Disiplinsizlik yapan, korsan yemin metni okuyan, siyasal iktidara meydan okuyan, askeri darbeyi çağrıştıran tutum takınan kişiler "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganını atmakla masum mu oluyor? Bu eleştirinin siyasal iktidarın kim olduğu ile ya da siyasal iktidarı desteklemekle ilgisi yoktur. Değerlendirme ilkeseldir. Mustafa Kemal, hukuksuzluk yapanların arkasına sığınacağı bir bariyer değildir.
Her kesim (parti, grup, örgüt, cemaat, ideolojik yandaşlık) kendi ideolojisine yakın olan kişilerin hukuk ihlallerini görmezden geliyor. Teğmenler olayının içyüzü budur. Hukukun bu kadar araçsallaştırıldığı bir ortamda kalıcı değerler kurmak bir hayli zordur.
Türkiye siyaset tarihinde bu sloganın soy kütüğünü çıkarmak mümkündür. Bu çaba bizi sloganın arkasındaki zihniyetin beslendiği zeminle buluşturacaktır. Hatırlanacağı üzere “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganı, 27 Mayıs Darbesi, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül Darbesi, 28 Şubat Postmodern Darbesi, FETÖ Darbe Girişimi’nin zihniyet dünyası ile buluşturacaktır.
Teğmenlerin eylemini savunanlar Cumhuriyet yönetimini öne çıkarıyorlar. Ancak bu masum bir çıkış değildir. Bu kavramın arkasına gizlenerek otoriterliğe selam veriyor, sevmedikleri iktidarı devirecek bir askeri darbeye destek oluyorlar. Israrla "Demokratik Cumhuriyet," "hukuk devleti," "insan hakları" ve "inanç özgürlüğü", "adalet" kavramlarını kullanmıyorlar. Biliyorlar ki, Cumhuriyet ile demokrasi arasında zorunlu bir ilişki yoktur. İngiltere monarşik krallık ancak bizden çok daha demokratik hukuk devletidir. Çin ve Kuzey Kore de cumhuriyettir kuşkusuz. Ancak demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda İngiltere’nin bir hayli uzağındalar. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk 27 yıllık Tek Parti Dönemi cumhuriyettir kuşkusuz. Ancak cumhuriyet olmasına karşın, demokratik bir hukuk devleti değildir; insan hakları ve özgürlükler ise son derece sınırlıdır. Bu yüzden salt "Yaşasın Cumhuriyet", sloganı yetmez; demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler konusunda da taraf olmak gerekiyor. “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganını atanlar, "Yaşasın sivil demokratik hukuk devleti ve özgürlükler" diyemiyorlar; çünkü savundukları ve idealleştirdikleri dönemde bu değerlere referans bulmaları oldukça zordur. Ne yazık ki, " Yaşasın Cumhuriyet " kavramı otoriterliğe zemin olarak kullanılıyor. Bütün darbeciler aynı sloganı kullanıyorlar. Yani slogan doğru kullanımı yanlıştır. Daha doğrusu kelimenin sicili bozulmuş ve demokratik düzene müdahale etmeyi meşru hale getirmiştir.
Teğmenler konusundaki tartışma, diğer bütün alanlarda yaşanan tartışmalar gibi, amacından saptırılıyor. Teğmenlerin bireysel yeterlilikleri ve askeri başarıları değildir tartışılması gereken konu. Asıl sorun, asker içindeki cuntacı zihniyete özlem duyan, imkan bulduğunda bunu ortaya çıkaran, sorunlu zihin yapısıdır. Attıkları sloganın ne anlama geldiğini bunca darbe tecrübesi yaşamış kişiler olarak biliyoruz. Mevcut iktidarın eleştirilecek birçok uygulamasının olduğu bir gerçektir. Ancak askeri darbe özlemlerinin dillendirildiği, bir törenin arkasına sığınarak yapılan eleştiri ahlaki ve tutarlı değildir. Siyasal iktidarı eleştirmek meşru bir demokratik hak iken, Türkiye'ye en büyük zararı veren darbe özlemi duyanlarla aynı saflarda durmak sağlıklı bir yaklaşım değildir. Eleştiriler, adalet, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti ve denetlenebilir sivil yönetim ekseninde yapılmalıdır. Darbe, bu ilkelere en uzak yönetim biçimidir. Genç bayan teğmenlerin fotoğraflarımı yayınlayarak duygu sömürüsü yapmanın, olayı sıradanlaştırmaya çalışmanın hiç bir anlamı yoktur. Muhalefet ederken darbe özleminin arkasında hizalanmak içindeki faşizmi dışa vurmak için kullanılan bir araçtır.
Sivil demokratik ve çoğulcu siyaseti savunmak, ilkesel olarak askerin siyaset üzerindeki etkisini reddetmeyi gerektirir. Tarih askeriye hakkında ortaya çıkan sorunları görmezden gelen siyasal iktidarların bir süre sonra darbeye maruz kaldıklarını göstermektedir.
Partizanlık, akrabalık, ideolojik birliktelik, mesleki dayanışmanın fanatizme varması, çoğu kez adaletten uzaklaştırıcı rol oynar. Bu durumda kişi hukukun sınırlarını aşan isteklerde bulunarak suçluyu savunmaya başlar. Bağlı bulunduğu grubun zaaflarının ortaya çıkmasını istemez. Grubunu idealleştirir ve her eleştiriyi ihanet olarak görmeye başlar. Teğmenlerin yemin töreni hakkında ileri sürülen bazı iddialar fanatik taraftarlık düzeyindedir. Keşke "Hukukun, adaletin, halk iradesinin, temel hak ve özgürlükleri korumanın askerleriyiz" diyebilseydi genç teğmenler. Öyle görülüyor ki, aldıkları eğitim, siyasal düşünceleri ve formasyonları buna yeterli değil.
Teğmen Ebru olayının bir yönü de Türkiye'de asker - sivil ilişkilerinin çarpıklığı ile ilgilidir. Batı dışı modernleşme sürecinin en belirleyici aktörleri askerler olmuştur. Bu modernleşmenin toplumsal dinamiklerle değil, daha çok askeri ve sivil bürokrasi eliyle gerçekleştiğinden dolayıdır. Bu da askerleri yeni kurulan sistemde ayrıcalıklı bir konuma getirmiştir. Bu durum, askerlerin sivil iktidarlara karşı üstünlüğü sağlamış, ayrıca vatanı koruma ve kollama görevlileri onlara sistem içinde önemli bir konuma yerleştirmişti. Onlar da bu konumun verdiği yetkiyle, cumhuriyetin temel ilkelerinden ayrıldığı gerekçe göstererek, darbe yaptılar. Özellikle 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan Milli Güvenlik Kurulu toplantıları, iç ve dış güvenlik risklerini konuşmaktan ziyade, askerlerin siyasete yön verdikleri bir platforma dönüştü. Bu durum, askerlerin siyaseti doğrudan değil, dolaylı olarak yönlendirdiği 28 Şubat sürecinde net olarak görüldü.
Özellikle Ak parti döneminde gerçekleşen değişikliklerle askerlerin sivil siyaset üzerindeki denetimi azaltıldı. Karar alma süreçlerinde askerler karar verici olmaktan çıktılar.
Kuşku yok ki, darbe geleneğinin kodlarının çok güçlü, kendine özgü ayrıcalıklı bir hukuki ve ekonomik yapılanmanın olduğu bir yapı içinde zihniyet dönüşümünü sağlamak bir hayli zordur. Yani Kemalizm'i araçsallaştırarak darbe yapmak arzusu özellikle ulusalcı Kemalist askerlerde güçlü ve diridir.
Teğmen Ebru'nun 27 Mayıs zihniyeti paralelinde bir zihniyete sahip olduğuna kuşku yoktur. Siyasal iktidarların vatana ihanet ettiği yargısı bu zihinde egemendir. Bu siyasal zihniyet, askerlerin sistem içinde belirleyici olmaktan çıkmasına karşı büyük bir tepki duymaktadır. Daha açıkçası, sistem içinde ayrıcalıklı yerinden uzaklaşan askerlerin içinde bu ayrıcalıklı konumunu geriye kazanmak isteyenleri izleyen zihin yapısı kaldı.
Ulusalcı Kemalist askerler, gerici güçlerin devleti ele geçirdiğine, Kemalist ideolojinin zayıflatıldığına, devrim kanunlarının işlevsiz kaldığına inanıyorlar. Bu yüzden öfkeliler. Öfkelerini fırsat bulduklarında her platformda dile getiriyorlar.
Şimdi yaşanan çatışma demokratik ülkelerde askerlerin sivil denetime tabi olmasına karşı duyulan öfkenin kronik bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çatışmada Atatürkçülük, tüm darbelerde olduğu gibi bir araç olarak kullanılmaktadır.
Asıl sorun askerlerin hukuk devleti içinde sivil iktidarların emrinde çalışan birer memur olduklarına duyulan öfkedir. Bu öfkenin kaynağı yıllardır sivil siyaseti yönlendiren etkin bir güç olmaktan uzaklaşmaya duyulan rahatsızlığa dayanmaktadır. Temel sorun demokratik bir hukuk devletinde askerlerin yeri ve yetkilerinin ne olacağı konusudur.
Yemin Töreni’nde ortaya çıkan, kendini Ulusalcı Kemalist, Atatürk'ün silah arkadaşları tanımlayan ve Mustafa Kemal'in askerleri olarak gören zihniyetin tezahürüdür.
Teğmen Ebru, savunmasında "Mustafa Kemalin sınıf arkadaşlarıyız." şeklinde bir savunma yaptı. İyi de yönetilen suçlama, kimin sınıf arkadaşı olduğunuz değil ki. Teğmenlerin savunmalarını " Mustafa Kemal'in askerleriyiz " şeklinde temellendirilmesi, Kemalizm'i ne denli araçsallaştırdıklarını gösteriyor.
Türkiye'de bütün darbeler bu sloganları kullanarak binlerce hukuk ihlali yaptılar.
Bir kimsenin Kemalist, Müslüman, Sosyalist, Muhafazakar, Sünni, Alevi olması suç değildir. Suç eylemleri ile ilgilidir. Yolsuzluk yapan biri nasıl kendini, "Hz. Muhammed'in izindeyiz" diye savunamayacaksa, bir teğmen kendini "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye savunamaz. Ayrıca bu tip savunmalar hukuki değil, ideolojiktir. Demek istiyorlar ki, biz Atatürkçü olduğumuz için yargılanıyoruz. Peki, yargılanmayan askerler ne oluyor? İkinci önerme ise gizli ve tehlikeli: soruşturma açılmayan askerler Atatürkçü değildir. Doğrusu profesyonel bir zihnin ürünü, çok iyi düşünülmüş ve kurgulanmış bir savunma biçimidir. Öyle görülüyor ki, teğmenler kendilerini savunmadan çok, gelecekleri için siyasal bir yatırım yapıyorlar.
İhraç edilen teğmenlerin sivil hayatta istedikleri gibi düşünme, istedikleri partide siyaset yapma hakkı vardır. Öyle de olmalıdır. Ayrıca düşünsel olarak kendilerine yakın belediyelerde iş verilebilir. Bütün bunlarda sorun yok. Sorun siyasal iktidarın aldığı kararları uygulamak zorunda olan sıradan bir devlet memurunun ( bu anlamda öğretmen, polis, doktor gibi devlet memurlarından farkı yoktur) davranışıyla ilgilidir.
Öte yandan 28 Şubat sürecinde ordudan ihraç edilen subayların ihraç gerekçesi olan irtica sebebine itiraz etmeyen zihinlerin konuşma hakkı yoktur. Kaldı ki, hangi irticai eylemleri yaptıkları da, açıklanmıyordu. Sahi neydi irtica namaz kılmak, oruç tutmak, hanımının başörtülü olması mı? Değil ise neden oğlunun yemin törenine başörtülü annesi alınmıyordu? Final: Bugün gerçekten disiplinsizlik yapan teğmenleri savunanlar o gün sessiz kalmak bir yana alınan kararları alkışlıyordu.
Öte yandan Cumhuriyet tarihi boyunca ordudan atılanların sayısına bakarsanız, yaşanan durum son derece sınırlı kalıyor.
Türkiye'de muhaliflerin, kendin yapmaları gereken muhalefeti, " Mustafa Kemal'in Askerleriyiz," sloganı üzerinden teğmenlerin sırtına yüklemeleri ve onları siyasetin parçası haline getirme çabaları da doğru bir yaklaşım değildir.
Askeri gücü arkasına alarak darbe yoluyla BAAS tipi bir model kurmak, Türkiye solunun bir bölümünün hararetle savunduğu bir siyaset biçimidir. ( YÖN ve MDD örneği) Genel olarak Türkiye solunun 27 Mayıs'ı ve 28 Şubat'ı savunması ilkesel olarak askeri darbelere karşı olmadığını gösterir. Askeri darbenin kime karşı yapıldığı belirleyicidir. Dolayısıyla teğmenlerin asla mazur görülmeyecek davranışının arkasında devasa bir sol darbe kültürü külliyatı var. İhraç edilen teğmenlerin bundan sonraki siyasal serüveni bize Türkiye siyasetinin kodları açısından bilgi verecektir.
Türkiye'de suçlanan bazı kesimler Kemalist olduklarını, bazıları ise inançlı bir müslüman oldukları üzerinden savunma yapıyorlar. Bu tür savunmalar beni hep kuşkulandırmıştır. Oysa kişinin Atatürkçülüğü ve dindarlığı tartışılmıyor ya da suçlanmıyor. Bir hukuk ihlali yapıp yapmadığı tartışılıyor. Kişinin dindar ya da Kemalist olması onu suçtan kurtarmaz. Bu anlamda Genç teğmenlerin yaptığı savunmayı Mustafa Kemal üzerinden kurmak çabaları, 27 Mayıs mantığının bir uzantısıdır. Kemalist oldukları için yargılanıyorlar savunması hiç kuşku yok ki, hukuki değil, ideolojik bir savunmadır. Kemalizm ve İslam suçluların sığınağı değildir.
Pursaklar’da Ramazan | Osman Kayaer
19.03.2025
Mehmet Ali Başaran ile Derkenar..
17.03.2025
Ramallah Yönetimi İsrail’e Çalışıyor
13.03.2025
Orhan Göktaş ile Derkenar..
04.03.2025
dindar babalar ve oğulları! MUSTAFA AKMEŞE 14.03.2025
Darbe yok Macera var MEHMET ALİ BAŞARAN 19.03.2025
Osmanlı ve Milliyetçilik YUSUF YAVUZYILMAZ 17.03.2025
İlgili Anne Baba: Serap ve Rıza FEYZULLAH AKDAĞ 18.03.2025
DİNDARIN TRAJEDİSİ YUSUF YAVUZYILMAZ 01.03.2025
Can Avar -2- FEYZULLAH AKDAĞ 03.03.2025
Can Avar -1- FEYZULLAH AKDAĞ 25.02.2025
SURİYE GEZİSİ ARDINDAN! SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 21.02.2025