metrika yandex
  • $39.57
  • 45.75
  • GA29980

SÜREÇ ÜZERİNE AYKIRI DÜŞÜNCELER

YUSUF YAVUZYILMAZ
17.05.2025

Türkiye siyasetinin, özellikle son dönemlerde yoğunlaşarak gündeme gelen, en önemli sorunlarından biri Kürt sorunu olmuştur.

Kürt sorunu bağlamında, PKK lideri Öcalan'ın çağrısıyla, PKK’nın kendini feshettiği açıklamasının yankıları sürüyor. Ancak açıklamalar her kesimde aynı karşılığı bulmuş değil. Galiba dünya ve Türkiye gerçekleri ile örtüşmeyen bir ideal ile mobilize olan Kürtlerin bir kısmında derin bir hayal kırıklığı var. Eleştirileri daha çok PKK ve Öcalan üzerinden yürütüyorlar.

İdeal ile realite arasındaki gerilim ve uyumsuzluk, sadece örgütlerin değil, bütün siyasal hareketlerin de temel sorunudur. Öte yandan ölçüsüz ve ütopik tasarımların realite ile karşılaştığında, beklentiler ile uyuşmayan tepkiler vermeleri de önemli bir sorundur. Beklentiler çok yüksek tutulduğunda, daha alt düzeyde yaşanan çözümler derin hayal kırıklığına neden oluyor. Ne ki, başarılamayan her devrimin kaderidir bu. "Yıllardır biz bunun için mi mücadele ettik" sorusu hayal kırıklığını daha da derinleştirir.

Diğer yandan savaşı, çatışmayı, öldürmeyi ve ölmeyi kutsayan hareketlerin dönüşümlerinin sancılı olması da anlaşılabilir bir şey. Yıllardır silahlı mücadeleyi özgürleşmenin tek aracı olarak gören bir hareketin, bu iddiasından dönmesi ve bunu kitleye kabul ettirmesi zor olacaktır. Ne diyelim, şeyimiz öyle dediyse vardır bir hikmeti. Ya da hayatında eline silah almamış birinin, yıllardır silahlı çatışmanın içinde yaşamış birinin tavırlarını anlaması mümkün mü?

Benzer şekilde, kutsal devlet şeklinde bir tarih algısına sahip muhafazakar, ulusalcı ve milliyetçi kesimler de süreçten bir hayli rahatsız.

Barış isteyenlerin işi zor, yolu uzun. Yenilmişlik duygusu daha da sertleştiriyor duyguları. Kitlenin bir kısmı, yıllardır güvendiği insanların kendilerini aldattığına inanıyor. Bir kısmı olanlara anlam veremiyor, kısmı da baştan beri kandırıldıklarını iddia ediyor. Ahmet Kaya'nın bir şarkısında dediği gibi, "Bu ne yaman çelişki anne"

Silah bırakma çağrısı karşısında, çağrının Kürtçe yapılmasına karşı duruş ne kadar geri bir aşama. Karşıdakini kabul onu farklı kılan özellikleri kabullenme ile ilgilidir. Dil, bunların en önde gelenlerinden biridir. Bir kimsenin dilini reddetmek varlığını reddetmekte ilgilidir. Bu bakımdan süreç devam ederken kullanılan dil, sürecin nasıl devam edeceği konusunda belirleyici olacaktır. Kuşkusuz yeni dönem yeni bir dil gerektirmektedir. Çatışmacı, ötekileştirici, yok sayıcı bir dil ile barış süreci yürütülemez kuşkusuz.

Türk ve Kürt ulusalcılığı gibi epik ve akıl dışı iki siyaset anlayışı karşısında barış sürecini yürütmek bir hayli zordur. Özellikle milliyetçilik gibi çatışmacı bir ideoloji içinden bunun sözcülüğünü yapmak daha da zordur. Devlet Bahçeli, gerçekten zor bir sürecin içindedir. Milliyetçilik, radikal sol gibi şiddet eğilimi barındıran, üstelik sola göre entelektüel yönü oldukça zayıf romantik bir ideolojidir. Bu iki ideolojinin yaygın olduğu toplumlarda barış girişimi genellikle ihanet ve vatan hainliği üzerinden tartışılır. Böyle zamanlarda sağduyulu insanların, aydınların, alimlerin sorumluluk alması gerekmektedir.

PKK'nın kendini feshetme kararı iki kesimde tepki ile karşılandı: Türk ulusalcılar ve Kürt milliyetçileri. Gelişmeleri süpriz olarak görüp tepki gösterenler Orta Doğu'da olan gelişmeleri anlamakta zorlanıyorlar. Türkiye, Amerika, İsrail ekseninde süren Suriye , Filistin ve Kürt sorunu bir bütün teşkil etmektedir. PKK'nın kendini fesih kararı dünya Konjonktürü ve bölge gerçekleriyle birer bir ilgilidir. Türkiye'nin sorunlarını çözebilmek için milliyetçilik ve ulusalcılığın dar zihin kalıplarından uzak durması gerekmektedir.

Türkiye, önündeki sorunları çözebilmesi için, otoriterliğin etkin olduğu bir çağda çerçevesi çizilen kuruluş ilkelerini esnetmesi gerekmektedir. Ulusalcı kesim ise bunu ihanet olarak görmektedir. Lozan tartışmasının zemini de budur. 1950'den beri esnetilmeye çalışılan bu otoriter ideoloji kendini askeri darbelerle tahkim etmeye çalıştı. Bu otoriter anlayışın salt askeri bürokrasiye ait olmaması ise asıl sorundur. Rahmetli Eşref Bitlis bir askerdi. Müsavat Dervişoğlu, Ümit Özdağ ise birer sivil siyasetçi. Eşref Bitlis'in Kürt sorunu konusunda bu ikisinden çok daha sivil olduğu açıktır.

Milliyetçi, ulusalcı ve otoriter zihin yapısının etkin olduğu bir toplumda, barış için yol almak bir hayli zordur. Sorunları müzakere etmek yerine her defasında güvenlik üzerinden askeri yöntemlerle çözmeye alışmış bir toplumda bazı adımlar atmak zordur. Üstelik milliyetçilik salt milliyetçi partililer ile sınırlı olmayan sağdan sola bütün partilerin içine sızma potansiyeli olan bir ideolojidir.

Dinin içine sızan ve kendini oradan tahkim eden milliyetçilik ise bir hayli sorunludur.

Öte yandan son sürecin ana aktörünün milliyetçi bir siyasi aktörden gelmesi de son derece önemlidir. Bahçeli dışında milliyetçi aktörler ve partilerin süreç konusunu doğu okuyamadıkları açık. Milliyetçiliğin olumsuz tavrını hala sürdürüyorlar.

Türkiye siyasetinde sorunları güvenlik üzerinden silahla çözme eğiliminin askeri bürokrasiyi sistem içinde siyasal karar alma aşamasında da öne çıkardığı açıktır. Bu yüzden otoriter zihniyet demokratik girişimleri baltalamaya çalışacaktır. Silahın devreden çıkması, silaha dayanarak siyaset üreten mekanizmaları da zayıflatacaktır. Belki de asıl kavga burada yapılmaktadır.

Çok daha derindeki sorun ise Türkiye siyasetinde otoriterliği besleyen bir siyaset algısının yaygın olmasıdır. Bu yaygınlık bütün ideolojilerde baskın bir siyasal pratik yaratmaktadır. Bunu değiştirmek uzun soluklu bir entelektüel mücadeleyi gerektirmektedir.

Süreç içinde tartışılan konulardan biri de Lozan konusu oldu. Bu tür konularda Lozan’ın ortaya çıkmasından daha doğal bir şey olamaz. Çünkü koşunun büyük bir bölümü de bu antlaşmanın yarattığı statüko ile ilgilidir. İlkesel olarak Lozan da tartışılabilir. Nihayetinde bu antlaşma belli bir tarih kesitinde, yanılma ihtimali olan insanlar tarafından yapılmıştır. İnsan tarafından üretilen hiçbir antlaşma bütün zamanlar için geçerli olamaz. Uluslararası bir antlaşma Kutsal Metin değildir.

"Çözüm madem bir kişinin iki dudağı arasındaydı neden 45 yıldır çözülmedi" analizi sosyolojik açıdan doğru bir analiz değildir. Çünkü iki dudağın arasından çıkan sözün hayata geçirilmesi çok sayıda parametrenin bir araya gelmesiyle mümkündür. Örneğin 1990'ların çatışma ortamı ve Kürt milletvekillerinin tutuklandığı bir zeminde bu söz sahibi toplumsal linçe uğrardı ve hapse atılırdı.

PKK'nın kendini feshetmesi konusunda ' neden şimdi' sorusu, tarihte gerçekleşen bütün olaylar için sorulabilecek bir sorudur. Kuşkusuz her olayın iç ve dış nedenleri vardır. İç ve dış koşulların gerçekleştiği ve örtüştüğü bir dönemde yeni arayışlar ortaya çıkar. . Dünya konjonktürü, Suriye'deki gelişmeler, Filistin sorunu, Silahlı mücadeleyi sürdürmenin zorluğu, Türkiye'deki siyasal iktidarın yaklaşımı; ulus devlet, federasyon, özerklik gibi siyasal arayışların tartışılması sürecin önünü açtı.

Barış ihtimali bile ne kadar çok insanı tedirgin etmesi, çatışma ortamından rant sağlayan sandığımızdan çok daha fazla grup ve parti var olduğunu gösteriyor.

Barış sürecinin zorlu olacağı ve belirli riskler barındırdığı açık. Ancak bu girişim Türkiye siyasal aklında bir devrimdir. Sorunu salt teröre indirgeyen ve güvenlik ekseninde çözmeye çalışan geleneksel siyasal akılda büyük bir değişimin olduğu görülüyor. Kürt Sorunu konusunda yaşanan bu devrimin öncüsünün Turgut Özal olduğunda ise kuşku yok. Devrimin bugünkü devlet katmanındaki öncüleri ise Bahçeli ve Erdoğan’dır. Bu sorunun çözümü her açıdan Türkiye'nin önünü açacak.

PKK'nın fesih kararı almasının iç siyasette bir takım değişikliklere yol açacağı aşikardır. Nasıl ve ne şekilde olacağını ise zaman gösterecek. Bu arada Ümit Özdağ'ın tutukluluğu tamamen süreçle ilgili. Süreci sabote etme ihtimali yüksek olan bir siyasal aktör olarak denetim altında tutulup hareket alanı kısıtlanmıştır.

Süreç devam ederken, Türk ve Kürt ulusalcıların ajitatif diline takılmamak gerekir. Çünkü ulusalcılığın dar zihni Anadolu çoğulculuğunu kuşatamaz.

İslami kesimin önderleri, aydınları, yazarları yaşanan süreçte ön açıcı bir fonksiyon üstlenmeli, süreci milliyetçilik, ulusalcılık ve muhafazakarlığın çatışmacı, ötekileştirici ve güvenlikçi diline teslim etmemelidir.

Modern Türkiye'nin de temel aldığı modern ulus devlet formu, birbirinden farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşamasına uygun bir model değildir. Çünkü bu modelin temeli milliyetçiliktir. Birbirinden farklı etnik grupları milliyetçilik üzerinden bir arada tutamayız. Bir etnik grubun baskın olduğu yönetim modelinde diğer etnik gruplar ana gövdeye katılmaya zorlanır. Bu da zorunlu olan dil ve etnik kültürleri baskı altına alır. Kürtler, Cumhuriyet modernleşmesi sürecinde, özellikle Tek Parti Döneminde olmak üzere, dil ve kültür yönünden ana gövdeye katılmaya zorlanmıştır.

Temel sorunumuz şudur: Etnik, dini ve kültürel yönden birbirinden farklı olan toplulukları, din, kültür ve dil baskısı olmaksızın barış içinde nasıl yaşayabiliriz? Bu sorunun cevabı, mevcut siyasal örgütlenmenin yetmeyeceğini kabul etmekle başlar.

Yaşadığımız dönem, totaliter ideolojilerin yükselişe geçtiği, milliyetçiliği temel felsefe olarak kabul eden ulus devletlerin 1920'li, 1930'lu yıllar değildir. Yeni döneme yeni bir yaklaşım gerekir. Bu yaklaşım müzakereci siyaseti öne çıkaracaktır.

Devlet, bir anlayışın egemen olduğu ve farklı anlayışlar üzerine baskı uygulayan bir yapı olmaktan çıkarılmalı. Bu da Türkiye devletinin kuruluş kodlarında köklü değişikliklerin olmasını gerektiriyor.

Yeni dönemde devleti öne alan, güvenlik politikalarını öne çıkaran, insanı ve değerleri ikincilleştiren, insanları türdeşleştiren siyaseti terk etmek gerekir.

Yeni dönemde yeni bir siyaset gerekiyor. Geleneksel milliyetçi, muhafazakar, laikçi ve merkeziyetçi ulusalcı siyaset anlayışı ile sonuç alamayız. Ali Bulaç'ın dediği gibi Kubbe siyaseti gerekiyor. Hepimizi içine alacak bir kubbeye ihtiyacımız var. Bu da toplumsal kesimlerin temsilcilerinin müzakere ederek oluşturacağı bir kubbe ile mümkündür.

Siyasal amacımız, farklılıklarımızı tehdit değil zenginlik olarak gören, hepimizi içine alacak bir kubbe modeli olmasıdır. Bu modelin parametreleri, tarihsel tecrübemizde, İslam ve Osmanlı modelinde fazlasıyla vardır.

Geleneksel merkeziyetçi, otoriter, özgürlüğü güvenliğe feda eden; Orta Asya Türk tecrübesinden gelen merkeziyetçi, otoriter anlayışıyla, İslam'ın şura ve istişare yerine zorla biat almak temelinde saltanatı hilafete ekleyerek kurumsallaştıran Emevi yorumu alaşımı üzerine inşa edilen Türkiye siyasal aklında önemli bir dönüşüm yapmak gerekiyor. Çünkü bu siyasal akıl, etnik ve kültürel çoğulculuk uygun değildir. Yapılması gereken, geleneksel otoriter ve merkeziyetçi anlayış yerine, Hz. Peygamberin uygulamaya koyduğu müzakereye dayalı "Medine Vesikası" modelini güncelleştirmektir.

Türkler ve Kürtlerin sahiplendikleri bir devletin gücünde çarpan etkisi olur. Türkiye siyasal aklı (Türk/Kürt) bu meseleyi çözerse büyük bir eşik atlanmış olur.

Sonuç olarak PKK fesih kararı aldı. Bunun tarihi bir karar olduğunun bilincinde olmak ve hiçbir ayırım yapmadan emeği geçen herkese teşekkür etmek gerekmektedir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş