Bu yazım, belki hepimizin zaman zaman düşündüğü ancak bir türlü hayatımızda yeterince gündem oluşturamayan hayat kaynağı SU hakkında olacak.
Son zamanlarda beni en çok meşgul eden sorulardan birisi “suyumuz çekilse ne yaparız?” sorusudur. Bu sual beni gerçekten ürkütüyor. Zira su hayatın temel taşı ve onsuz bir hayat düşünmek imkansız. Zira ihtiyaç hiyerarşisinin başında havadan sonra gelen unsur suyumuzdur.
İşletme fakültesi 1. sınıfında aldığımız iktisat dersinde, serbest mallar içinde güneş ve havayla birlikte su da zikredilmekteydi. Yani elde etmek için çaba sarfedilmeyen varlıklardan birisi olarak anılmaktaydı. Acaba suya yeterince değer verilmemesi; bu varlığın her an emrimize amade oluşu mu?, erişiminin çok kolay olması mı? veya ucuz olması mıdır? Yoksa para vermeden elde edilen şeyleri değersiz mi zannediyoruz.
Sanki su her an akmaya, hava her zaman emrimize amade olmaya, güneş hergün doğmaya mecburmuş gibi düşünüyoruz. Halbuki yer altında gerçekleşen depremler suyun yönünü değiştirebilir, tatlı suyumuzu tuzlu veya acı su yapabilir. Küresel ısınma tabiatın dengesini değiştirebilir, bundan yağış rejimleri etkilenebilir ve sonuçta kuraklık veya aşırı yağışlar sebebiyle kıtlık yaşayabiliriz. Bu, tabiatın kanunlarına ve bu kanunları koyan İRADEYE göre bu çok kolaydır ve her an mümkündür.
Tabiat konuları, iklim meseleleri maalesef toplumun gündeminde hiçbir zaman üst noktalara çıkamıyor. Siyasetin, sporun, müziğin, aktüalitenin gündemimizde yer aldığı kadar, deprem olgusu, su kıtlığı, tabiat hareketleri, sıcaklıklar veya soğukluklar gibi konular hayatımızda değer taşımıyor. Sanki özellikle politik ve diğer aktüel konular, hayatımızın yegane belirleyicisiymiş gibi bir duruma geliyor ve maalesef bunları gerçek durum olarak algılayabiliyoruz. Oysa susuzluğa hiç katlanamayacağımız çok açık bir gerçekliktir.
Çocuklarımızın bilinçaltına tabiata ilişkin sorumluluklarını yerleştiremiyoruz. Onun yerine başka faktörler bilinçaltını yönlendiriyor. Başta su tüketimi olmak üzere tabiattan bizim emrimize amade kılanan değerleri çoğu kez görmezlikten gelebiliyoruz.
Şehirlerimizi, ülkemizi her seviyede yönetenlerin gündeminde toprak, su, hava ne kadar var? Milyarlarca yıldan beri yaratılmış olan ve insana, bitkiye, hayvana hizmet eden tarım topraklarına-su havzalarına ev yapıyorsak, sulak alanları bilinçsizce kurutuyorsak, sorumsuzca denizleri doldurarak yol, havaalanı vs yapıyorsak, tarımda bilinçsizce sulama yapıyorsak, nehirleri, denizleri, gölleri kirletiyorsak, kısacası bize verilen imkanları; fütursuzca ve kuralsızca özellikle de meşru olmayan (rant) amaçlarla harcıyorsak şu soru karşımıza çıkar. Bu gidişat nereye? Elbette bozduğumuz düzenin bedelini-acısını tadacağız.
Yönetici kendi sorumluluk sınırlarında aldığı kararlarda suya-havaya-güneşe-toprağa gerçekten saygı duyuyor mu?, hane halkı suyu-havayı yerli yerince kullanıyor mu?, bilim adamı suyun daha az kullanımı için yeterince araştırma yapıyor mu?, şehir plancısı yaptığı şehir planı ve uygulamasıyla suya-havaya-toprağa-tabiata zarar veriyor mu?, sanayi politikalarını organize edenler yaptığı politika ve icraatlarında suyu odağa alıyor mu?, sanayici üretim prosesinde daha az su kullanımı için ne yapıyor, verimli işletmecilikle ilgili ne noktada?, ister akademik alanda isterse uygulamacı olarak tarımla uğraşanlar tarımda suyun daha az kullanımı için yapılan çabalar yeterli mi? kısaca su bizden razı mı ? su bizden emin mi ? sorularını kendimize sorup gerekli eylem planlarını hazırlayıp uygulamaya koyuyor muyuz?
Ağzımızın tadını bozacak, servetleri altüst edecek, köleyi efendi, efendiyi köle yapabilecek, göçlere, sürgünlere, yurtsuzluğa kapı aralayabilecek ve bugünki refah anlayışını yerle bir edebilecek uzun süreli kuraklıklara hazır mıyız? Bunlar tarihte olmuştur, bu gün de olabilir. Zorluk gelmeden bolluk zamanında ona karşı tedbir alabiliyor muyuz? Buna yönelik niyetimiz, aklımız ve eylem planlarımız var mı?
Nacizane bir insan ve işletmeci olarak benim de bazı önerilerim var. Bunları sıralayarak bir nebze olsun karar alıcılara ve uygulayıcılara destek olmayı vazife telakki ediyorum.
Öncelikle Türkiye idari bölünüşünü su havzalarına göre yeniden yapılandırmayı tartışmalıdır. Suyun çıktığı kaynaktan Ülkemizi terk ettiği veya Ülke sınırlarında denize döküldüğü noktaya kadar, suyu koruma ve verimli kullanma noktasında şehirleşme, tarım ve sanayileşme politikaları su havzasına göre dizayn edilmeli ve bu noktada yönetim birlikteliği sağlamalıdır. Bu önerinin çok kapsamlı bir şey olduğunu biliyorum. Ancak amaç suyun korunması ve yerli yerince kullanılması ise bu konu tartışmaya değer diye düşünüyorum.
Suyun en çok tüketildiği tarım sektöründe; arazi ölçeği, suyun verimli kullanımına uygun hale getirilmeli ve var olan modern sulama teknolojileri artırılmalıdır. Suya dayanıklı ürün türlerinin geliştirilmesi, tarımda ar-ge yapanların başlıca hedefi olmalıdır. Topraklarımız özellikle genleşmiş perlit veya zeolit gibi toprağın kimyasına zarar vermeyen yüksek su tutma kabiliyeti olan tabii malzemelerle takviye edilmelidir. Ülkemizin özellikle tabii zeolit ve perlit açısından son derece zengin yataklara sahip olduğu düşünüldüğünde bu fırsat çok iyi değerlendirilmelidir.
Bir diğer çok su kullanım alanı olan sanayide; su ayak izi takibi yapılarak suyun tasarruflu kullanımı için gerçekçi eylem planı hazırlanmalı, Ülke çapında sanayide su tüketim envanteri çıkarılmalı, hedeflediği miktarda su tasarrufu yapan, kullandığı suyu fiziksel ve/veya kimyasal yöntemlerle tekrar kazanan işletmeler çeşitli imkanlarla ödüllendirilmeli, üniversitelerde sanayideki su kullanımının azaltılması için ar-ge çalışmalarına ağırlık vermelidir. Geçmişte yöneticiliğini yaptığım kurumda teknolojik randımanlardaki 10 puanlık artışla bir yılda yaklaşık 600 bin ton su tasarrufu yapıldığını hatırlıyorum.
Gelelim şehirlerdeki hane halkının su tüketimlerine. Bir kaynakta hane halkı kullanımında 1 litre kirli suyun giderilerek alıcı kanalizasyon sistemine gönderilmesi için 9 litre temiz su gerektiğini okumuştum. Bu rakam 5 litre bile olsa sadece Ülkemizde yaşayan insanların 1 günde tuvaleti 1 defa kullanmasıyla ortaya çıkan su tüketiminin devasa boyutlara ulaştığını hesap etmek zor olmayacaktır. Bu itibarla şehirlerde belli sayının üstündeki konutların bulunduğu sitelerde ve iş yerlerinde katı sıvı ayrıştırma sitemleri kurularak elde edilen sular yeniden yapılandırılıp-şartlandırılıp en azından kullanma suyuna verilmelidir. Altyapılar buna göre dizayn edilmelidir.
Evlerdeki su kullanımında muslukların her bir yıkanma veya kullanımında ne kadar su tükettiğini ölçerek akıtan su bataryaları geliştirilebilir. Eskiden insanlar banyo yaparken veya abdest alırken kullandığı suyun miktarını bilirdi. Fakat şimdi sadece musluğu aç su aksın, hesap yok ölçü yok. Halbuki herşey ölçü ile değilmiydi?
Ortalama insan ömrünün uzaması, nüfus artış hızı, refah anlayışındaki değişiklikler su tüketimini artıran unsurlar olduğundan, sahip olduğumuz su kaynaklarını daha ölçülü kullanmaya mecburuz. Bugün kullandığımız değerleri, atalarımızdan bize miras kaldığı kadar gelecek nesillerden aldığımız borçlar olarak da görmeliyiz. Su yoksa hayat ta yok beka da yok demektir.
Sorumluluk sahibi birey, toplum ve devlet olarak işin suyunu çıkarmadan suya sahip çıkalım ve başta su-toprak-hava olmak üzere tabiatın korunmasını Ülkenin ve kendi gündemimizin başına alalım.
Abdulaziz Tantik ile Derkenar…
15.04.2024
Norveç:Filistin'i Tanımaya Hazırız
13.04.2024
Derviş Argun ile Derkenar..
20.03.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
Bir Şehide Şahitliğim MUSAB AYDIN 15.04.2024
Biz Şeriatçilar CAVİT OKUR 15.04.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
EBU HAMİD EL- GAZALİ- 2 HASAN KANAT 19.03.2024