metrika yandex
  • $35.68
  • 37.52
  • GA22095

Yeni Bir Başlangıç Yaparken

MUSTAFA YILDIZ
07.05.2023

 

Uzun bir aradan sonra tekrar sizlerle beraberiz.Bu arada başkalarını okuma, dinleme ve tahlil etme imkanımız oldu.Sadece kendi görüşlerini yazmak, düşüncelerini başkalarıyla paylaşmak elbette güzel bir şeydir.Ancak bazan sadece kendi görüşlerini öne çıkarmak, yalnız kendini dinlemek, tek taraflı düşünmek, ‘’Galiba doğruları sadece ben dile getiriyorum’’ zannına kapılma hissi elbette yazan her insan için bu duygu bir eksiklik sayılır.Ancak şu da bir gerçek ki, bir insanın her şeyi bilmek gibi bir mecburiyeti olmadığı gibi, takdir edersiniz ki, böyle bir imkanı da yoktur.

Halbuki insan, başkalarını da okuyup dinleyince, meğer insanlar neler de düşünüyormuş? insanlar nelerle meşgul oluyorlarmış, dünyada her şey sadece senin düşündüğün şekilde cereyan etmiyor, başkalarınında doğruları var, herkesin baktığı pencerenin görüş alanı sınırlı olduğundan pek tabiki görüşler değişebiliyor, daha doğrusu herkesin sınırlı bir görüş alanı olduğu için her insan olayları baktığı ve gördüğü kadarıyla görebiliyor ve gördüğü kadarıyla düşünebiliyor, gördüğü kadarıyla da yorumlayabiliyor.Ayrıca, insan düşüncesini besleyen kaynaklarda farklı olunca her insana göre doğru ve yanlış kavramlarıda değişebiliyor.İnsanların doğal olarak müşterek bir görüş etrafında buluşmalarıda pek tabiki zorlaşıyor.

Toplum içinde farklı düşünceler karşısında insanların takındığı tavırlar ve başvurdukları çözüm yolları genellikle münakaşa, münazara, cedel, tenkit ve tartışma şeklinde ortaya çıkıyor.Elbette tartışmak ve münakaşa etmekten maksat doğru olanı bulma ve doğru olanı ortaya çıkarma amacına yönelikse bu usul doğru ve dozunda kaldığı müddetçe faydadan beri değildir.Ancak, tartışmada zaman zaman dozu kaçırıpta işi kendi görüşünü dayatmaya, üstün gelmeye ve münakaşa etme şekline dönüşürse şayet işte o zaman yapılan iş egoları yarıştırma ve egoları tatmin etme yarışına dönüşür ki, bu da insana, insanlığa faydadan çok zarar vermeye başlar. 

Bu türden tartışmalar müslümanlar arasında çok daha yaygındır.Bu devletler bazında da öyledir.Zira Müslüman olmayan ülkeler arasında sadece çıkar ve menfaatler çatışması söz konusudur.Çıkar ve menfaatler bölüşümünde anlaşma ve ortak bir bölüşme sağlandığında aralarındaki sorunlar büyük oranda çözülmüş olur.Halbuki, halkı müslüman olan devletlerin bir çok müşterek ve ortak noktaları olmasına rağmen, uzun süre bir arada tutmayı beceren Osmanlı, I.Dünya savaşı sonrasını mağlup olarak tamamlayarak bir daha ayağa kalkma ihtimali olmasın diye irili ufaklı altmışa yakın ülkeye bölünerek adeta paramparça edilerek dünya sahnesine çıkarıldı.

Oysa, müslüman ülkelerin bir araya gelmeleri için sebep olarak müşterek bir çok ortak nokta ve ortak değerleri bulunmasına rağmen, hatta ümmet olma bilincini bir nevi görevleri olarak bilmelerine rağmen kendi aralarındaki bölgesel yorumlarla ulusal bilinçlerine uygun olacak şekilde yorumlar yapılarak tarihi her devlet adeta kendisiyle başlattı.Hatta, İslâm dinini bile Türk İslâmı, Kürt İslâmı, Arap İslâmı, Fars İslâmı, Mağrip İslâmı, Şark İslâmı gibi bölgesel ve etnik yorumlarla yorumlanan yaklaşımlar öne çıkartılarak müslümanların düşünsel birikimleri bile bu yaklaşımlara göre kategorize edildi.Mesela, Türkler için Hanefi-Maturidi, Kürtler için Şafii-Eşari, Araplar için Hanbeli-Selefi, Farslar için Şii-Mütezili gelenek öne çıkartılarak bunların birbirleri ile irtibatları bilinçli olarak zayıflatıldı.Kendilerince bölünmenin zeminini dinen meşru hale getirmenin zemini de sağlamış oldular.

İslâm, Hak-Batıl(Doğru-Yanlış) mücadelesi eksenli tarihi bir perspektife oturma yerine milli tarih yorumlarına evrildi.Mesela; İran’ın her geçen gün Sahevi Şiiliğine doğru yaklaşması, Mısır’ın Kıpti-Arap geçmişine sürekli atıflarda bulunması, Suudi Arabistan’ın Mekke ve Medine’ye ev sahipliği yapmasından ötürü kendini merkezde görmesi ve Vehhabiliği sürekli ihraç etme gayretleri gibi faaliyetleri ümmet olma bilincinin sürekli yara almasını teşvik etti.Türkiye özelinde ise, son yıllarda bilinçli olarak kullanılan ‘’Yerlilik ve Millilik’’ kavramlarının ortaya çıkmasını da bu bağlamda ve ayrışmaya yardımcı olmaya hizmet olarak değerlendirmek gerekir.

Bu durumlar ve benzeri yaklaşımlar ümmetin evlatları olarak anılan Osmanlının askerlerini yükselme döneminde ‘’Evlad-ı Fatihan’’ olarak anılırken, maalesef gerileme dönemine girildiğinde ise aynı askerler ‘’Evlad-ı perişanlığa’’ döndüler.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş