2b-Yanlış Şehirleşme Politikaları: 1. Dünya savaşı öncesinde Japon hükümdarlarından birisi tarımda kalkınma yoluyla halkını doyuramayacağını düşünerek, köylüsünün tarımdan sürekli zarar etmesini sağlayarak, şehirlere göç etmesini ve bu suretle sanayileşmenin insan kaynağını oluşturabileceğini düşünmüş ve bu politikayı uygulamaya koyarak Japonya’yı dünyanın en büyük sanayi ülkelerinden birisi yapmıştır.
Ülkemizde ise 1970’li yıllarda başlayan 90’lı yıllardan sonra hızlanan ve 2000 li yıllardan sonra artık doruğuna ulaşan kırsaldan şehirlere göç; bir miktar sanayileşmeye katkıda bulunmuş olsa da, insan doğasına aykırı şehirleşme ve gayrimenkul üzerinden haksız, kolay ve hileli kazanç ekonomisi oluşturmaktan başka bir işe yaramamış ve şehre en son gelenin en fazla risk üstlendiği ve kendinden bir öncekini fonladığı tam bir saadet zincirine dönüşmüştür.
Çarpık şehirleşme ve sanayileşme politikaları sebebiyle şehirlere olan göçler; konut ve işyeri fiyatlarını ve kira bedellerini sürekli olarak artırmıştır.Yüksek arsa fiyatları konut bedellerini şişirmiş ve buna bir de yüksek talep sebebiyle oluşan fiyat yükselmeleri eklendiğinde konut ve işyeri fiyatları katlanamaz boyutlara gelmiştir. Öyleki büyük şehirlerde konut ve iş yeri fiyatları maliyet bedelinin 5-10 katına varan satış fiyatlarına ulaşmıştır. İç ve dış borçlanmalarla elde edilen sermaye; maliyetlerinin çok üzerinde şişkin bedellere ulaşmış arsa ve inşaatlara gitmiştir.
Bunun yanında AVM’lerdeki dolar bazında kat kat yüksek olarak belirlenen gayrimenkul fiyatları ve kira bedelleri, satılan ürünlerin üzerine yansıtılarak maliyet enflasyonu oluşmasına büyük katkılar sağlamaktadır.
Şehir içi ulaşımın giderek karmaşık hale gelmesi ve pahalılaşması da şehirde yaşamayı mali olarak ağırlaştıran yani enflasyon oluşturan unsurların başında gelmektedir.
Yine özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, gibi büyük şehirlerin tarımsal üretim noktalarına uzak olması sebebiyle yüksek nakliye bedellerinin gıda fiyatlarına yansıması, hal ve pazar yeri fiyatlarındaki yüksek kiralar da yine gıda ürünlerinin fiyatlarının sürekli artırmasına sebep olmaktadır.
Gerek deprem bölgesinde ve gerekse başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun bir çok şehrinde maalesef tarım alanlarına kalitesiz, sağlıksız ve depreme dayanıksız olarak inşa edilen konut ve iş yerlerinin yıkılması ve/veya yıkılma tehdidi altında olması; büyük bir varlık kaybının yanı sıra gelecekte oluşacak harcamalar sebebiyle de büyük bir enflasyon kaynağı oluşturmaktadır/oluşturacaktır.
Nitekim 6 Şubat depreminde yıkılan binaların Ülkemize olan maliyetinin 104 milyar dolar olduğu Sn Cumhurbaşkanı tarafından açıklanmıştır. Bu bedelin tamamı toplum tarafından ilave vergi ve zamlar yoluyla finanse edilecektir.
Şehirleşme anlayışının yeniden gözden geçirilerek, telafi edici vergilendirme yöntemleri ve cezbedici politikalarla Ülkenin her yanına yayılmış dengeli yeni bir sanayileşme stratejisinin benimsenerek, büyük şehirlerin nüfusunun 15-20 yıl içerisinde %25 oranında azaltılması, gelecek nesillerin hem daha ucuz hem de daha kaliteli hayat sürecek evlerde oturmasına imkan sağlayacaktır.
Bunun yanında yeni yerleşim alanlarının mutlak suretle kamulaştırılarak arsa rantına son verilmesi ve konut/işyeri yapılacak binaların arsasına 70 yıllık kullanım hakkı verilerek insanlara satılması gerekir.
Aksi durumda insan emeğinin haksız değersizleşmesinin (enflasyonun) bir takım insanların da haksız zenginleşmesinin önüne geçilemeyecektir.
2c-Dengesiz Sanayileşme ve Lojistik Politikaları: Ülkemizdeki sanayileşme ve buna bağlı lojistik altyapısı; denizlere yakın olmanın da etkisiyle karayolu ağırlıklı olarak batı illerimizde yoğunlaşmıştır. Bu yoğunlaşma yanlış şehirleşmeyi de beraberinde getirmiştir.
Gelişen ülkelere baktığımızda dengeli sanayileşmenin ve şehirleşmenin altyapısında mutlaka yük ve yolcu taşımacılığını beraber yapan gidiş-gelişli demir yolu ağları bulunmaktadır. Şehirler ve sanayi merkezleri bu yollara balık kılçığı şeklindeki iltisak yollarıyla veya kara yollarıyla bağlanarak, ülkelerde lojistik maliyetleri açısından dengeli bir sanayileşmenin önünün açıldığını görmekteyiz. Bu ülkelerde üretilen mallar en ucuz ve kolay yöntemlerle ülke içi ve dışı limanlara aktarılmakta ve yine bu yollarda hızlı bir şekilde yolcu taşımacılığı da yapılmaktadır.
Osmanlı Devletinin son dönemleri ve Cumhuriyetin ilk yıllarında demir yollarına oldukça ağırlık verildiğini, sanayi ve şehirlerin buna göre geliştiğini görmekteyiz.
Ülkemizde maalesef 1950 li yıllardan sonra yük taşıma amaçlı olarak demiryolları yatırımına ağırlık verilmemiştir. 1961 de Ankara’da askerliğini yapan rahmetli babam 25 saate Erzurum’dan Ankara’ya trenle geldiğini söylerdi. Ben de 1987 yılında trenle Erzurum’a 24-25 saate gitmiştim. Bugün de seyahat süresinin aynı olduğunu öğrendim. Demiryolu ile yük naklinde bu süre daha da uzamaktadır.
Eti Maden’de yöneticilik yaptığım yıllarda demiryolu taşımacılığının önemini çok daha iyi kavramıştım. O yıllarda üretilen malların limanlara varış süresi geç de olsa demiryolu ile taşınmasını sağlayacak çok önemli kararlar alıp uygulamıştık. Bu şekilde kalite, trafik güvenliği ve maliyet yönünden oldukça avantajlı lojistik faaliyetleri gerçekleştirilmişti.
Bugün Türkiye’de yurt içi yolcu ve yük taşımacılığının çok büyük oranda maalesef karayoluyla yapılması sebebiyle Ülkemiz, dünyadaki en büyük tır ve otobüs filolarına sahip ülkelerden birisi olmuştur. Her birinin değeri milyon dolara ulaşan otobüs ve tırlarla karayoluyla taşımacılığı yapılması yönündeki Ülke tercihi, taşımacılıktaki maliyetlerin asla düşmeyeceğinin ve lojistik maliyetlerin asla azalmayacağının net göstergesidir.
Zira lojistikte ister yük isterse insan taşıma araçları, bunların yedek parçaları, akaryakıt tamamen ithal girdiyle karşılanmaktadır. Her yıl yenilenen teknoloji veya eskime nedeniyle 5-6 yılda bir kamyonların, otobüslerin, otomobillerin değiştirilmesi sonucu ithalat bağımlılığı giderek artmaktadır. Petrol ve döviz fiyatlarındaki artışlar anında lojistik maliyetlerinin yükselmesine sebebiyet vermekte ve bu da tükettiğimiz mal ve hizmetlerinin maliyetinin anında ve sürekli artmasına zemin hazırlayarak emeğin değersizleşmesine sebep olmaktadır.
Bunun yanında bölgesel kalkınmışlık farkını en aza indirecek yegane unsur, lojistik faaliyetlerinin iyi yönetilmesidir. Zira yatırım kararlarında ilk olarak dikkate alınan konu, lojistik imkan ve maliyetleridir. Türkiye lojistik imkan ve kabiliyetlerini deniz ve demiryolu ile yük taşımacılığı yapacak şekilde değiştirip artırmadıkça asla ucuz mal ve hizmet üretemeyecek ve tüketemeyecektir. Lojistik maliyetleri ucuzlamadıkça enflasyon düşmeyecektir.
Her yıl binlerce insanımızın karayollarındaki trafik kazalarında ölmesi ve bunun yanında meydana gelen mal kayıpları da bunun cabasıdır.
Devam edecek...
ABD Seçiminin Tarafları | Hamza Er
07.11.2024
DİN VE DEVRİM / Muharrem BALCI
14.10.2024
Direnişin Cesur Lideri Şehid Oldu..
18.10.2024
Tarih böyle alçaklık görmedi
16.10.2024
Söz mü Eylem mi.. Nereye? CAVİT OKUR 20.10.2024