metrika yandex
  • $32.3
  • 34.78
  • GA17500

Haberler / Dosya Haber

Mushaf’ın Sahifelerinde Gezinirken Düşen Fatıma-Naman BAKAÇ

27.10.2021

Mushaf’ın Sahifelerinde Gezinirken Düşen Fatıma

Naman BAKAÇ

Doğu Kudüs’ün Müslüman Yusufiye Mezarlığı’nda Filistinli bir anne, oğlunun mezarına sarılmış, hıçkırıklar içinde feryad-ı figan ediyordu, oğlunun cesedini mezardan çıkarmaya çalışan İşgalci askerlere tek başına siyah örtüsüyle direnirken.

İşgalcilerin mezardan cansız bedenleri çıkarma pervasızlıklarını izlerken, zihnim açlık grevindeki Filistinlilere destek için beş gün boyunca aç kalmış, İşgalci askerler tarafından da yirmi kurşunla şehid edilmiş Fatıma’ya götürdü birden.

Bir Pazar günüydü. Sabahın aydınlığı üzerime yürürken, Sâffât süresinin ayetleri üzerinde geziniyordum. Genellikle her pazar gününün ilk ışıklarında yaptığım bir şeydi bu. Saf saf dizilenler” satırını okurken, birden Kudüs’te şehit edilen Fatıma’nın etrafındaki Ebu Cehiller’in saf saf duruşları düştü gözüme.

Duraksadım. Kitab’ın satırlarında ilerlerken, her ayeti okuduğumda Fatıma’nın Şam kapısındaki O soğuk bedeni ile bağdaşlık kuruyordum. 

Kendiliğinden oluveriyordu bu ahval-i aczim. Evet, Sâffât süresinde “göğü süslü yıldızlarla donattık” sözünü okuduktan sonra zihnim yine Fatıma’ya gitti.  Fatıma semadaki süslü bir yıldız gibi geldi bana.

Yine bağdaşlık…

Zihnim ve aklım bir pazar günü böyle çalışıveriyordu.

İster istemez geliyordu bu bağdaşlık, ne yapabilirdim ki.

Ebucehiller bu yıldızı vurduğunda, Müslümanların ve insanlığın payına şaşkınlık, Ebucehillere ise alay düşüverdi. Meğerse her ayeti okuduğumda üstüme üstüme Fatıma’nın ayetleri(göstergeleri) düştüğü hissine daha fazla kapılıyordum.  

İşte “o yalnızca bir çığlıktan ibarettir” satırına geldiğimde, Fatıma’nın bizi sessizliğe gömen çığlığı yankılanıyordu. Fatıma’yı düşünüp de, çığlık gelmemesi mümkün mü? Ya da bedenindeki yirmi kurşunla yerde dizili bedeni, bir çığlık değil miydi adeta tüm insanlığa ve Müslümanlara. Dünya görmek istemedi, âlem-i İslam ise oralardan gözünü kaçıralı çok olmuştu zaten. Oysa Aylan Kurdi gibi o da bir mülteciydi. İşgal altında Filistinli bir mülteci. Aylan ve Fatıma’nın yere uzanmış bedenleri ne kadar da benziyordu bir görseydiniz keşke. Mahzun, sade ve direngen. Yere uzanmış cansız bedeniyle soğuk kaldırımlarda kalakalan Tahir Elçi gibi.

Hikâyeler farklı olsa da, uzanmış cansız bedenleri size de tıpatıp benzer gelmiyor mu? Bedenlerin uzanışındaki kardeşlik birliği adeta.  Mushaf’ın satırlarında gezinirken, “delip-geçen izler vardır” ifadesiyle karşılaştığımda yine aynı duygu oluştu bende.

Kaçımızda derin bir iz bıraktı 16 yaşındaki, yirmi kurşunla Fatıma’nın soluşu. Ruhum kırgın, boynum bükük ilerliyordu satır aralarında. Çünkü Fatıma şehit edildiğinde ümmetin boynu da büküktü. Çaresizdi. Bir el uzanmadı ona ya da uzatamadık o eli ona. Suudi Kralı’nın Melania Trump’a, uçağın inişinde uzattığı eli gördüm de beynim kurtlandı, ruhum ise siyah kuşak havasında. Zaten hiç uzatmamışlardı k ellerinii.

Uzatmış gibi yapmışlardı. “Hayır, sen bu muhteşem yaratışa şaşırdın, onlar da alay konusu edindiler” mısrasına gözüm dikildiğinde, yine kaçıramadım zihnimi Fatıma’nın yere bir gül gibi düşmüş o sarsıcı fotoğrafını. Yine teşbihler düşüverdi aklıma. Kudüs’ün doğusundaki ihtişamlı bedeninden Müslümanlara düşen çaresizlik, üstüne de ağlama,  Ebu cehillere ise keyif.

Sen, kimsenin onu kurtaramayışına kızgın ve şaşkın, Ebucehiller ise “zaten bunların hepsi sahipsiz”, “bize bir şey olmaz” dalgasındalar. Acaba bizden öncekiler de mi bu duygu seli içindeydiler diye düşünürken, Ahmet Yasinler, Rantisiler, Rachel Corrieler, İzzeddin Kassamlar gözümün önünden film şeridi gibi geçiverdi.

Bir de şu geçiverdi sahifelerin içinden “üstelik sizler boyun bükülmüş kimselerdiniz.” Evet, tarih madalyonun iki tarafındaki siyahı ve beyazı bize gösteriyordu. Solmuş bir çiğdem çiçeği gibi yalnızdı Fatima Ebucehillerin arasında. Fatima’nın bedeni karşısında Sibel Eraslan, sosyal medyada “çaresizliğini ve orada uzanan bizmişiz” gerçeğini mimlerken, Fatıma’nın kız kardeşi Aliya ise, annesinin vakur yanağındaki gözyaşlarını çoktan silmişti bile.

Eylül 2015’ten beri Ebucehiller üçyüzden fazla bedeni yere düşürmüşlerdi. Üçyüz çiğdem solmuştu. Üçyüz anne akıttı gözyaşlarını yüreğine ve de bizlere. Gözünün yaşını, ümmetin üzerine serpiştirerek ve sıçratarak. Belki öğleden sonra ikindi meltemi ile mahcup olurlar ya da öğüt alırlar diye. Oysa sahifede ilerlerken “öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar” mısrasına geldiğimde beynim zonkladı.

Bu da nereden çıktı. Olacak şey değil. Çünkü sahiden de öğüt almıyorduk. Gazete okuyor, Fatıma’nın soğuk betondaki cansız bedenini sosyal medyada gördükten sonra kadınlarımız Kanal-7’deki Hint dizilerini, çocuklarımız Pepe’yi, erkeklerimiz Abdülhamid dizilerini, yaşlılarımız ise Suudi kanalından her gün canlı verilen Kâbe’deki görüntüleri izlemeye devam ediyorlardı. Ediyordu da, ne bende ne de yukarıda zikrettiğim bizimkiler cenahında, Fatıma’nın bedeninin düştüğü Şam Kapısı’na bir gül her nedense gönderemediler, gönderemedik. Kanıksadığımızdan mıdır unuttuğumuzdan mıdır yoksa daha can alıcı meşgalelerden midir bilinmez ama kalpler artık ürpermiyordu sanki. Bir gülden yoksun bırakırken bizleri Ebucehiller, bedenin düştüğü yere bir gülü bile bırakamamanın suçluluğu da üstümüze yapışmıştı.

Yeter artık Naman. Kendine gel.

Bırak bu teşbihleri ve de tespitleri.

Edebi cümleleri….

Adam gibi oku suhufunu.  “Okuyorum ya Usta” derdi ya İbrahim Sadri. Okumaya tekrar koyuldum.

Bu sefer “o yalnızca bir tek çığlıktan ibaretti” cümlesi bittiğinde, gelip yine zihnime yapışıverdi Fatıma. Meğerse Fatıma ayettir.

Ayetler(işaretler)Fatıma imiş. Çünkü O’nun şehadeti acizliğimi, çaresizliğimi bütün çığlığına rağmen bir şey yapamayışımı bana hatırlatıyordu.

Bu hatırlatmalar bu satırların kâğıda dökülmesine yol açtı. Kâğıt da ya dergi olarak önünüzdedir ya da sanal âlemin satırlarında geziniyordur belki de Ey sevgili okur. Kâğıttaki kahrı da, utancı da çaresizliği de göremezsiniz. Hissetmenizdir oysa derdim, kendi payıma düşecek hisseyi de almayı unutmadan.  

Ama kahrı heybende, acıyı ise yüreğinde bir muska gibi taktığında bil ki, kahır ve acı sana unutturmayacak Fatımaları. Yoksa din gününde unutuluverirsin sende. Din günü, ahirete hesap verme, sorgulama derken, bu solan çiğdeme karşı ve ondan önce katledilen ama ekranlarda gazete sayfalarında haber konusu olmayanlara karşı nasıl hesap vereceğimin sıkıntısı içimi kapladı. Mayıs sıkıntısı gibi. Pazar günlerinin sıkıntısı olur ya, onun gibi. Bir de Kitab’ın şu mısrasını okurken, artık çekil sahneden dedi içimdeki ses.

Yeter artık. Eyvahlar bize, bu din günüdür. Sorguya çekileceksiniz.” Buradan alnımın akıyla çıkmayacağım ve Tanrı’nın bana sıfır notunu vereceği kesin.  Zira 8 Mayıs’ta solan çiğdeme karşı hareketsizliğim beni de ele veriyordu. Utancın kahrı beni sarmaladı. Gitti bu duygu, tekrar kahırdan utanç yapıştı şah damarıma.

Yoksun. Yoksunuz.

İnsanlık da ümmet de yoktu. Yardım ise çalı-çırpı gibi gelip-geçici bir şeydi adeta. Terziden çıkma sözler ise yapma ve kof idi sosyal medya canavarının ağzında. Sonradan anladım ki, Tanrı’nın Sâffât süresindeki şu sözüydü beni kanatan. Bıçak darbeleriyle yaralayan. Karnımdan ve ruhumdan sıcak dost kelimeleri düşürmeyen. Çünkü 8 Mayıs’ta yine yoktum. Tanrının şu sözünde ise hiç yoktum.

Yani hiçtim: “Ne oluyor size, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz.” Ben hiçken, gazetelerimiz, STK’larımız hiçken, âlem-i İslam bir hiçken, Fatıma Doğu Kudüs’te gül gibi düştü. Üstelik Ebucehillerin postallarının yanıbaşında. Meğerse hepimiz sahifenin devamındaki şu mısrada gömülüymüşüz: “Hayır onlar, teslim olmuşlardı.” Evet, Fatıma biz teslim olduğumuz için yani bittiğimiz için-ŞİMDİlLİK-senin attığın çığlığı duyamadık. Ruhumuzu tırmalamadı. Ezip geçmedi, üzerimizden. Senin ölümün, bize kahır ve utanç olarak kaldı. Kimilerine ise çaresizlik payı.  

Ama bil ki Fatıma, sen Kudüs’sün. Kudüs’te sen. Çünkü yirmi kurşun bedenine düştüğünde, beş gün boyunca açtın. Annen senin beş gün boyunca yemeyip içmediğini söylüyordu ajanslara. Mahpuslardaki direniş çiçekleriyle beraber açlık grevindeydin. Baudelaire’in “Kötülük Çiçekleri”ndeki tüm kötülere karşı birer iyilik çiçeğiydin sen. Bizse, işin edebiyat yapma kısmında. Bu da bir acizlik ve tatminlik midir sence Fatıma? Yoksa modern cahiliyenin bize zerkettiği savunma mekanizmaları mı? Yineliyorum dünya duysun diye.  

Âlem-i İslam da duysun bu arada. Ey Fatıma, Sen Kudüs’sün. Kudüs’de Fatıma.  Ali Şeriati’nın “Fatıma Fatıma’dır” deyişi vardı ya onun gibi işte.  Ey Fatıma sen bize kahrı, öfkeyi, direnci ve utancı miras bırakmış bizim biricik Fatıma, Fatımamızsın.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş