Evlilik kelimesiyle, erkek ve kadın çiftinin bir akitle; bedensel, duygusal ve toplumsal bir birlikteliğe adım atmasının tescillenmesi kast edilmektedir.
Bu kadim ve çok önemli olgunun, barınma mekanı ve mesken anlamlarını taşıyan ev kelimesi temel alınarak üretilmesi dikkate değerdir. Çiftler evlenirken evi; bir mahremiyet alanı, sığınılacak kale, güven ve huzur merkezi olarak kendilerine mesken edinir. Kurmuş oldukları aile müessesesi de aslında toplumsal bir sığınağın özünü oluşturur.
Evlilik, erkek ve kadını hem mekansal boyuta hem de toplumsal birlikteliğe bağımlı kılar. Her ne kadar birey daha önce de başka bir evde dünyaya gelmiş olup bu mekan ve üyeleri ile bir şekilde bağımlılık içerisinde bulunmuş olsa da, rüştüne erdiği bir yaşta, özgürleştiğini ve bağımsızlığa eriştiğini düşündüğü bir zaman diliminde kendi iradesiyle ötekiyle, eşiyle beraber toplumsal bir mekansallığa bağlanır.
Geçmiş zamanlarda evlilik kimileri için bağımsızlaşma ve özgürleşmenin de bir vesilesi olarak algılanırdı. Zira geniş ailede yaşayanlar için evlilik, o kalabalık ortamdan kendi iradesini daha fazla ortaya koyabileceği ve kendisini daha hür hissedebileceği yeni bir evreye geçiş olarak kurgulanırdı. Tabi ki kısa süre içinde gençlerin bu hayallerine hayatın başka gerçeklikleri eşlik etmeye başlardı. Bu yeni süreçte gençlerin manevra alanı genişler ancak sorumlulukları da bir o kadar artar ve gelecek kaygıları derinleşirdi. Çünkü, sosyoekonomik yükler artık doğrudan bu gençlerin sırtına yüklenirken aileye katılan yeni bireylerle sorumluluk alanı genişleyip, edinilen yeni toplumsal rollerin baskısıyla özgürlük ve bağımsızlık alanları tekrar daralma belirtileri gösterirdi.
Geçmişte evlilik gençler için her ne kadar yeni bağımsız bir hayata adım atmak olarak önemli bir süreç olsa da çoğu geniş ailede ebeveynlerin gölgesi yeni çiftler üzerinde sürmeye devam ederdi. Ebeveyn gözetimi çoğu zaman yeni çiftin sosyal ve ekonomik zorlukları daha kolay aşması noktasında olumlu bir dayanak iken, özgürlükler noktasında olumsuz bir baskı olarak algılanırdı. Yeni çiftin bir nevi özerklik kazanması bile belirli bir vakit alırken tam bir bağımsızlığa ulaşmak ise epey bir zamanı gerekli kılabilirdi.
Şimdilerde, özellikle büyükşehirlerde bahsedilen türde geniş aile yapısına çok az rastlanır oldu. Ebeveynler, bir-iki taneyi geçmeyen çocuklarının yetiştirilmesinde daha farklı konuları öncelemeye başladı. Çocukların eğitimi şu an belki daha da başat bir rol aldı. Ancak, eğitim denildiğinde daha çok maddi gelir getirecek meslek ya da yüksek statü sağlayacak kariyer hesapları öne plana çıkmaya başladı. Daha önce ebeveynler ve çocuklar aile merkezli bir gelecek planlaması yaparlardı. Gençler, kendi evliliği ile içinden çıktığı aile arasındaki bütünlüğü bozucu girişimlerden genelde uzak dururdu.
Bir planlama yapılırken geniş aile tablosu göz önünde bulundurulurdu. Artık tüm kurgu çekirdek aile üzerinden yürümektedir. Evlenecek olan kız ve erkeğin mutluluğu her şeyin üstünde tutulmaktadır. Elbette her daim ebeveynler çocuklarının mutluluğunu fazlasıyla önemsemişlerdir. Zaten evliliğin amacı huzur ve mutluluk dolu bir hayatın inşa edilmesidir.
Vahyin öğretisi ise bize, huzur ve mutluluğun ancak sevgi ve merhametle birlikte gerçekleşebileceğini öğretir. Kendi ailesine karşı sevgi ve merhametini esirgeyen gençlerin yeni kuracakları evliliklerde bunu gösterebilmeleri çok mümkün gözükmemektedir. Nitekim, mevcut evliliklere baktığımızda karşımızdaki tablo bunu doğrular niteliktedir. Sevgi ve merhamet paylaştıkça çoğalır ve pekişir. Eğer bu ulvi duygular daraltılıp kişiselleştirilirse, bu kavramların bereketinin kaybolduğuna tanıklık eden çok sayıda örnek vardır.
Ne yazık ki son dönemlerde, mutluluğun daraltılması ve kişileştirilmesi eğilimi güç kazanmaktadır. Ebeveynlerin çocuk odaklı çarpık terbiye-eğitim yaklaşımı bu eğilimi güçlendirmektedir. Anne ve baba bu yaklaşımını gençlerin evlilik sürecinde de sürdürmektedir. "Genç çiftimiz mutlu olsun gerisi önemli değil" yaklaşımı ilk etapta ebeveynlerin duygusal, gayet iyi niyetli yaklaşımları gibi gözükmekle birlikte aslında arkasında çok büyük sosyal, ekonomik ve ahlaki değişimin izlerini taşımaktadır.
Yaşadığımız tecrübeler geniş aileden mümkün mertebe yalıtılmış özgürleşmiş(!) çiftlerin hiçte öyle beklenilen mutluluğa ulaşamadıklarını göstermektedir. Sağlıksız bir özgürlük anlayışı evliliğin doğasına da aykırıdır. Nitekim bu çarpık özgürlük anlayışının bencillikle olan kaçınılmaz işbirliği, zamanla evli çiftlerin dar mutluluk anlayışını da parçalamakta gecikmemiştir.
Artık çiftler aile kurumu içinde dahi kişisel mutluluğunu öncelemektedir. Mutluluk tamamen kişiselleştirilmeye başlanmıştır. Aslında bu psikolojik tatmin haline mutluluk demek çok doğru değildir. Zira eşler sevgi, güven ve merhamet eksenli bir ilişki değil, kişisel hesap ve gelecek kaygıları ekseninde bir birlikteliğe savrulmuşlardır. Artık karşımızda bir tür çıkarcılık söz konusudur. Bu fertler, kişisel hazlarını tatmin etmekle mutlu olmayı birbirine karıştırmaktadır.
Ne yazık ki Kapitalizm, insanoğlunun bu zaaf noktasını sömürecek sayısız aracı üretmekte çok yetenekli gözükmektedir. Kapitalist düzen, insanın hırs ve doyumsuz arzularını tüketim köleliğiyle kısır bir döngüye bağlamayı başarmıştır. Liberal kapitalist kuşatma yalnızca geleneksel kurumları ya da geniş aile yapısını değil çekirdek aile ve insanın kendisini de büyük bir parçalanmışlık duygusu içine sokmuştur. Ancak, bahsedilen sınırsız haz ve hız döngüsünün sarhoşluğu mevcut hazin tablonun üstünü perdelemektedir. Modern hayatın yeni seküler hayat tarzı ve ekonomik koşulları, iş hayatı ile ev hayatı arasında, kamu ve ev arasında büyük sınırlar çizdi. Daha sonraki gelişmeler bunu destekledi.
Evin büyükleri yaşlanınca huzurevlerine, küçük çocuklarsa kreşlere gönderildiğinden hem evlilik hem de ev ve aile ilişkisi zayıfladı. Batılı hayat tarzında evlilik büyük oranda demode bir kurum olarak görülmeye başlandı. Evlilik yerine beraber yaşama kavramı yaygınlaşır hale geldi. Evlilik, özgürlükleri kısıtlayan ilkel bir tarihsel süreç olarak tanımlanmaya başlandı.
Son dönemlerde ise aile kurumunu tamamen ortadan kaldırmaya dönük toplumsal cinsiyet tartışmaları ve LGBT lobiciliği, görülmemiş bir ekonomik, hukuksal ve medyatik desteği arkasına alarak mutluluğa karşı hazzın iktidarını kurmak için amansız bir mücadele yürütmektedir. Marksizm, alt yapının üst yapıyı belirlediğini, üretim araçlarının, ekonomik yapının ahlakı inşa ettiğini ileri sürmektedir. İnanç, ahlak ve ekonomik ilişkiler arasında bir etkileşimin olduğu ortadadır. Ancak, insanı ve onun özgür iradesini önemseyen ve vahyin dönüştürücü gücüne iman edenlerinmateryalistlerin bu cesur iddiasını kabullenmeleri mümkün değildir. Zira iman edenler, kendi inanç değerlerine göre bir siyaset, toplumsallık ve ekonomik yapıyı üretmek zorundadır.
Peki, tüm dinlerin çok önem verdiği evlilik akdi ve aile kurumu yeni sosyoekonomik şartların ciddi tehdidi altındayken inancın, ahlakın ve insan iradesinin önemini vurgulayanların evliliği cazip hale getirecek güçlü argümanları ve somut projeleri var mıdır? Ekonomik koşullar, hayat pahalılığı, evlilik şartları ve törenlerinin zorlaştırılması, evliliğin bir yük olarak, aile kurumunun da bir hapishane şeklinde algılanması karşısında neler yapılmalıdır?
Aslında meselenin özü, dinin toplumsal yapıyı domine eden o tarihsel gücünün modernite ile aşınmasıyla doğrudan ilintilidir. Ancak gelinen süreçte insan fıtratına aykırı olarak dayatılantek dünyacı-hazcı paradigmanın insanlığı mutlu edemediği ortaya çıkmıştır. Zira insanın mutluluğu ancak sağlıklı bir toplumla sağlanır. Sağlam bir toplumun temel şartlarından biriyse huzurlu bir aile yapısına sahip olmaktır. Huzurlu bir aileyse meşru bir evlilik akdiyle mümkündür.Buyüzden mutlu bir insan ve huzurlu bir toplum isteyenler, insan fıtratına uygun bir şekilde evlilik müesseseni cazip ve işler bir hale getirmek zorundadır. Gençler biyolojik ve psikolojik olarak belli bir yaşa geldiğinde karşı cinse karşı bir ihtiyaç duyar. Sağlıklı bir toplum isteyen herkes bu ihtiyaçların karşılanması için kolaylaştırıcı tedbirlere destek olması gerekir. Eğitim sisteminden, iktisadi yapıya, hukuksal mevzuattan konut ve şehirlerin mimarisine, iş hayatından toplumsal teamüllere kadar her şey gençlerin bu fıtri ihtiyaçlarınımeşru yollarla ve zamanında karşılayacak şekilde planlanmalıdır.
Eğitim müfredatından, medyatik enformasyona kadar her alanda fıtrata uygun, meşru evlilik ilişkisi tavsiye edilip cazip hale getirilmelidir. Bunun için sahici bir strateji ile evlilik yaşının en kısa sürede insan fıtratına uygun olan makul yaş aralıklarına geri çekilebilmesi için çok somut ve kapsamlı adımlar atılmalıdır. Eğer bu başarılırsa, insan iradesinin, inanç ve ahlaki değerlerin, ekonominin kölesi olmadığı, bilakis ekonomi ve siyasetin, inanç, ahlak ve fıtrat tarafından belirleneceği, belirlenmesi gerektiği ispat edilmiş olur.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
Halep Savaşı başladı
02.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Gazze'de Öldürülenler Kadın ve Çocuk
09.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024