Yargıtay ve Anayasa mahkemesi arasında ortaya çıkan yetki tartışması ve bu eksende süren tartışmalar, hiç kuşku yok ki, yargı üzerinden siyasal bir hesaplaşmaya da işaret ediyor.
Yargı etrafında dönen tartışma, Türkiye halkının hukuk bilincinin zayıflığına ve bu konudaki duyarsızlığına da işaret ediyor. Bu zayıf bilincin oluşumundaki temel etkenlerden biri, hukuk bilincini siyasal otorite karşısında ikincil konuma düşüren tarihsel mirastır. Milliyetçilik, muhafazakarlık ve sağcılık etrafında kurumsallaşan "şanlı tarih" ve “kutsal devlet” anlayışı, hukuku devletin siyasal iktidarını devam ettiren bir araç olarak kodlamıştır. Bu anlayış geçmiş üzerinden yapılan hataların ve hukuk ihlallerinin üstünü örten bir işlev üretiyor. Bu mantık ordu üzerinde de bir kutsallık zırhı oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda devlet üzerinden hukuk dışı eylemlere de kapı aralıyor. Oysa Türk ordusu, görev alanı dışına sıkça çıkarak, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbe muhtıra ve darbe girişimlerinde büyük zulümlerin yaşanmasına neden olmuştur. "Şanlı tarih" ve “kutsal devlet” algısı eleştiriyi ve farklı siyasal anlayışları ortadan kaldırıyor. Eleştirinin ortadan kalkması, bir yandan özeleştiri kültürünü yok ediyor, diğer yandan yeni ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmasını engelliyor. Bu anlayışın egemen olduğu toplumlarda devlet kurumlarına karşı eleştirel bir duruş geliştirmek nerdeyse imkansızdır.
Muhafazakar dindar kitlenin devletçi ve güvenlikçi bir pozisyona savrulması, tarihsel mirasın yanında Türk solunun pratik siyasal tavrıyla ilgili bir tepkisellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Solun din karşısındaki inkarcı ve ateist tavrı, hiç hak etmedikleri halde sağ muhafazakar partilere, inançlarını önemseyen halkın büyük destek vermesini sağladı. Solun inkarcı tavrından ürken kitleler, sağ- muhafazakar - milliyetçi partilere yöneldi. Sağ muhafazakar milliyetçi partiler, uzun yıllar çok fazla bir şey yapmadan halkın desteğini almayı başardılar. Bu noktada nispeten farklılaşan Milli görüş geleneği oldu. Milli görüş içinden çıkan Ak Parti iktidarının ilk döneminde büyük değişimlere imza attı. Ancak gelinen noktada yaşanan ideolojik kırılma, MHP ile işbirliğinin de etkisiyle milliyetçileşme, sağcılaşma, muhafazakarlaşma öne çıktı. Milliyetçileşen, sağcılaşan ve muhafazakarlaşan iktidarların varacağı yer değişim, hukuk ve adalet arayışının derinleşmesi yerine statükonun korunmasıdır.
Öyle görülüyor ki, hem hukuk, adalet ve özgürlük arayışının hem de İslamcılığın önündeki en önemli tehlikeler milliyetçilik, muhafazakarlık ve sağcılıktır. Son yıllardamuhafazakarlık ve milliyetçiliğin baskın olduğu bu çarpık yönelişin ortaya çıkardığı sonuç, sisteme karşı eleştirel bir duruş sergileyen İslamcılığın da büyük ölçüde sisteme entegre edilmesidir.
Hukuk konusunda yaşanan tartışmanın bir ayağını da, Türkiye'de bir süredir uygulanan Başkanlık sisteminin hukuki alt yapısının hala oluşturulamamamış olmasıdır. Tartışmanın, iktidarın zaman zaman anlaşamadığı ve ters düştüğü Anayasa Mahkemesi üzerinden yürütülmesi de anlamlıdır. Öyle görülüyor ki, yeni anayasa tartışmalarının odak noktasını yargı organları arasındaki çatışma oluşturacaktır. Bence bu çatışma kısa vadede çözülmeyip, neden yeni bir anayasa gerektiği konusunda argüman olarak kullanılacaktır. Güvenliği ve istikrarı önemseyen ve bu yüzden devlet organları arasında bir anlaşmazlık ve çatışmaya sıcak bakmayan seçmenden bu konuda onay almak zor olmayacaktır.
Anayasa Mahkemeleri, Avrupa ülkelerinde genellikle halkı devlete karşı hukuki olarak koruma işlevini üstlenmiştir. Türkiye'de ise 27 Mayıs darbesinden sonra devleti halka karşı korumak amacıyla oluşturulmuştur. Bu görevini, tüm darbelerde olduğu gibi, 12 Eylül ve özellikle 28 Şubat'ta yerine getirmiştir.
Ancak Özal'dan sonra, değişen konjonktür dolayısıyla, bu kuruma bireysel hak ve özgürlükleri önemseyen liberal hukukçular atanmaya başlamıştır. Bu hukukçular sayesinde Anayasa Mahkemesinin hukuk mantığını bireysel haklar yönünde dönüştürmüştür. Aslında bu dönüşüm sistemin istediği ve Anayasa Mahkemesinin kuruluş felsefesine aykırı idi.
Anayasa Mahkemesinin kuruluş misyonu bürokratik oligarşiyi tehlikeye düşürecek sivil ve politiksüreçlerin önünü tıkamak ve devletin yanında pozisyon almaktır. Şimdi ise Anayasa Mahkemesi, bütün sorunlara karşın, hukuk sistemi içinde hak, hukuk ve adaleti savunan bir kurum durumundadır. Asıl büyük sorun ise Türkiye' de siyaset ve hukuk ilişkisinin sağlıklı bir zemine oturmamasıdır.
Cumhuriyet modernleşmesi sürecinde hukuk sistemi muhalefeti susturmak için en önemli araç olarak kullanılmıştır. İstiklal Mahkemelerinden beri hukuk bu şekilde araçsallaştırılmıştır.
28 Şubat sürecinde Refah Partisine karşı uygulanan mantık, her biri Kurtuluş Savaşı'nın üst düzey komutanlarından olan Kazım Karabekir'in kurduğu "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" ve Rauf Orbay'ın kurduğu " Serbest Cumhuriyet Fırkasına uygulanan mantığın aynısıdır.
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tel Aviv'de operasyon
01.10.2024
İran, İsrail'i Vurdu
01.10.2024
Husiler, ABD SİHA'sını düşürdü
01.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
Allah Var! Gam Yok! AHMET SEMİH TORUN 01.10.2024
my body my decision MUSTAFA AKMEŞE 03.10.2024
İktidar ve Toplum YUSUF YAVUZYILMAZ 05.10.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024
SEVGİLİ AYŞENUR MÜSAADEN OLURSA… ESRA DURU 12.09.2024