metrika yandex
  • $34.34
  • 37.67
  • GA21490
İtidal

Hayatın İçinden

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
27.09.2023

 

Ankara’ya yeni gelmiştim. Cebeci’den Bahçelievler’e gitmek üzere bir dolmuşa bindim. Kızılay’a geldiğimde, iki genç kız da dolmuşa bindiler. Aralarında geçen konuşma ve sohbeti dolmuşta da devam ettirdiler. İçlerinden birisi; “Ayşe! Vallahi-billahi ben Allah’a inanmıyorum” dedi. Kendi kendime söylenmeye başladım “ Allah Allah ! Bu nasıl bir iş, Allah’a yemin ederek Allah’a inanmadığını söylüyor.”

Yine bir gün 1970-1971 yılları idi. Görev yaptığım birlikten izin alarak Maltepe’ye elektrik faturası yatırmaya gidiyordum. Aracına bindiğim devre arkadaşımla Gazi Eğitim Enstitüsü’nün önüne geldiğimizde Enstitü dağılmış çoğunluğu kız öğrencilerden olmak üzere,öğrenciler yürüyorlardı. Arkadaşım kızlara laf attı ve devamında da İslam dışı söylem ve yaklaşımlarda bulundu. Ben de arkadaşa “ Senin bu sözlerin ve yaklaşımın İslam’a aykırı ve hatta seni küfre götürebilir. Şayet öldüğünde bu sözlerin nedeniyle cenaze namazının kılınmaması için bir vasiyette bulunur musun ya da ben bunu bir vasiyet olarak kabul edebilir miyim?” dedim. Arkadaşım, “ Sana ne ! Ben, belki de ileride iyi bir Müslüman olabilirim” tarzında isyan etti. Bu arkadaşım gündüz resmi mesaide, gece de çeşitli taverna ve müzikhollerde gitar çalan birisi idi.

Bir sabah, namaz vaktinden önce, yer ekibi olarak uçuş hazırlığı için görevdeydik. Ekipte bir dönem Türkeş’in avukatlığını da yapan bir meslek büyüğüm vardı. Çeşitli konularda sohbet ediyoruz. Bir ara o büyüğüm “ Süleyman, demokrasi ve lâiklik konusunda ne düşünüyorsun?” dedi. Ben de kestirmeden Maide suresi 44,45 ve 47 ayetlerini okuyuverdim. Bunun üzerine o büyüğüm “ Ya! Demek ben, demokrasiye inanmakla kafir mi oldum?” dedi. Ben de kendisine onu vicdanınıza sorun dedim.

Yakın bir zamanda Ankara Macunköy metro durağından metroya bindim. Benim önüm sıra iki genç kız da bindiler. Metronun karşı sırasında tek kişilik bir yer vardı. O kızlardan birisi oraya oturuverdi. Onun yanında ciddi şekilde açık giyimli genç bir bayan oturuyordu. O bayanla göz göze geldik hemen yerinden kalktı ve, “ Amca buyurun.” dedi. Ben de teşekkür etim fakat o genç bayan; “Siz ayaktayken ben rahat edemem.” dedi ve yerini bana terk etti. 

Bu anlattıklarım hayatın içinden kesitler. Bunları niçin anlatıyorum?

İnsana-topluma-olaylara bakış açımızdaki şaşılıklara dikkat çekmek için. Gerçek şu ki, insanlık tarihinde Nebiler, Resûller dönemleri de dahil olmak üzere Allah’ı inkar edenler her daim azınlıktadırlar ve tabii olarak Tevhid akidesine sahip olanlar ve onu korumaya özen gösterenler de.

Zira Kur’an bu konuda “Onların çoğu Allah’a ortak koşarak iman ederler.” buyurmakta (Yusuf/106). Son Resul Hz. Muhammed (as) ve onun güzide ashabı muhataplarını ‘insan’ olarak görmeye özen göstermişler ve insan olmayı önemli ortak payda olarak kabul etmişlerdir. Örnek vermek gerekirse Hz.Resul (as) bir Yahudi cenazesi giderken ayağa kalkmış ve orada bulunanlar geçen cenazenin bir Yahudi cenazesi olduğunu hatırlatmaları üzerine “O da bir insan değil miydi?” buyurmuştur (Buhari Cenaiz 49). Bir diğer örnek ise Hz.Ali’nin Mısır valisine yazdığı mektuptaki şu ifadelerdir; “Halka karşı merhametli olmayı, sevgi ve iyilikte bulunmayı şiar edin. Kesinlikle onların mallarını ganimet bilen yırtıcı bir canavar olma. O insanlar iki sınıftır. Birincisi dinde kardeşlerin ikincisi ise yaratılışta eşdeğerlerindir.”

Bugün yaşadığımız toplumda din neredeyse hiçbir zaman halka-insanlara Allah’ın arzu ettiği şekilde anlatılmadı ve yaşadığımız tolumda insanlar dini eğitimden geçmediler. Din adına ilkokuldan lise sona kadar verilen eğitim “din kültürü”. Nasıl ki mezhepler dinin kendisi değilse, “din kültürü” de dinin kendisi değildir. O nedenle toplumu kategorize eden mümin-kâfir ayrım ve tanımlamasına fevkalade dikkat etmemiz gerekmektedir. Unutmayalım Hz.Resul , yani başöğretmenimiz Safa tepesinin eteğinde kavmine-kabilesine hitap ederken işe Allah’ın birliğinden, kendisinin Resul olduğundan bahsederek başlamadı. Önce o topluma kendisinin emin-güvenilir bir kimlik-kişilik olduğunu tasdik ettirerek söze başladı. Elbette bu stratejik sünnetten çıkarmamız gereken en önemli ders, biz Müslümanlar, İslam’ı bildiğini- yaşadığını söyleyenler ne kadar güvenilir-emin insanlarız bunu hiç sorguladık mı? İslami anlayış ve yaşayışta, ticarette, siyasette, toplumsal refleks ve yaklaşımımızda kendimizi hiç eleştirdik mi? Ya da muhataplarımızın inancı ne olursa olsun onların da birer insan olduğunu hatırladık mı?

Cemile Bayraktar bir makalesinde diyor ki, “Dini otorite dinin sahibi, en dindar olmasam da, kırığı söküğü olan dindarlığıma rağmen dinin her gün bir parçasının kopartılması, etimden et kopmuş hissi veriyor, canım acıyor, huzurum yok ve daha kötüsü kendim gibi dindar olan insanların bir kısmı elbette hepsi değil ama çoğunluğu bu durumdan hiç rahatsız olmuyorken hatta bu durumun faili iken yalnızlığımı-yalnızlığımızı kime şikâyet edeceğimi, edeceğimizi bilmiyorum-bilmiyoruz. Çünkü siyasi kazançlar imandan bir cüz değil, mutmain etmiyor, mutmain olacak tek yerde ise mutmain edecek olan dini değil de siyaseti görmek, siyaset kazanırken dinin keyfiyetini kaybettiğini görmek, seçimin bilmem kaçıncı tura kalmasından çok daha yorucu…” (Serbestiyet 20 mayıs 2023)

Galiba uzattım. Ama söylemek istediğim şu ki; bu toplumu, toplum bireylerini kategorize etmeyelim. Bu bireyleri şahsi din anlayışımız üzerinden değerlendirip markalamayalım. Siyasi, ekonomik, bürokratik vs. beklenti, anlayış ve uygulamalar nedeniyle tekfirci mantıkla ötekileştirmekten uzak duralım. Unutmayalım ki toplumun ekseriyetinde var olan Allah inancının, düşünce, inanç ve davranış haline dönüşmemesi  ya da Tevhid akidesinin, inancının toplum bireylerinde ete-kemiğe bürünmemesinin ya da davranış haline dönüşmemesinin suçlusu sadece toplum ve bireyler değil. Suçlu benim.Suçumla, günahımla yüzleşmeliyim. İslâm’ın tekelimde olmadığını farketmeliyim. Dinin değişebilirlerinin yoruma, içtihada açık olduğunun bilincinde olmalıyım. Ama, lütfen ötekileştirmeye son verelim. Gençlerimizin, kadınlarımızın ve hatta temel yaşama tercihi İslâm olmayanların da söz hakkı olduğunu bilelim.

Ve bu arada rabıtacılardan, tevbe yenileyenlerden, iman ve nikah tazeleyenlerden de uzak duralım. TEVBE Allah’a yapılır, kula yapılmaz. İman ve nikah ya vardır ya da yoktur, imanın, nikahın bayatı olmaz!

Yeter, yeter artık  şu insanların dinini, imanını, cebini istismardan vazgeçin. Zira bunları yapanlar ile hicri ikinci asırda ortaya çıkan sofiler arasında hiçbir benzerlik yok.O sofiler dini Allah’a has kılarak yaşıyorlardı.(Zümer/11) Şimdikiler ekseriyetle şeyhlerine, efendilerine, cemaat liderlerine dini has kılarak yaşamaya çalışıyorlar…

27 Eylül 2023

Yorum Ekle
Yorumlar (3)
Vahdettin / Adana | 28.09.2023 20:26
Kaleminize, yüreğinize sağlık Ağabey.
abdullah piroğlu | 27.09.2023 13:25
Evet bir yerden başlanmalı. Öz eleştiri yapmalı ve eleştirilere tahammül etmeyi de bilmeli insan. Bu toplumda yaşıyorsak birbirimize saygıyı öğrenmeliyiz. tabi ki tek taraflı olmuyor, karşılıklı saygı önemli. ötekileştirmeden ve ötekileşmeden, "insan"ca. Kaleminize sağlık.
Ali CAN | 27.09.2023 12:11
Turkiye'nin tanınmış yazarlarından , eski islamcı , yenide modernist bir abi " ali, ben agnostik oldum, dinden çıktım Allah'a şükür!" dedi bana. Sebep, tahmin edeceğimiz şeyler, akp ikdidarında şöyle oldu böyle oldu, filan fıstık.. İyi de neden "Allah'a şükür, dedin? "diye sorduğumda " o kadar da gavur değiliz yau.." dedi..