İstikrar ve güvenlik arayışı ile toplumların gelişip ilerlemesi arasında nasıl bir ilişki vardır? Kuşku yok ki, güvenlik arayışı toplumlar ve devletler için önemli bir değerdir. Ancak istikrar ve güvenlik endişesiyle, toplumsal talepleri bastırmak, dahası o talepleri ötekileştirerek etkisizleştirmeye çalışmak çok daha büyük toplumsal sorunlara yol açar. Toplumsal ve siyasal konularda ortaya çıkan anlaşmazlıklar, genellikle devleti, istikrarı ve düzeni zedeleyen araçlar olarak görülür.
Türkiye siyaseti, miras aldığı siyasal anlayış dolayısıyla, devletin karşısında eleştirel bir duruş sergileyen ve farklı bir siyasal anlayış öneren kesimlere karşı daima kuşkulu davranmıştır. Bu kuşku, her farklı düşünce ve siyaset anlayışına karşı, iç ve dış düşmanlar nitelemesiyle, önlem almayı gerekli kılmıştır. Düzen ve istikrar arayışı sorunsuz işleyen bir sitemin temel taşı olarak kodlanmıştır. Türkiye siyaseti, bu anlayışın yarattığı sorunlarla karşı karşıyadır.
Sanıldığının aksine düzen ve istikrar arayışının en önemli ölçütü olan düzgün işleyişler, önemli bir zaafı da içinde taşırlar. "Hatta düzgün ve olağan işleyişler, çoğu kez ihtilafların küçümsenerek gözden ırak tutulmasına yol açar. Bu ise sorunların birikerek ancak bir patlama noktasında açığa çıkmasına neden olur. Oysa ihtilaflar çoğu zaman olumsuzluklara mebni de değildir ve herhangi bir ihtilafın olmaması, toplumun farklı ihtimaller üzerinde düşünmemesi, bu meyandaki bir geleceği zorlamaması, daha iyinin ortaya konulma çabası içine girmemesi anlamına da gelmektedir."(Ümit Aktaş, Nasıl Yapmalı, Çıra yayınları, s: 80)
Sorunların bastırıldığı ya da ertelendiği, güvenliğin ve istikrarın öne çıkarıldığı, farklı düşüncelerin düşmanca karşılandığı toplumlarda bunalım kaçınılmazdır ve sert olur. Bu noktada yıkıcı olan farklı düşünceler değil, farklı düşünceleri bastıran otoriter yönetimlerdir. İslam toplumlarının zaman zaman sert dönüşümler yaşaması, ihtilafları rahmet değil, fitne olarak tanımlayan zihinsel yapıdan beslenmektedir. Başkanlık sisteminin otoriterliğe kayması, güvenlik ve istikrarı öne sürerek, farklı toplumsal talepleri yok sayması, ertelemesi ve düşmanlaştırması, en büyük gerekçesi olan güvenlik ve istikrarı en çok tehdit eden araçlara dönüşme tehlikesini barındırmaktadır.
İstikrarı ve güvenliği öne çıkaran toplumların, ihtilafları sorun alanı olarak kabul etmesi, hem farklı düşüncelerin ortaya çıkmasını engellemekte, hem de toplumun dinamizmini yok etmektedir. Böyle bir toplumda her yenilik arayışı milliyetçilik, muhafazakar ideolojilerle örülen statükonun duvarına çarpmaktadır.
Düşünce özgürlüğünün yeterince yeşermediği toplumlarda milliyetçilik ve muhafazakarlık güçlüdür. Çünkü bu ideolojiler özünde ne pahasına olursa olsun var olanı her değişim talebine karşı korumayı hedeflerler. Milliyetçilik ve muhafazakarlık, Hz. Peygamberin "ihtilaflar rahmettir" anlayışına karşı, ihtilafları düşmanlık olarak kabul eden bir felsefeye sahiptir."Nitekim Hz. Peygamber(as), 'Ümmetimin ihtilafı rahmettir' diyerek, ihtilaflardan korkulmak şöyle dursun, rahmete vesile olduğunu bildirmiştir. Çünkü ancak ihtilaflar yoluyla toplumsal sorunlar açığa çıkar; sorgulanır, tartışılır ve çözüme kavuşturulabilir. İhtilafların olması, bir gelecek perspektifi karşısında farklı düşüncelerin ve arzuların ortaya konulabilmesi anlamına da gelmektedir. İnsanlar düşünmekte, arayış içerisine girmekte ve bu çabaları bastırılamamaktadır. Çünkü hakikat bir olsa da, oraya giden yollar farklı farklıdır ve hangi yoldan yürüneceği konusu elbette ki tartışmaya açıktır. O nedenle ihtilaflardan kaçınmak yerine, bu ihtilafları ifade edilme imkanınakavuşturarak, olumlu bir toplumsal mücadeleye dönüştürmek, toplumsal sorunların çözümü için bir müzakere ve rekabet alanı yaratmak daha anlamlı ve olumlu bir gidişatı sağlayacaktır."(Ümit Aktaş, Nasıl Yapmalı, Çıra yayınları, s: 80-81)
İhtilafları fitne dolayısıyla bastırılması ve değişimi engellemesi, toplumu muhafazakarlaştırmaktadır. Muhafazakar toplumda, tarihsel sorunlara cevap üretmiş ve zamanında olumlu rol oynamakla birlikte günümüzde engel olarak ortaya çıkan tutumları ve politik - dini yapıları desteklemek yaygındır. Nitekim yaşadığınız toplumda Osmanlı hilafet saltanat karışımı bir modeli çözüm olarak önermek muhafazakarlığın getirdiği bir zihinsel tembelliktir.
Bu zihinsel tembelliği aşacak en önemli araç ise içtihattır. İçtihat, temel kaynaklardan yararlanarak güncel sorunlara cevap üretecek zihinsel çabadır. İçtihadın, yeni yorumların, farklı zihinsel çözümlemelerin olmadığı toplumlarda eskiyi tekrar etmek kaçınılmazdır. Bu durumda özgün düşüncelerin yerini, bir tür eskinin yorumu olan şerh ve haşiye geleneği alır. Bu durum entelektüel üretimim önündeki en büyük engeldir.
Yeni siyasal arayışlar yerine var olanın korunması refleksi, değişen koşullara cevap üretmekte zorlanan siyasal yapılara sadakati ortaya çıkarır. Bu durumda muhafazakarlık siyasal anlayışa egemen olur.
Aydınlara düşen en önemli görev, siyasal hayatı teslim alan ve her tür yenilik anlayışını fitne olarak gören muhafazakar anlayışa karşı mücadele etmektir. Çok daha önemli olan ise, muhafazakarlığı meşrulaştıran, güvenliği ve istikrarı her tür değerin önüne alan, yeni arayışları ötekileştiren tarihsel mirasla hesaplaşmak ve siyasal bir zihinsel dönüşümüm önünü açmaktır.
ÇİÇEKTİR ÇOCUKLAR|HATUN ÖZKÜMÜŞ
12.09.2024
Ebu Ubeyde'den önemli açıklamalar!
26.08.2024
İSTİKLAL MAHKEMELERİ VE ŞEYH SAİD KIYAMI
25.08.2024
Nurettin Topçu ve Anadolu Sosyalizmi-5
25.08.2024
Giyinmek Güzeldir | Hatun Özkümüş
22.08.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024
SEVGİLİ AYŞENUR MÜSAADEN OLURSA… ESRA DURU 12.09.2024
MEVLİD-İ NEBİ AHMET SEMİH TORUN 15.09.2024
Zamanın Ruhu Aydınlar ve Söylem YUSUF YAVUZYILMAZ 15.09.2024
Küflenmiş Bir Zihin Dünyası ATASOY MÜFTÜOĞLU 20.08.2024
EKSİKLER RİSALESİ RÜSTEM BUDAK 24.08.2024
İslam’ın Son kalesi Hamas… ABDULAZİZ TANTİK 22.08.2024