metrika yandex
  • $32.62
  • 34.73
  • GA19020

Sonuçlara Bakarak Olayları Değerlendirme

MUSTAFA YILDIZ
13.07.2021

Halk arasında şöyle bir deyim vardır. ‘’Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.’’ Sözünü doğrusu günümüzde fiilen yaşayarak hayata geçirmiş durumdayız. Zira, şehirleşmenin insanımıza dayattığı kimi olumsuz yaşam koşulları, insanımızın alışkanlık haline getirdiği, rutinleşmiş bazı sosyal faaliyetlerimizi de olumsuz yönde inkıtaya uğratmaya başlayınca, parelel olarak bireysel ilişkilerde de soğumalar başladı. Süreç uzadıkça, aradaki mesafe açıldı ve kimi gelenek-görenekler terk edilmeye başlandı. Zamanla yıllar öncesi samimi olduğumuz biriyle tevafuken karşılaştığımızda, bizde de bir yabancı gibi davranma telaşı, bir tedirginlik yaşanmaya başlandığını, zaman geçince de konuşacak bir mevzuun da olmadığını fark ederiz.
 
Gerek şahıslar bazında ve gerekse cemaatler ve düşünce insanları arasında devam etmesi gereken sosyal ilişkiler soğumaya terk edilince, samimiyetin düştüğü ve yavaş yavaş yabancılaşmanın başladığını görürüz. Başkası gibi davranma durumunun en aza indirilmesi, sıcak ilişkilerinde yeniden başlatılması, ancak karşılıklı iyi niyetlerle kurulacak diyaloglarların süreklilik kazanması ile mümkün olabilir. Ötekiler ile ünsiyet kurmak, ancak kurulacak samimi diyaloglarlar ile oluşacak sıcak ilişkiler sayesinde olacağından, yeni dostlukların kurulması, şayet varsa düşmanlıkların da azaltılmasına çözüm olması bakımından diyalogların açık tutulması son derece önem arz eder.
 
Kişiler arasındaki dostluğun ve samimiyetin artması, iyi ilişkiler kurulması yapılan/yapılacak diyaloglar aynı zamanda birbirini tanıma ortamı da oluşturacağından ilişkilerin daha sağlam temellere oturmasına, karşılıklı yanılmaların daha aza  inmesini de sağlamış olur. Gerçi diyalog kelimesine son zamanlarda halkın bir allerjisi olduğu, olumsuz çağrışımlar uyandırması, bu kelimenin muhtevası istismar edilerek, kötü niyetleri örtme şeklinde anlamlar yüklendiği içindir. Ebu Cehile kızıp sakal salmama gibi. Yoksa, ‘’her türlü düşüncenin iki veya daha fazla kişinin karşılıklı olarak özgürce konuşması, konuşabilmesi’’ olan diyalog, insanın vazgeçilmez bir davranış biçimidir. Zira insanda mevcut ‘’Ünsiyet’’ hasleti diyalog yapmayı adeta zorunlu kılar. (Ünsiyet: Arapça ‘’Ans’’ kökünden gelen Ar uns, ‘’evcil ve yumuşak başlı olma, alışık, dostluk, yakınlık’’ anlamlarına gelir. Uns sözcüğünden türetilmiştir. Kendisi bir mastar olan uns, -iyyet eki eklenmesi türkçeleşmiş halidir.) 
 
Diyaloğun insani bir ihtiyaç olmasının yanı sıra, toplumsal barışa olan katkısı, karşılıklı manevi bir verimlileşme ortamı oluşturması gibi önemli siyasal ve toplumsal sorunların çözümüne de zemin oluşturması bakımından hiç şüphesiz önemli bir argümandır. Şayet kurumsal bir diyalog yapılacaksa eğer, elbette uyulması gereken bazı şartlarının olduğunu da kabül etmek gerekir. Bu durum garipsenmemeli, üstelik gayet normal kabül edilmelidir. 
 
Öncelikle diyalog, şartları eşit olanlar arasında yapılır. Yoksa, efendi ile köle arasında, aç ile kendisini açlığa mahkum edenler arasında, güçlü ile zayıfı güçsüz bırakanlar arasında, zalim ile zulüm gören/mazlumlar arasında adil bir diyalog zaten olmaz/olamazda.
 
Sağlıklı bir diyalog kurulması için; evvela diyalog yapan kimsenin muhatabına ’’belki bende ondan bir şeyler öğrenebilirim’’ diye sempati ile nötr halde bakması gerekir. Ayrıca kişi kendisinin kesin doğrularını da tartışma konusu yapmaya müsait olması, bilimsel doğrulardan ziyade, (çünkü, bilimsel doğrular zamana, şartlara göre değişebilir.) değişmez doğruları (Hikmeti) kabül etmeye hazır ve bu hususlarda kendisini de samimi olarak görmesi gerekir ki, işte o zaman verimli bir diyalog başlamış olsun.
 
Yoksa, bizim hakikatımız olmayan bir şeyi peşinen dışlayarak, şartlı diyaloglar yapmaya çalışmak sonuç alıcı olmaz. Mesela; Katoliklere göre sadece Hristiyan olmak yetmez, zira Katolik inancına sahip olmayan zaten cennete giremez. Onlara, ‘’Şeytan ve onun melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe girin.’’ denir. Matta İncili 25/41.Ayrıca, Baba, Oğul, Kutsal Ruh’tan oluşan teslis inancına karşılık, ‘’O birdir, doğmamış, doğrulmamıştır.’’ değişmez inancıyla çıkarsanız nasıl diyalog kurabilirsiniz? Ya da ahirette size sorulursa eğer; ‘’Nakşibendi tarikatının Halidiye kolundanım deyin! cennete girersiniz’’ gibi şartlanmış inanç sahibi kişilerle elbette diyalog yapılmaz. Zaten bu mecralarda kural; diyalog değil, monolog (tek kişinin yaptığı konuşma) şeklindedir. Dolayısıyla diyalog olsada sonuç alınmaz.
 
Ya da ‘’sizin değerlerinizin taşıyıcılığını yapmak için diyalog yapmaya hazırız’’ gibi söylemlerle daha mindere çıkıp güreşmeden birinin galibiyetini peşinen kabüllenmek, razı olmakta diyalog değildir. Veya, kelime oyunları ile görüşler arasında sentez yaparak biraz sizden, birazda bizden ortak noktalarda buluşalım diyerek yeni bir şey ortaya koymakta diyalog değildir. Bu tehlikeli durum olsa olsa ‘’eklektizm’’ olur ki, bunun inancımızla örtüşen bir yanı da yoktur.
 
Son yıllarda diyalog adıyla gerçekleştirilen belkide en sinsi olanı, halkın anlamayacağı şekilde dile getirilen sadece bilim erbabının anladığı şekliyle dile getirilen ‘’eklektizm’’ savunuculuğu yapmaktır. Eklektizm: ‘’farklı felsefi veya sanat sistemlerinden alınan unsurların yeni bir sistem içinde yeniden kullanılması, eklektizm kelimesinin kökü olan eklektik kelimesi, tek başına anlam ifade eden unsurların birden fazlasını toplayarak meydana getirilen yeni sistem veya sistemler anlamına gelmektedir.’’ Dinde veya sair düşünce akımlarında eklektizmin negatif bir anlamı vardır. Türkçede ‘’eklemek-takmak’’ anlamına gelen bu kelime, Lidya dilinde ‘’Lidce: eklektikos’’ kelimelerinden türemiştir. 19 yüzyılda yaygın olarak kullanılan bu kelime bir üslup değil, bir davranış ve yaşam biçimi olarak değenlendirilmelidir.
 
Eklektizm, TDK’daki karşılığı ise ‘’seçmecilik’’ demektir. Yunanca ‘’eklektos’’ kelimesinden türetildiği varsayılan eklektizm; ‘’felsefeden sanat ve psikolojiye çeşitli dallarda kendine yer bulmuş farklı ögelerin bir araya getirilmesi ve yeni bir tasarım oluşturmasını ifade eder.’’
 
Bir başka tanıma göre eklektizm; ‘’yaşam felsefesi bakımından çeşitli sistemlerden düşünceleri, görüşleri, inançları inceleyerek hiç birine takılıp kalmadan iyi, doğru ve güzel olandan katkıya açık olup, taassuba kapılmadan ilerleyebilmenin yöntemi, bir derleme ve sentezdir.’’ diyenler de vardır. Ayrıca ‘’eklektizm’’i bir yaşam biçimi ve davranışlar şeklinde görüp, yeni bilgiye açık, değişim ve dönüşüme müsait, bir yerlere takılmadan kendini yenileme, iyi, güzel ve doğru ne varsa alma ve felsefede ‘’eklektik’’ bir konum şeklinde de anlaşılmıştır. Yani; her görüşe saygı duyup hepsini bir potada eritebilmenin sistematiği, yenilikleri bünyesine katarak yetersizlikten kurtulma bakış açısıdır.
 
Yapılan tarif ve tanımlamalara dikkat edilirse şayet, bu diyalog çeşidi iyi niyetli görünsede uzun vadede kendi değerlerinden feragat edip yeni değerler ortaya koymayı ve yozlaşmayı hedeflerken, aşkın değerlerin de aşınmasını, bölünmeyi ve nifakı da artırmaya zemin hazırladığı görülür.İşte bu görevi üstlenenler, diyalog adıyla Türkiye’de yapmak istedikleri de galiba tam da buydu. Ne derece başarılı olundu, bunu da hiç kuşkusuz zaman gösterecek. Zira, biz sonuçları gördükten sonra yorum yapmaya başlarızda ondan.
 
Her şeyin yapımı temelden başlarken, yıkımlar ise tepeden başlarlar. Çünkü, derin dünya sahipleri (Masonlar ve türevleri olan Roteryenler, Lionslar, Farmasonlar vs.gibi) yeryüzünde dinsiz bir insanlık tasavvuru hayal etmektedirler. Bunun temelleri de 18.yüzyılda aydınlanmanın öncüleri olarak ileri çıkan, Rene Descartes, Gottfried Wilhelm Leibniz kabül edilir. Ayrıca, Almanya’da Johan Gottfried Herder, Immanuel Kant, Cristian Wolff; Fransa’da Denis Diderot, Claude Adrien Helvetius, Baron d’Holbach, Montesguieu, Jan-Jacgues Rousseau, Voltaire; Büyük Britanya’da David Hume, John Locke ve Thomas Paine Avrupa Aydınlanma Çağı’nın öncüleri olanlar tarafından temelleri atılmıştır. 
 
Kısaca savunulan; ’’Tanrı’ya ihtiyaç kalmadı. Çünkü, iyiyi-güzeli, doğruyu-yanlışı aklımızla bulabiliyoruz.’’  ve ‘’Tanrı tabiat olaylarına karışabilir ama bizim her işimize karışmasın’’ şeklinde özetlenen ve aklı önceleyen felsefesiyle halka servis edilen bu görüş, bir hayli de taraftarda bulmuş durumda. İşte diyalog adı altında yapılmak istenen de uzun vadede budur. Bu amaca bilmeyerek hizmet etmek, değirmenlerine su taşımak bedbahtlığı inanan ferasetli insanlara nasip olmamalıdır diyorum.
 
Bu tehlike kapımıza kadar dayanmış durumda. Çözüm için alınan kaç tane tedbirimiz, kaç tane çözüme dair araştırma tezimiz var? doğrusu bilmiyoruz.
 
Mustafa YILDIZ/ANKARA

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş