“İslam’ın Güncellenmesi” Tartışmaları Bağlamında
İlahi Vahyin Zamansal ve Toplumsal Gerçekliğe Tekabuluyeti
Giriş: “İslam'ın güncellenmesi var”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın; “Anlamak mümkün değil. Bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar farklı bir asırda yaşıyorlar, çünkü İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam'ın güncellenmesi var. İslam'ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle bugün uygulayamazsınız. Bugün İslam'ın uygulanması zamanın, koşulların şartlarıyla değişiyor. Birçok hoca efendi şimdi beni tefe koyup çalacak, rabbim tefe koymasın. Dini hususların tartışılmasında da seviyeler vardır. Aslolan bizim mukaddes kitabımız Kuran'dır. Kuran'a ters değilse mesele bitmiştir.” şeklindeki konuşması, kadim tartışmayı, İslam’a hangi düzeyde inanırsa inansın her seviyedeki ve her toplumsal yapıdaki Müslümanı muhatap alacak şekilde ve onun anlayacağı ifadelerle gündeme taşıdı. Etki alanı elbette Müslümanlarla sınırlı kalmadı.
Herkes bu tartışmanın bir yerinden tuttu, kendine göre anladı, yorumladı. Bu konuşmadan en çok bizim muhafazakâr kesim rahatsız oldu. İlk iki gün ilgili kesimin medyası ve sözcüleri, Cumhurbaşkanı ve hükümetle ilgili her haberi köpürterek sunarken bu haberi görmezden geldiler.
Cumhurbaşkanı, Dünya Kadınlar Gününde yaptığı bu konuşmayı farklı versiyonları ile bir hafta sütreyle, her konuşmasında dile getirdi. İlk günkü, herkes için yapılan bir konuşmaydı. Bunun için herkesin anlayacağı “İslam’ın güncellenmesi” ifadesini kullandı. İkinci gün muhatap kesimini muhazakar kesimle sınırladı ve konuşmasını onlar için güncelledi. “İhya” dedi, “tecdit” dedi, “içtihat” dedi, “Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz.” dedi, Mecelle kaidesini hatırlattı. “Reform” mu? “Haşa ne reformu” dedi. Birincisinde halkın anlayacağı bir dil kullandı. İkincisinde muhazakar kesime kendi kavramlarıyla, geleneksel İslam düşüncesinin kavramları ile seslendi. Konuşma içeriği hepsinde aynıydı. “Değişmeyen şey değişim” dedi, “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” dedi. Bu konuşmaları da her kesim, kendi durduğu yere göre, kendi anlayışına halel getirmeyecek şekilde anlamaya çalıştı. Konuşmadan iki gün sonra cemaatlerin baskısı sonucu birkaç ay önce görevden alınan Diyanet İşleri eki Başkanı Mehmet Görmez TRT Haber’de acilen, program dışı olarak canlı yayına çıkarıldı ve konu ile ilgili görüşleri soruldu. O da “ahkâmın tağayyurunun/ değişmesinin” zorunluluğundan söz etti.
Cumhurbaşkanı, Diyanet yetkililerinin, İlahiyat hocalarının, yani “konuşması gerekenlerin” konuşmamasından da yakındı. Hocaların konuşmamasının veya konuşamamasının faklı nedenleri olsa gerektir. Müslüman dünyanın gerçekliği ve devlet/cemaat ulema ilişkilerinin özelliği nedeniyle konuşabilmek sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Bireyin konumu ne olursa olsun devlete olan aidiyet duygusunda sorun vardır. Özellikle de muhafazakâr ve dindar kesimlerin, farklı etnisiteye sahip olan vatandaşların vatandaşlık ilişkisi, devlet içindeki farklı yapılanmaların ve sahiplenmelerin de etkisi ile devleti sahiplenmeye, kendisini onun bir parçası olarak görmeye dönüşmemiştir. O kendisini devlet dışında başka bir sosyal yapıya ait olarak görmektedir. Tüm ilişkilerinde onu öncelemektedir. Sorunun en temel kısmı burada yatmaktadır. Ancak bu sorun bu yazının konusu değildir.
Tekrar İslam’ın güncellemesine dönersek: “Güncelleme” hemen hemen her kullananın aynı anlamı yüklediği, kavramlaşmamış/ ıstılahlaşmamış sade bir kelimedir. “İhya”, tecdid”, “içtihat”, “reform” gibi özel anlamları ve özel kullanımları olan bir kelime değildir. Konunun/ sorunun halk/ avam düzeyinde konuşulabilmesi ancak “güncelleme” gibi bir kelime ile mümkündür. Sanırız bu nedenle seçilmiştir. Biz de konuyu/sorunu tartışmayı “güncelleme” ve “değişim” üzerinden devam ettirelim.
Kur’an’in 23 yıllık bir süreçte nazil olması zaten değişim ve güncellemenin dinamikliğini, belirleyiciliğini ortaya koyuyor. Medine’de inmesi gereken sureler/ayetler Mekke’de inmiyor. Medeni dönemin 5. yılında inmesi gerekenler 2.yılında inmiyor. Vahiy süreci bile sosyal, toplumsal gerçekliği hesaba katarak, kendi içinde bir güncellemeyi öngörüyor. Sorun, yöntem ile aracın, amaç ile malzemenin, sabit olan ile değişkenin, dini olan ile kültürel olanın/örfün, yerel/tarihsel olan ile daimi/ evrensel olanın birbirinden ayrılamamasından, birbirine girmesinden, birbirinin yerine kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Sadece “ezmanın/zamanın tagayyürü/değişimi” değil, mekânın tagayyürü/değişimi, muhatabın tagayyürü/değişimi de ahkâmı/hükmü/uygulamayı değiştirir. Bu nedenle sorun veya güncellenmesi gereken şey sadece Kur’an dışındaki metinler, yazılı veya sözlü kültür değil, Kur’an’ı okuma ve anlama biçimimizin, yönteminin de güncellenmesi gerekir. En temel sorun; zihinsel gerçeklikle toplumsal/sosyal gerçekliğin örtüşmemesidir. Ne toplumsal gerçekliğin sahiciliği, ne de zihinsel gerçekliğin zamansallığı/ tarih dışılığı sorgulanabilmektedir. Hele muhatabın “ne”liği, “nasıl”lığı, “kim”liği, sosyal tekabuliyeti dikkate alınmadığı için fotoğrafın bütünü görülememekte, ilgili malzemenin/ metnin/ hükmün mahiyeti kavranamamaktadır. “Müellefe-i kulub” gibi, “ehli kitap kadınlarla evlilik” gibi çok bilinen örnekleri tekrarlamayacağım. Daha ilkesel ve yöntemsel bir güncellemenin gerekliliğini Kur’an’ın nüzul dönemi kadın anlayışının Kur’an’daki yansımalarından yola çıkarak ifade etmeye çalışacağim.
İlahi Vahyin Nüzul Dönemi Gerçekliğine Tekabuluyeti
Bilindiği gibi Miladi 610’ların dünyasının kadın anlayışının bir benzeri Arap Yarımadasının sakinleri için de geçerliydi. O dönemin gerçekliğinde erkek reşit kabul edildiği halde kadın hangi yaşta olursa olsun reşit kabul edilmez, toplumsal arenada ve hukuki işlerde babasının, kocasının veya erkek kardeşinin vesayeti altında yer alır, karşılık bulurdu. Mal- mülk edinmede, çarşı -pazar işlerinde, evlilik ve cezai ehliyet gibi konularda da bu vesayet hali göz önünde bulundurulurdu. Bu çerçevede annenin aile içinde doğurma ve erkeğe hizmet dışında bir fonksiyonu yoktu. Aile, erkeği kutsayan, erkek egemen, pederşahi bir yapıya sahipti. Aynı şey daha ağır olarak köle için de söz konusuydu. Onun hukuk karşısındaki konumunu da sahibi/ efendisi belirlerdi.
İşte Kur’an da bu vasat üzerinde nazil oldu ve ahkâmını da bu gerçeklik üzerine inşa etti. Mevcut uygulamayı düzeltmeyi/güncellemeyi veya yerine nasıl yeni bir yapı kuracağını da mevcut toplumsal gerçeklik üzerinden yaptı.
Konunun daha iyi anlaşılması ve güncellemenin zaruretini kavrayabilmek için, konuyu daraltarak belli örnekler üzerinden gidelim.
İlk örneğimiz Nisa suresi 34.ayet olsun. İlgili ayet için, bir örnek olması açısından, biri Elmalılı’ya diğeri Diyanet’e ait iki meallendirme sunalım. Diyanet İşleri Başkanlığının her iki meali de ilgili ayeti günümüz gerçekliğini ve kadın algısını göz önünde bulundurarak parentez içi ifadelerle okuyucu yönlendirilerek anlamlandırmışlardır. Çünkü bu mealler 2000’li yılların dünyasının gerçekliğinde yazılmıştır. Rahmetli Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ise 1930’lu yılların gerçekliğinde ayetleri anlamlandırmıştır. İki meal arasındaki dil ve yorum farkı bile pek çok şey söylemektedir. Elamlılı’nın mealini yazdığı dönemde kadın algısı ve toplumsal gerçekliği bugünden farklı olduğu için ayetlerin anlamı, geleneksel anlayışın bir yansıması olarak yalın bir şekilde verilmiş, Diyanet meallerinde ise günü kurtarma çabaları açık bir şekilde görülmektedir. Bir taraftan Kur’an ayetlerinin “asli/geleneksel” anlamı verilmeye çalışılmakta bir taraftan da bu “asli” anlam parantez içi ifadelerle bugünün muhatabının anlayışı ile meczedilmeye çalışılmaktadır.
(Elmalılı meali)[1]: “Er/erkek olanlar kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kerre Allah birini diğerinden üstün yaratmış, bir de erler/erkekler mallarından infak etmektedirler, onun için iyi kadınlar itaatkârdırlar, Allah kendilerini sakladığı cihetle kendileri de gaybı muhafaza ederler, serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince: evvelâ kendilerine nasıhat edin, sonra yattıkları yerde mehcur bırakın, yine dinlemezlerse döğün, dinledikleri halde incitmeye behane aramayın, çünkü Allah çok yüksek, çok büyük bulunuyor” (Nisa:4/34).
(Diyanet İşleri Başkanlığı Meali)[2]: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da "gayb"ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür” (Nisa:4/34).
(Diyanet Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri)[3]: “Allah’ın, (iki cinse) birbirinden farklı özellik ve lutuflar bahşetmesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdır; Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” (Nisa:4/34)
Bu ayet nüzul döneminin toplumsal gerçekliğini, erkek egemen yapısını, kadının, erkeğin (erkeğinin/kocasının, babasının, erkek kardeşinin) vesayetinde, onun koruması altında yaşadığı gerçeğini apaçık ortaya koymaktadır. Bu gerçeklik İLAHİ bir NORM değil, DÜNYEVİ bir SONUÇtur. Yani o dönemin dünyasında, özellikle de Arabistan’da işler böyle yürümektedir. Allah da bu durumu tarif ve tasvir etmekte, bunu üzerinde işlem yapacağı bir norm olarak kabul etmekte, bir sisteme ve hukuki yapıya dönüşmemiş ama fiilen yaşanılmakta olan bu gerçekliği daha anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir hale getirmektedir. Bir anlamda bu normları yargı ifadelerine dönüştürerek bir restorasyona tabi tutmaktadır. Şimdi bu ayetteki tespit, norm ve yargı ifadelerine bir göz atalım.[4]
Tespitler:
Yargı ifadeleri:
Veya
Erkekler kadınlardan üstün yaratıldığı için kadınlar üzerine yöneticidirler.
Veya
Allah’a itaat ettikleri için iyi kadındırlar
Veya
İyi kadınlar, kocaları mallarından harcadıkları için onlara itaat ederler.
veyahut
İyi kadınlar Allaha itaat ettikleri gibi kocalarına da itaat ederler.
Devam edecek inşallah…
(Not: Bu makale Yetkin Düşünce Dergisinin 3. sayısında (Temmuz 2018) yayınlanmıştır.)
[1] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul.
[2] Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an- Kerim Meali, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları; Hazırlayanlar: Doç. Dr. Halil Altuntaş - Dr. Muzaffer Şahin, Yayın no: 542, 12. Baskı, 2011, Ankara.
[3] Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, Hazırlayanlar: Komisyon, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları Ankara.
[4] İlgili ayeti (4/34) bu üç meal meal üzerinden değerlendirdik. Ayete daha farklı mealler verildiğinin, verilebildiğinin farkındayız. Bu meallerin günümüz muhafazakâr/İslamcı Müslümanın ortalama hafızasını yansıttığını düşündüğümüz için bu mealleri esas aldık ve ayetin daha farklı nasıl anlamlandırılabilir tartışmasına girmedik. Çünkü bu makalenin sınırları buna imkân vermeyecektir. Zaten amacımız da muhafazakâr Müslümanın din/ vahiy algısından, ele aldığımız konunun nasıl göründüğünü tespit etmektir. Amacımız muhafazakâr din algısında ve kadim gelenekte bu konunun nasıl anlaşıldığı ve günümüzdeki yansımalarını karşılaştırmaktır. Konu ile ilgili diğer ayetlerde Elmalılı’nın veya Diyanetin Kur’an Yolu meali esas alınacaktır.
Abdulaziz Tantik ile Derkenar…
15.04.2024
Norveç:Filistin'i Tanımaya Hazırız
13.04.2024
Derviş Argun ile Derkenar..
20.03.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
Bir Şehide Şahitliğim MUSAB AYDIN 15.04.2024
Biz Şeriatçilar CAVİT OKUR 15.04.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
EBU HAMİD EL- GAZALİ- 2 HASAN KANAT 19.03.2024