metrika yandex
  • $39.57
  • 45.75
  • GA29980

İSLAM, SİYASET VE KADER

YUSUF YAVUZYILMAZ
27.04.2025

İnsan kavramlarla düşünmekte ve akıl yürütmektedir. Sağlıklı düşünmek için doğru kavramlara ihtiyaç vardır. Tarih boyunca en çok semantik müdahale ile anlam kaybına ve farklılaşmasına maruz kalan kavramlar dini kavramlar olmuştur. Bu durumun asıl nedeni siyasal iktidarların kendi ideolojilerini besleyecek ve destekleyecek bir dini söylem arayışı olmuştur.

Müslümanlar, Kur'an ve Hz. Peygamberin uygulamasından yola çıkarak insanlığın beşeri tecrübesini harmanlayarak, özgürlük, liyakat ve sorumluluğu temel alan yeni bir siyaset teorisi üretmelidir. Bu sorumluluk, peygamberlerin mirasçısı olan aydınların temel sorumluluğudur.

Bugün İslam ülkeleri üzerine yapılacak yüzeysel bir gözlem bile, tarihsel tecrübenin siyaset anlamında nasıl bir model ürettiği konusunda yeterince bilgi vericidir. Bu siyasal kültürü üreten tarihsel din algısıyla yüzleşmek gerekir.

Niteliği ne olursa olsun her tür muhalefeti fitne olarak kodlayan, dışlayan ve ötekileştiren bir kültürden ancak otoriter, merkeziyetçi ve güvenliği adaletin önüne koyan bir siyaset ürer. Oysa İslam inancının siyaset konusundaki temel kavramı adalettir. Adaletin karşıtı ise zulümdür. Şura( Kolektif akıl) , istişare( Danışma) gibi yöntemlerin olmaması adaletsizliğin temel nedenidir.

Adalet ve liyakati temel değer olarak kabul etmeyen hiçbir sistem İslami olamaz. Adalet ve liyakatin ne olduğu ise Kur'an ve Sünnette açık olarak belirlenmiştir. Öyle görülüyor ki, adalet ve liyakat konusunda İslam ülkeleri olarak görülen ülkeler, İslam olmayan ülkelerin çok daha geridedir. Bu haliyle kendi içlerinde adalet ve liyakati gerçekleştiremeyen ülkelerin dışarıya örnek olması mümkün değildir.

İslam, sınırları belirli bir siyasi model belirlemediğine göre, yapılması gereken, Kur'an ve Sünnet'in değerlerine uygun bir siyasal model arayışında olmaktır. Adalet, şura, istişare ve meşveret gibi değerler dikkate alındığında İslam'a en uzak model hilafet-saltanat modelidir. Ne yazık ki, İslam tarihsel tecrübesinin hakim siyasal modeli de budur. Bu modeli ideal kabul eden bir zihin, özgürlük, adalet ve sorumluluğu temel alan bir modeli savunması oldukça zordur. Bu durum siyasal anlayış konusunda kapsamlı bir devrime ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.

İslam siyaset teorisi öte yandan evliya kültürünün ürettiği kutsal kişilik anlayışının baskısı altındadır. İktidar sahiplerini insanüstü ve kutsal bir konuma yerleştiren bu anlayış yöneten ve yönetilen arasında aşılamaz bir farklılık yaratır.

Şia imamet teorisindeki İmamların yanılmazlığı ve ismet sıfatına sahip olmaları otoriter ve kutsal siyasetin üretilmesinin önemli nedenlerinden biridir. Öte yandan Kuranın asıl anlamı olan batıni bilginin taşıyıcılarının imamlar olması onlara önemli bir ayrıcalık kazandırmaktadır. Bu anlayışın nasıl bir zihniyet üreteceği açıktır.

Siyasal iktidar sahiplerinin Allah’ın kaderiyle belirlendiğini savunan bir siyaset teorisinde iktidarın faaliyetlerini eleştiri imkanı yoktur. Çünkü eleştirinin öznesi iktidar sahipleri değil, bu kaderi çizen Tanrı olacaktır. Hiç kuşkusuz kimsenin Allah'ın kaderine muhalefet etmesi düşünülemez. Yapılacak olan kaderin sonuçlarına rıza göstererek sabretmektir. Kendine yönelik eleştiriyi, Allah’ın kaderine yönelik eleştiri olarak gören bir siyasal iktidarın kendini Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi olarak görmesi kaçınılmazdır. Öte yandan bu durum güçlü iktidar sahipleri ve zayıf halk anlayışını meşrulaştırır.

İslam siyaset teorisi, Sünni hilafet saltanat modeliyle, Şii imamet modelinin baskısı altındadır. İki model de kelami açıdan özgürlük değil, zorunluluğun baskısı altındadır. İslam siyaset teorisini Müslümanların tarihsel tecrübesi ve aklı deneyimlerini temel alan özgürlükçü bakışa ihtiyaç var.

Sünni teori başlangıçta şura, biat ve seçim yöntemleri üzerinden hareket etse de, Emeviler’den itibaren Şia ile babadan oğula geçme konusunda ortaklaşırlar. Saltanat konusundaki ortaklaşma kelami anlamda özgür iradeyi devre dışı bırakan kaderciliği genel bir düşünce biçimi haline getirmiştir.

İnsan eylemlerinin önceden belirlendiğini savunan kader anlayışı, siyasal açıdan özgürlük ve sorumluluğu ortadan kaldırır. Üstelik bu yaklaşım siyasal iktidarlar için son derece kullanışlı bir siyaset anlayışı üretir.

Saltanat ve hanedan yönetimleri, siyasal iktidarı doğuştan gelen bir hak olarak görür. Bu durum liyakat ve hak etme imkanlarını ortadan kaldırır. Böylece ehliyet anlayışı tümüyle ortadan kalkar. Adaletin ve liyakatin devreden çıkarıldığı bu yöntem İslam'ın temel ilkelerine aykırıdır.

Siyasal anlamda Allah'ın ezeli takdiri ile temellendirilen kader anlayışını kökten değiştirmek ve insanı sorumluluğu öne çıkaran anlayışa geçmek gerekmektedir. Bu hiç kuşkusuz köklü bir zihniyet değişimi gerektirmektedir.

İslam ülkelerinde siyaseti büyük ölçüde domine eden otoriter, totaliter, merkeziyetçi siyasal zihniyetin altında geleneksel kader anlayışının şekillendirdiği tarihsel mirasın belirleyici etkisi vardır.

Öte yandan kader konusunu tartışırken ilgili kavramın, tarih içinde semantik müdahaleye maruz kalarak özünden uzaklaştığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla Kur'an'ın kullandığı kader kavramı ile geleneğin inşa ettiği kader kavramı arasında telifini mümkün olmayan bir farklılık oluşmuştur.

Öyle görülüyor ki, insan akıl ve irade sahibi yaratılmıştır ve yaptığı eylemlerden sorumlu tutulmuştur. İnsanın kara verme yeteneğine uygun, akıl sahibi, özgür, yaptıklarından sorumlu olduğu açıkça belirtilmektedir. Kader konusu, insan özgür bir varlık olması ve yaptıklarından sorumlu tutulacağı ön kabulleri çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Yaygın kader anlayışı, insanın özgürlüğünü sorunlu hale getirdiği gibi, hesap verilebilir bir varlık olmaması da ahlaki olarak sorunlu hale getirmektedir. Bu durum, ileriki aşamada, insanın din ve ahlaka karşı duyarsızlaşmasına neden olmaktadır. Ayrıca seçim ve özgürlüğün belirlemediği bir eylemden insanı sorumlu tutmak mantığa ve akla aykırıdır.

Kader kavramı, insanın eylemlerini önceden yazıldığı, bir halk türküsünde dile getirildiği gibi, "Alnıma yazılmış bu kara yazı/ Kader böyle imiş ağlarım bazı", anlamında kullanıldığı an, özellikle siyaset alanında, iktidar kesiminin sorumsuzluğunu besleyen bir kavrama dönüşür. Bu anlamda iktidarın sorumluluğu ve hesap verme anlayışı ortadan kalkar.

Oysa daha ilk başta, Allah, insanı bir seçme sorumluluğu ile baş başa bırakır. Akıl ve irade bu seçimde insanın rehberi konumundadır. Bundan dolayı Allah, aklını kullanmayanları kınar. İman konusundaki teklif, insanın geleceğini belirleyecek ilk ve en önemli adımdır.

Kader kavramı, özgürlük, sorumluluk, hak arama, hesap verilebilirlik, boyun eğme, hesap sorma kavramlarıyla yakından ilgilidir. Bu anlamda kader kavramı hem bireysel her de kamu hukuku anlamında anahtar kavramlardan biridir.

İslam inancında ödül ve ceza işlenen eylemden sonra gerçekleşen bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ödül ve cezanın eylemden önce ortaya çıkması mümkün olmadığına göre, geleneğin besleyip büyüttüğü ezeli yazgı anlayışı sorunludur.

Güncel olan ve felsefenin de merkezinde yer alan insanın özgürlüğü konusu tartışıldığında karşımıza, geleneksel din anlayışının beslediği ve insanı edilginleştiren, sorumluluktan uzaklaştıran " kader " anlayışının çıkması kaçınılmazdır. Bundan dolayı insanı sorumlu ve muhatap kılan bir kader anlayışına ihtiyaç olduğu açıktır.

Sağlıklı bir siyasal ve hukuk anlayışı oluşturmak için insanın özgürlüğünü ve hesap verilebilirliğini, siyasal ve toplumsal her tür eyleminden sorumlu olduğunu kabul eden bir kader anlayışına ihtiyaç vardır. Bu konuda Mutezile, Kaderiye, Ebu Hanife, Kadı Abdülcabbar, Hasan Basri ve Maturidi ekol ve düşünürlerini başını çektiği özgürlük anlayışını izlenmek gerekir.

İnsanın özgür yaratılması, evet ve hayır diyebilme imkanını da barındırmaktadır. Hayır deme imkanının olmadığı bir tasarım, insanın özgürlüğünü yok ettiğinden, insan fıtratına aykırıdır. Bundan dolayı, insanın özgürlüğünü, nedeni ne olursa olsun, ortadan kaldıran her tür totaliter yönetim İslam'a aykırıdır.

Hz. Peygamberin en önemli siyasal mirası Medine Vesikası'dır. Bu model siyasal tarafların özgür katılımını öngörür. Yönetimin nass ile değil, Kur'an'ın temel değerlerine aykırı olmayan beşeri bir faaliyet olduğunu ileri sürer. Öyle görülüyor ki, Kur'an ve Sünnet'in temel değerleri ile Müslümanların tarihsel tecrübesi bin ürettiği siyaset fıkhı çatışma halindedir. İslam dünyasının özgürlük ve sorumluluğu temel alan yeni bir siyaset fıkhına ihtiyaç vardır.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş