metrika yandex
  • $32.19
  • 34.99
  • GA17650

Haberler / Yazı Dizisi

BEN RİTANE NAHUR / 3. BÖLÜM / YENİ İSMİM: BEN 2956

12.10.2021

BEN RİTANE NAHUR

3. BÖLÜM

YENİ İSMİM: BEN 2956

Elektronik Araştırma Geliştirme ve Üretim Merkezi Sorütnam, başkent Natka’ya 60 km. uzaklıkta düz ve büyük bir arazi üzerine nerde ise yeni bir şehir olarak kurulmuş. Giriş ve çıkış aynı büyük kapıdan yapılıyor ve her metrekarenin altı ve üstünde ileri düzey güvenlik önlemleri alınmış. Arazinin tamamı yüksek duvarlar, kameralar, okuyucular, sismik, manyetik ve fiber sensörler ile donatılmış. İçerde ve yakın çevrede bulunan her şey izleniyor.

Arazinin tam ortasında araştırma merkezi var ve merkeze 10 km. mesafede dairesel olarak konutlar ve sosyal tesisler kurulmuş. Tüm çalışanlar burada kalıyor. İçinde küçük teknelerin olduğu yapay dere ve göletlerin kenarlarına kumsal alanlar yapılmış. Rengârenk ağaçların altındaki yürüyüş yolları tüm konutlarla bağlantılı ve konutlara 500 metre aralıklarla alışveriş, yemek, bakım, sağlık, spor vb. gibi sosyal alanlar var. Sosyal alanlarda en fazla iki kişi olarak yemek yenebiliyor. Toplu halde yemek, gereğinden fazla zaman harcandığı, çeşitli konuların uluorta konuşulduğu, yararlı faaliyetlerden alıkoyduğu, gruplaşmalara ve dengesiz beslenmeye ortam oluşturduğu gibi bazı nedenlerle yasaklanmış. Bu kural en başından beri böyle imiş.

İkametgâh bölgesi içinde bana tahsis edilen konutumda üç gün misafir edileceğim. Bölgenin atmosferine ve florasına alışmam gerekiyormuş. Konut bölgesinde görünürde hiç görevli olmadığı için evin neresinde olursam olayım, monitörlere “2956” diye seslenip kimi zaman yazılı kimi zaman da sesli konuşma yapabiliyorum. Onlar da bana “2956” diye sesleniyor. Herkesin kod ismi olduğu gibi benim yeni ismim de 2956. Her nerede olursam olayım rakamsal tanımlama gerekirse ve seçme hakkım olursa bu numarayı seçerim. Nedeni yıllar önce yollarımızın ayrıldığı kayıp kardeşim.

Yemeğim ve diğer ihtiyaçlarım hole gelen küçük asansör ile gönderiliyor. Asansörün içinden metal bir aksam dönerek çıkıyor ve asansörün karşısındaki metal blok ile birleşip getirdiklerini içine bırakıyor. Blok, giren materyali tanımlanıyor ve kayıtlıyor. Evde en sevdiğim bölüm, konutun yarısını kaplayan ve 3 tarafı reflekte cam olan bölüm oldu. Bitkiler, spor aletleri, müzik monitörü, büyük bir jakuzi ve ayak ucuna doğru kumsal bir alan vardı. Ön camları istediğimde açabiliyor jakuziden çıkıp kumda uzanabiliyorum.

Bu süre içinde detaylı incelemelerden geçtim. El, yüz, göz tanımlamalarım yapıldı; organ ve eklem haritam çıkarıldı. Kan, tükürük, idrar ve doku örneklerim alındı. Nihayet dördüncü gün Enformasyon Direktörü Urgu Hanım beni aldı ve Sorütnam’ın dış girişindeki odasına götürdü. Dıştan çok sade görünen kare şeklindeki beyaz bir binaya bu kadar yaklaşmış olmak beni heyecanlandırdı. Urgu Hanım; zayıf, uzun boylu, konuşkan biri idi. Konuşurken kaşlarını kaldırıp büyük gözlerini sürekli açtığı için gözünün beyaz tabakası dikkat çekiyordu.

“Üst kurul üyeleri, sizinle yapakları görüşmelerden önce üretim alanlarımızı gezip görmenizi istediler.” dedi ve Sorütnam’a giriş sürecini anlattı. Bireysel kodlama yapıldıktan sonra içeri girmek için özel başlık, ayakkabı ve kıyafet giyecektim.

Tüm kodlamaları yapmak üzere Personel Başkanı Asnat Bey geldi. 30’lu yaşlarda olmasına rağmen yaşlı biri ya da uykudan uyanmış gibi konuşuyordu. Baş ve orta parmağını tarak gibi kullanarak saçlarını tepesinden omuzuna doğru sık sık düzeltiyordu. Son yıllarda ünlü olan Dasya Ayanka isimli bir sarkıcıya benziyordu ve siyah saçlarını aynı onun gibi uzatmıştı. Hatta bir an şarkıcının kendisi mi diye uzun uzun inceledim. Asnat 2 yıldır bu görevde imiş. Sevimli bir gençti ancak pek konuşmayan biri olduğu kesindi. Saat 10.30 gibi Urgu Hanım özel kıyafetlerimi tanıtarak teslim etti ve giyinme odalarının olduğu alana aldı. Kıyafetlerin üzerinde kimlik tanımlarım, kapı geçiş kontrollerini sağlayan düğmeler, kayıt yapan aksamlar, güvenlik alarmı, sağlık bulguları takip sistemi gibi birçok elektronik bölüm vardı. Tabii beni izleyecekleri sistem de mevcuttu. Tüm bu özelliklere rağmen oldukça hafifti. Urgu Hanım ve Asnat Bey de özel ve farklı bir kıyafet giydiler; depolama, test, üretim bölümlerini gezmek için Merkezin içine girdik.

Uzun süredir merak ettiğim Sorütnam’ın içine girerken nedenini anlamadım ama heyecanım kaybolmuş, içimi sakinlik kaplamıştı. Burası görünürde herhangi bir üretim tesisi gibi idi ve ben de sanki sıradan bir işe başlıyordum.

Bir an burada ne robot silah ne de yapay organ üretiliyor olamaz; birileri hedef şaşırtmak, devleti oyalamak için burayı kullanıyor olabilir diye düşündüm. İlk yıllarda beş bölümde üretim yapılıyormuş. Şu anda sadece iki bölümde kısmi üretim yapılıyor. Bölümlere renk isimleri verilmiş. Mavi saha adı verilen bölümde daha çok televizyon ve soğutucular olmak üzere elektronik ev eşyaları, yeşil saha da ise kalp hastaları için kalp monitörü, EKG, EKO gibi cihazlar üretiliyordu. Diğer bölümlerde üretim durmuştu. Devasa cihazlar, fırınlar, mikroskoplar, bantlar, makineler ve tüm parkurlar öylece hareketsiz duruyordu.

Ülkem Simedlam’ın sadece insanları değil makinaları bile susturulmuş ve uyutulmuştu. Aisonaliz Grubu ince, detaylı, emare vermeyen planlarını tek tek devreye sokuyor, kimsenin çıtı çıkmıyor ve hatta onların yaptıklarını alkışlıyorlardı. Bu ara sık sık yangın senaryoları oynanıyordu. Üç ay önce yeni kurulmakta olan nükleer enerji santraline karşı yeni bir yangın tiyatrosu daha sahnelenmişti. Sömürgeci Aisonaliz ülkeleri enerjilerinin çoğunu nükleer santrallerden karşılarken benim ülkemde çevreye zarar vereceği iddia edilerek kurulmakta olan santrale karşı toplum kışkırtılıyordu. Bu kışkırtmalar sonucu çevreci derneklerin binlerce üyesi bir araya gelerek nükleer enerji santraline yürüdüler ve ablukaya alıp ateşe verdiler. İşin garip tarafı güvenlik güçleri, yangın çıkartılacağını beklemediklerini iddia ederek hiçbir şey yapmamış ya da yapamamıştı. Yangın sırasında çıkan arbede nedeni ile birkaç kişi öldü. Ölen kişilerden biri de 18-19 yaşlarında annesi-babası olmayan ve kardeşlerine bakan genç bir kızdı. Medya bu işe hemen el attı ve günlerce her türlü mecrada bu kıza yer verildi. Bu kızın, kazada ölen annesi babası, ilkokula giden kardeşleri, tezgâhtarlık yaptığı işyeri ve tüm hayatı günlerce dramatik hikâyeler, acıklı müzikler, videolar, fotoğraflarla ülkenin gündemine oturtuldu. Canlı yayınlar eşliğinde geride kalan iki kardeşin de gözyaşları ile katıldığı toplu dua ve anma törenleri yapıldı. Halk günlerce ağıtlar yaktı, yas tuttu ve nükleer santrale kin kustu. Nihayet ortalık durulduğunda toplumun bilinçaltına hastalıklı yeni bir öğreti daha girmişti. “Nükleer santral demek güzel yürekli genç kızların ölmesi demekti” ve artık herkes nükleer santral yapılmasına karşı idi. Tüm olanları şaşkınlık, üzüntü ve öfke ile izledim. Koskoca nükleer santral ateşe verilmişti ve bunu yapanlar kahraman olmuştu.

Sömürgeci Aisonaliz toplumun, kurumların ve bireylerin kılcal damarlarına kadar sızmış; istediği oyunu, istediği yöntemlerle ve istediği zamanda oynuyordu. Biz onların planlarına göre duygulanıyor, düşünüyor, öfkeleniyor, ağlıyorduk. Ha ülkemin insanları ha Sorütmam’daki makinalar, bunların birbirinden farkı yoktu. Ancak butona basılırsa hareket ediyor yoksa narkoz almışçasına ölçüp biçmeden, tartmadan, düşünmeden öylece tepkisiz duruyorlardı.

Depolama, üretim ve test alanlarını hızlıca gezdikten sonra Urgu Hanım nazikçe “Alt katlar faaliyette değil ama arzu ederseniz söyle bir dolaşabiliriz.” dedi. Ben zaten en çok alt katları merak ediyordum. Girişin hemen altındaki katta devasa laboratuvarlar vardı. Depolama alanından gelen hammadde ve cevherler ayrıştırılıyor, test ediliyor ve işleniyordu. Laboratuvarların altında üç kat daha vardı. Bu bölümlerin sadece dış koridorlarını gezdik. Özel alanlar buralarda bir yerlerde olmalıydı. Urgu Hanım, dar bir koridorun gerisindeki alanı göstererek “ Burası eskiden tıbbi cihaz araştırma ve üretim bölümüydü.” dedi.

Bilerek yönümü şaşırmış gibi yapıp hızlıca dirseğimi duvara çarptım. Esnek bir duvardı. Yüzeyin hemen altında var olduğunu düşündüğüm sistemlerden hafifçe tıslayan sesler geldi. Urgu imalı bir ses tonu ile gülümseyerek

“Dikkat edin ilk günden başınıza bir şey gelmesin.” dedi. Burası diğer bölümlere benzemiyordu, duvar yüzeyinin hemen altında güvenliği sağlayan daha ileri sistemler olmalıydı. Karşı duvarda ne olduğunu anlamak için birkaç adım atıp sohbet etmek isteyen bir tarzda sırtımı duvara yasladım, ayaklarımı birbirine doladım, kollarımı arkaya kavuşturup parmak uçlarımla duvara ufak darbeler vurarak “Urgu Hanım burası ne zamandan beri kapalı?” dedim.

Sırtımı yasladığım duvar esnekti ve arkası boş bir yüzeyden çıkabilecek sesi algıladım. Gerçek duvarla arasında muhtemel bir insan geçebilecek kadar boşluk olmalıydı.

Urgu Hanım “Sanırım beş, altı yıldır filan.” dedi durakladı ve “Astalan Tamil sonrası” dedi. Donmuş gibi bir süre bakıştık. Astalan Tamil, robot askeri yaptığı söylenen bilim kadını idi. Nerde olduğu, ne yaptığı, ölü mü sağ mı olduğu bilinmediği için efsane bir isim olmuştu. Tam şu anda, burada ondan bahsedileceğini hiç beklemiyordum.

Fargo galiba saf göründüğüm konusunda haklıydı. Yine yersiz ve garip sorularımdan birini sormuş bulundum “Astanal Tamil nerede?” dedim. Ses tonum heyecanımdan olsa gerek yüksek çıkmıştı ama herhangi bir cihazı sorar gibi sormuştum. Ülkemin hatta dünyadaki birçok ülkenin aradığı kişiyi Urgu ve Asnat’a sormak gerçekten abes hatta gülünç bir durum oluşturmuştu. Alık alık yüzüme bakıp duruyorlardı. İkisinin yüzüne tekrar dik dik ve sorgulayıcı bakarak “ Astanal Tamil nerede?” dedim. Birbirlerine baktılar. Urgu ne yapacağını bilmeyen şaşkın ve panik davranışlar gösterse de hemen toparlandı ve gülümseyerek “Her yer de olabilir, belki de ölmüştür.” dedi.

Ben de gülümsedim ve hemen ekledim “Belki de buralarda bir yerdedir.” dedim ve bu cümleyi söylemeden önce kıyafetimdeki kayıt sistemini harekete geçirdim. Urgu’nun çok şaşırması ilgimi çektiği için mimik, ifade, göz ve vücut hareketlerini daha sonra incelemek istiyordum. Urgu, iki elini yana açarak “Arayıp bulalım o zaman.” dedi. “Bulalım elbette!” dedim. Üçümüz bir süre bakıştık ve kaldığımız yerden devam etmek için uzun uzun gülümseyerek kendimizi resetledik.

Alt bölümlerin sadece dış koridorlarını gezip genel bilgi aldıktan sonra saat 13.00 gibi mola vermek üzere “Terapötik Bölge” dedikleri alana geçtik. Burası rahatlatıcı, destekleyici ve geliştirici bir ortam olarak planlanmış harika bir yerdi. Doğal toprakla kaplı bu alana çıplak ayak ile giriliyordu. Bu çok iyi düşünülmüş bir kuraldı. Ayakkabıları çıkarmak, ani bir rahatlamaya neden oluyor ve daha içeri girerken keyifli bir değişim yaşanıyordu. Muhteşem ağaç ve bitkilerin olduğu küçük bahçeler, loca balkonlar, müzik aletlerinin olduğu odalar, spor, bakım, masaj üniteleri, yüzme havuzu, toplantı, yiyecek içecek alanları, psikologlar, sosyologlar, terapistler ve diğer görevliler vardı. Burayı görünce çok şaşırdım ve kendimi tatile gelmiş gibi hissettim. Alanı gezerken bu kattaki çalışanların çoğunun Urgu ile anlık ve olumlu göz teması kurduğunu algıladım. Muhtemelen Sorütnam’daki çoğu kişi bu “Terapötik Bölge” adı verilen muhteşem alana geliyor, görevlilerle sohbet ediyor, bu keyifli ortamda ister istemez bir şeyler paylaşıyor ve Urgu’da buradaki görevlilerden bilgi alıyor olmalıydı.

Mavi ağaçlı, gün ışığı alan loca şeklindeki balkonlardan birine oturduk. Bir şeyler yedikten sonra koltukları yarı uzanır ve masaj yapar duruma getirdik. Urgu, Teröpatik Bölgeyi anlatıyor, Asnat ara ara baş sallayarak ‘evet, öyle’ gibi kelimelerle katılıyordu. Bir şeyler içerek bir süre sohbet ettik. Daha çok da madeni hammadde taşıyan üç tırın iki gün önce zincirleme kaza yapması ve uçuruma yuvarlanarak yanması konusunda konuştuk. Bu kaza Sorütnam’da yapılan üretimi etkileyebilirmiş. Özel koltukta yarı uzanmış, tabanımdaki refleks bölgelerime masaj yapan üniteye ayaklarımı koymuş, şarkıcı Dasya Ayanka’nın “Geleceğe gitmeyelim” isimli tuhaf parçası eşliğinde bitki karışımımı içerken Urgu ve Asnat, Sorütnam ile ilgili bazı söylentileri önce onlardan duymamın iyi olacağını söyleyerek yumuşak cümlelerle konuya girdiler.

Herhangi bir suikast ya da yaralama girişiminde bulunan kişi, üzerindeki kıyafet sayesinde uzaktan etkisizleştiriliyormuş. Sonra 4 kişilik bir ekip geliyor, suçluyu küçük bir kabine bindirip götürüyormuş. Yine merkezin zararına olabilecek diğer ciddi suçlarda da kişiler birbirini durdurabiliyor ve inceleme isteyebiliyormuş. İnceleme sonucunda suçlu bulunanı yine küçük kabin gelip alıyormuş. “Götürüldükten sonraki süreç nasıl oluyor?” dedim. Urgu, kaşlarını kaldırarak kurgu filmden bahseden bir tavır ve kısık bir ses tonu ile “Bir kısmının öldürüldüğü, bir kısmının beyin fonksiyonlarının bozularak salıverildiği, bir kısmının da yapay organ laboratuvarında denek amaçlı kullanıldığı söylentiler arasında.” dedi. Üstüne bastıra bastıra “Bu söylentilere inanacak olursak suça bağlı değişiyormuş.” diye ekledikten sonra yüksek sesle güldü ve abes bir konudan bahseder gibi dudağını büktü “İşte böyle şeyler söylüyorlar, ister inanırsınız ister inanmazsınız.” dedi. Afallama sırası bana gelmişti. Urgu, inanmadığı bir durumu başkalarından duymuş gibi anlatacak bir konumda değildi. Hem anlatıyor hem de anlattıklarına inanmıyor gibi görünerek ne yapmaya çalışıyordu? Bunu niye şimdi burada anlatmıştı ki? Bir sebebi var mıydı? Ya da laf olsun diye mi anlattı bilmiyorum ama keyfim kaçmıştı. Dinlerken ayak parmaklarımın kasıldığını fark ettim. Birkaç dakika herkes sustu.

Asnat, “Bence artık Yanel Bey ve Pakinar Bey’le görüşme zamanı geldi” dedi. Urgu, hızlıca ayağa kalktı “2956, Ritane Nahur lütfen şöyle buyurun “ dedi.

“ Hadi o zaman, Buradaki görevimin detaylarını ben de öğreneyim bir an önce” dedim.

Bu cümleyi öyle safça söylemiştim ve ses tonum öyle çocuksu çıkmıştı ki Urgu da Asnat da önce şaşkın şaşkın bana sonra da birbirilerine baktılar. Eminim ki heyecanla bekledikleri gizemli kişinin ben olmadığımı düşündüler ve hayal kırıklığına uğradılar.

Yorum Ekle
Yorumlar (2)
Doğan Çakmak | 15.10.2021 00:37
Merakla bekliyorum, ilginç bir anlatım. Hikâye mi roman mı tam bilemedim ama bir süre sonra anlaşılır nasılsa
Feyza gemici | 14.10.2021 21:10
Bu hikâye anladigim kadarı ile bizim ülkemizde geçiyor