kemalistlerin, 12 Eylül sağ Kemalistlerin, 9 Mart sol- Kemalist cuntanın,12 Mart ise 9 Martı devre dışı bırakan sağ- Kemalist zihniyetin önderliğinde yapıldı. 15 Temmuz ise bunlardan çok daha farklıydı. Bir dini anlayışın ulusalcı koalisyon ile kalkıştığı ve sonuçta başarısız olan darbe girişimiydi.

Diriliş dizisi muhafazakar/dindarların tarih algısının sonucudur. Yıllarca Kemalist /ulusalcı/ modernleşmeci ideolojik tutumun oluşturmak istediği dinden arınmış ulusalcı tarih inşasına bir cevaptır. Diğer önemli bir konu her film bir fikir verir. Bir filmin mesaj taşıması kadar doğal bir tutum yoktur. Sinemanın etkisi buradadır.  Ulusalcı elitlerin dizisi ise kuşkusuz "Muhteşem Yüzyıl”dır. Yıllardır filmde namaz sahnesini gericilik sayan sol/ulusalcı anlayışa bir tepkidir “Diriliş Ertuğrul” kuşkusuz. Filmi çekici kılan en önemli yön de budur.

Türk modernleşmesinin iddiasının aksine toplumu kültürel yönden dönüştürüp benzeştirmek değil, farklılıkları bir gerçeklik olarak kabul etmek ve bu doğrultuda politika geliştirmek gerekmektedir.

Cumhuriyet modernleşmenin dil ile müdahalesi kendi içinde tutarlıdır.

Yeni toplumsal düzen kuşkusuz yeni bir dile ihtiyaç duyar. Arapça İslam’la özdeşleşmiş bir ümmet dilidir. O dille ulus devlet kurulamaz.

Atatürk'ün 1924 'ten itibaren yoğun olarak giriştiği modernleşme faaliyetlerine bakılırsa TBMM'nin cuma günü dualarla açılması meclisin duvarına Şura ayetinin yazılması, dinin araçsal olarak belli bir dönem için kullanıldığını gösterir.

28 Şubat, devletin merkezini oluşturan Laik/modernleşmeci /ulusalcı elitin kendini toplumsal merkezin değerlerine karşı koruma çabasını son hamlesi idi.

Türk siyasal tarihinde iktidarın başarı ölçütü şudur: Askeri ve bürokratik vesayetle ne kadar mücadele etti veya bu vesayetin ne kadar emrine girdi.

Bu noktada iki kalın çizgiyi çizmek gerekir. CHP vesayetin sol tarafı, MHP ise sağ tarafıdır.  Bundan dolayı sivilleşmeleri zaman alacaktır.

Mustafa Kemal-İnönü çizgisiyle; Kazım Karabekir-Rauf Orbay- Ali Fuat Cebesoy çizgisi mücadelesi için Kemal Tahir noktayı koymuştur Kurt Kanunu adlı değerli eserinde : "Kurtlukta düşeni yemek kanundur.”

Kurtuluş Savaşının en silik komutanlarından olan İsmet İnönü'yü "İkinci adam", Kazım Karabekir'i ise "vatan hainliğinden" yargılayan irade nedir?

İstiklal Savaşının ünlü komutanları Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay'ı vatan hainliğinden yargılayan ilginç bir ülkeyiz.

Bu ülkenin kurucu belgesi olan Marşı yazarı Mehmet Akif'e, yaşadığı ülkeyi yaşanmaz hale getirip, yurt dışına gitmeye mecbur etmiş bir milletiz.

Cumhuriyet modernleşmesi uygulamaya koyduğu "Türk milliyetçiliği " tezinde Osmanlı'yı paranteze aldı. Çünkü Osmanlı onların gözünde dindi. Din ise benimsedikleri pozitivizm anlayışına göre, insanlığın ilerlemesinin önündeki en büyük engeldi. Bu yüzden dini devlet hayatından tamamen, toplum hayatından ise olabildiğince uzaklaştırmak istediler.

Eğitim de Köy Enstitüleri, Dini eğitimin dışına çıkarma çabaları, Halkevleri hep bu çabanın sonucu olarak ortaya çıktılar. Tüm bu kurumlar zamanla tasfiye oldu. Çünkü toplumsal zeminde anlamlı bir karşılıkları yoktu. Bu dönemin zulmünü aklamak için muhafazakar dindarların elinde "Balıkesir Hutbesi", "Elmalılı Hamdi Yazır'a bir verilen tefsir görevi ve Mehmet Akif"e yüklenen meal kaldı.  

İbadet dilinin Türkçeleştirilmesinden (laikleşmesinden) endişe eden Mehmet Akif, yazdığı mealin sorumluluğunu almamak için bize kadar ulaşmasını engelledi. Ne Cumhuriyetin laik modernleşmecileri Akif'i ve temsil ettiği anlayışı sevdi, ne de Akif onları.

Lozan 'ı herkes ulusalcılar gibi anlamak zorunda değil. Bu anlaşmaya o zamanda farklı yaklaşanlar ve itiraz edenler olmuştur. Bunun için, Ali Şükrü Bey, H.Avni Ulaş ve Kazım Karabekir'in anılarını okumak yeterlidir. “Bugünden bakarak eleştirmek kolay dönemin koşullarını dikkate almak gerekir " gibi itiraz geçerli değildir. Çünkü bu anlaşma ya antlaşmanın yapıldığı dönemde de itirazlar olmuştur. Lozan antlaşması kutsal bir metin değildir.

Boğaziçi Üniversitesinde 15 Temmuz anma töreninin Kur'an okunarak açılmasına, bir akademisyen üniversite de Kur'an okunamayacağı yönünde itiraz etti. Aslında bu Türk modernleşmesinin ürettiği seküler bir zihin yapısıdır. 

Cumhuriyet modernleşmesini derinden etkileyen pozitivizme göre din, insanlığın teolojik döneminde kalmış bir açıklama biçimidir. 

Üniversiteler ise pozitif dönemin yani bilimsel dönemin kurumlarıdır. Buralarda dini bilgiye yer yoktur.

Zaten bilim insanlığın tüm sorunlarını çözecektir.

Ne yazık ki Cumhuriyet modernleşmesi dini devlet, üniversite ve kamusal alanın dışına taşımayı temel misyon olarak belirlemiştir. 

Akademisyenin davranışı yanlış modernleşmenin ürettiği patalojik bir tipin anormal tepkisini göstermektedir.

Devam Edecek...

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş