Toplumlar, insanlardan oluşur. O zaman bir toplumun inşası için insan merkeze alınmalıdır. İnsan, düşünen bir varlık olmasının yanında uzvi ve içgüdüsel ihtiyaçları da olan bir varlıktır. O nedenledir ki insan, ancak aklının, uzvi ve içgüdüsel ihtiyaçlarının fıtratına uygun tatmini ile huzura kavuşur. Keza sağlıklı bir toplumda sağlıklı insanlarla olur.
Sağlıklı bir toplum inşası düşünülüyorsa öncelikle insanın düşünme özelliğinin düzenlenmesi gerekir. Zira düşünme bir ibadettir. Her ibadetinde bir kuralı, bir nizamı vardır. Somutlaştırırsak insan önce eşyaya ve eşyanın etrafında olup-bitenlere bakmalı, eşyanın sahibini idrak etmeli, akabinde eşyayı varedenin varettiği eşya için vaazettiği tarif kullanma, istimal kılavuzunu bulmalı. Bu konuda ise Vahiy gerçekliği ortaya çıkmakta. Bu gerçeklik bizi-insanı; eşyayı yeniden vahyin ışığında tanımaya, eşyaya vahyin ışığında hükmetmeye götürmeli. Yani özetle dünya hayatı, insan, hayat ve kainat gerçeğini vahyin tarifi, Hz. Resul ya da Resullerin kılavuzluğunda tanımalı ve yaşamalıyız. İnsan öznesinden `Müslüman insan` öznesine geçtiğimizde yaklaşımlarımız biraz daha soyuttan somuta evrilmelidir. Bu konuda somut olarak Müslüman insan iki şeyi öncelikli ve zorunlu olarak bilmek mecburiyetindedir. Birincisi dini bilmek, ikincisi ise dinin tatbik sahası olan dünyayı bilmek. Bu bilme yolculuğunda hem vahyin hem de vahyin tatbikatcısı, pratisyeni olan Hz. Resul`ün(as) kılavuzluğuna başvurmak gerekir. Burada bir parantez açarak ifade etmek gerekirse; Dinin tanınması, dünyanın bilinmesi ve yaşanması için ``Müslüman insan`` karakterinin olgunlaşması gerekmektedir.
Müslüman insan nasıl olgunlaşır? Bunun için öncelikle yapılması gereken temel konu eğitimdir. O halde bu konuya cevap bulmamız gerekmektedir. Nasıl bir eğitime ihtiyaç var? Bunun da cevabı İslam dininin içeriğinde net bir şekilde mevcuttur. Bu bağlamda eşyaya bakış açımızı, Allah’a olan kulluk ibadetimizi gereği şekilde ifa etmemiz için eğitime tümden gelim metodu ile başlanmalıdır. Yani Kur`an`dan başlanmalı, Kur`an`ın tarif ettiği Elçiyi tanımalı, Kur`an ve Elçinin yönlendirdiği ilim erbabını tanımalı ve bu silsile içerisinde eğitim devam etmelidir. Dinin ve dünyanın bilinmesi ardından bir başka önemli husus da ‘Müslüman insan`nın aklen ve kalben tatmine ulaşmasıdır. Yani aklî ve kalbî tatminin inşa edilmesidir.
Aklî tatminin yolu Kur`an, Sünnet ve bu iki esasın onayladığı bilgiye ulaşmakla olur. Bilginin, yaratanın rızasına uygun bir şekilde değerlendirilmesi için ise kalbî eğitime, kalbî tatmine ihtiyaç vardır. Kalben itminan olmayan bir dil, gerçeğin rehberi olamaz ve muhatabını da ikna ve tatmin edemez. Yani `Müslüman insan` AKIL, KALP ve VAHİY ittifakının yansıması olmalıdır.
Yüce İslam dini bir taraftan;” aklı olmayanın dini yoktur.” buyururken diğer yandan aklı olanlara eşyaya ve eşyanın etrafında olup-bitenlere bakarak, yüce Yaratıcıyı idrak ve kabulünü istemekte. Yani Uluhiyyet mevzuunu akıl yoluyla halletmesini istemekte. Diğer yandan akıl yoluyla idrak ettiği Yaratıcıya vahiy gerçekliği ile ulaşması ve kabulünü öngörülmekte ki; buna VAHDANİYET`i kabul aşaması da diyebiliriz. Bu aşamanın ardından aklın fevkinde olan yüce Yaratıcıya kavuşturacak-ittisal ettirecek yol için Resul(as) gerçekliğine bakmamız, indirilen vahyin yaşanan hayata nasıl adapte edileceğinin öğrenim-eğitim ve taliminin o kutlu Resul’den öğrenmemiz gerekmektedir.
Allah`ı kabullenmek ya da O`na inanmak (Uluhiyet)`ten sonra Vahdaniyet yani Allah`ı ‘birr’leme gerçekliğine ulaşmak, ardından da Risalet gerçeğini kabul ve iman gerekmektedir. Devamında da bir olan Allah`ın gönderdiği elçinin-elçilerin Sünnetine uygun bir dünya tasavvuru ve yaşantısının inşası gerekmektedir.
Bunlar, yani akıl-vahiy-risalet gerçeğini kabullenmek saygın bir toplumun inşası için yeterli mi? Elbette yetersiz diyemeyiz. Zaten bunlar temel esaslardır. Ancak burada `Müslüman insan`a çok önemli bir görev daha düşmekte. O da kalbin itminanı. Zira itminana ulaşmayan kalp ve onun sahibinin, sağlıklı, duyarlı bir toplum inşasında yeterince başarılı olamayacağı muhakkaktır. Çünkü iç dünyasını, kalbini tatmin etmeyen bir insanın söz ve eylemlerinin tesir gücü olmaz. Zira kalpten gelen sözler ancak kalbe kalbolur.
Kalbin tatmini ya da tezyini nasıl olmalı? İşte bu nokta İslam tarihi boyunca ve günümüzde en karmaşık konulardan birisi olarak karşımıza çıkmakta. Dünden bugüne kalbin tezyini konusunda kurumsallaşmış bir kavram olarak karşımıza TASAVVUF kavramı çıkmakta. Kısaca tasavvufun dünkü tasavvur ve hali ile günümüzdeki tasavvuf algı ve uygulamalarını kıyaslamakta fayda vardır. Dün, yani Hz. Resul (as)`ün ahirete irtihali sonrası başlayan iktidar mücadelelerinin ardından ki bu mücadeleler; Cemal, Sıffin ve Kerbela’da vahşet boyutuna ulaştı. O dönem bu ve benzeri olaylara ellerini bulaştırmak istemeyen bir grup saygın Müslüman inzivaya çekilerek Kur`an’ da ifadesini bulan zikir, şükür, teheccüd, tevekkül, uzlet, sabır vd. kavramlar doğrultusunda ruhi-kalbi bir olgunluk yolculuğuna çıktılar. Bu yolculukta Allah`ın zikri, tevekkül, teheccüd gibi ibadetleri öne çıkararak ruhi bir olgunluğa ulaşmaya çalıştılar. Bu olgunluk süreci dünyadan el-etek çekme olarak değil, bilakis insan, hayat ve kainatı Allah`ın istediği tarzda idrak, akıl-kalb ve vahiy ittifakı ile hayatı yaşama gayreti olarak görebiliriz. Hicri ikinci asrın ortalarından itibaren varolmaya başlayan bu İslâmi yaklaşım ayrı bir din anlayış ve yaklaşımı değil, eşyaya ``hikmetli`` bakmanın bir yolu idi. Said-i Nursi bu konuda şöyle der: ’Kalp de akıl gibi işleyecektir. Kalbi işletmek için en büyük vasıta velayet mertebesinde zikr-i ilahi ile tarikat yolunda hakaiki imaniyeye teveccüh etmektir.’ Günümüzde ise kalbi boyut, hikmetli yaklaşım yerini adeta bireye-şeyhe tapınmanın dünyada şan-şöhret ve servet elde etmenin bir aracı-yolu haline gelmiştir. Günümüz tasavvuf anlayış ve inancının kurumsallaşmış hali olan tarikatlar dünün tasavvuf, hikmet ve kalbin tezyininden uzak adeta birer anonim şirket formatında karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar tarihi seyir içerisinde kendilerine şeyh-büyük mutasavvıf dense de ki onlar, muvahhid, kimselerdi ve onlar akıl, kalp ve vahyin düşünce ve yaşayışlarında tecassüm ettiği şahsiyetlerdi. İşte o şahsiyetleri, bugün el- etek öptüren kurumsallaştırdıkları tarikat yapılanmalarını ticari bir mekan ve anlayışa götüren günümüz tarikat ve şeyhlerinden uzak tutmamız gerekmektedir.
Özetle dayanıklı bir toplumun inşası için akleden, dini ve dünyayı bilen, dinin ve dünyanın yaşanmasında akıl-kalp ve vahiy ittifak ile hareket eden, yalnızca ilim sahibi değil, hikmet sahibi bir nesle ihtiyaç vardır. Böyle bir neslin yetişmesi ütopik değil, tarihimiz bu tür nesillerin yetişmesinin örnekleri ile doludur. Yeter ki bizler yitiğimizi yitirdiğimiz yerde arayalım.
10 Ağustos 2023
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024