Her din, ideoloji ya da topluma yön vermek isteyen düşünce sistematiği, gücü yettiği oranda toplumu oluşturan bireylerle fert-fert temas kurmak yahut genel olarak tüm kitleyle güçlü iletişim kanalları oluşturarak, kendi tasavvurunu onlara aktarmak ister. İletişim olgusu, güç odakları açısından bir tür gözetleme, denetleme ve yönetme aracı olarak işlev görür.
Modern dönemlerde hızla yayılan uzmanlaşma, fabrikalaşma ve şehirleşme gibi olgular eğitim sisteminde de köklü değişimlere sebep oldu. Ulus devletler daha geniş yığınlarla iletişim kurma imkânı elde ettiler. Genel olarak sekülerleşen eğitim kurumları, yeni ulus devletlerin ideolojik aygıtlarından birisine dönüştü. Bu modern okullar; insanları, geçmişin katı toplumsal baskılarından kurtarma görevini üstlendiklerini ilan ettiler.
Çağdaş okullar, insanları aydınlık yarınlara taşıyacaktı. Geleneksel yapıların boyunduruğundan kurtardıkları yeni nesilleri özgür bireylere dönüştüreceklerdi. Ancak zamanla görüldü ki yeni okul sistemi, daha totaliter bir mekanizmayla, körpe zihinleri yeni seküler din ve ideolojilerin kutsal müfredatlarıyla baskı altına almaya başladı. Okullar bir yönden fabrikaya başka bir yönden de hapishaneye benzer bir misyon üstlenmişti. Milyonların ölümüne sebep olan büyük savaşlar, acımasız katliamlar bu modern okullarda yetişen nesillerin ürünüydü.
İletişimin en önemli araçlarından birisi de tarih boyunca medya organları olmuştur. İktidar merkezleri, medya araçlarını; propaganda, manipülasyon, yönlendirme ve eğitim gibi çok yönlü hedefler için araçsallaştırmıştır.
Farklı sosyal, sanatsal ve dinsel kurumlar; hem yatay hem de dikey olarak iletişim, eğitim, sosyalleşme ve denetimin sergilendiği mekân ve olgular olarak, değişken işlevler görmüşlerdir.
İçinde yaşadığımız ancak ne ad vereceğimiz noktasında şaşkınlık içerisinde olduğumuz Post-Post….X… dönemlerinde, yukarıda bir kısmını saydığımız iletişim, eğitim, sanat, sosyalleşme, gözetim, denetim gibi hususların yanında ticaret, istihbarat, yeni nesil savaş stratejileri gibi çok sayıda etkinliğin yapıldığı bir dünyayla karşı karşıyayız. İnternet ağı, sanal dünya, dijital evrenden söz ediyoruz.
Tarih boyunca iletişim, eğitim ve sosyalleşme arasında hep yakın bir ilişki var olmuştur. Ancak hiç bir zaman, tüm bunları ve daha fazla unsuru, aynı zaman ve mekansallığı ve karmaşık bir iç içeliği günümüzdeki gibi bünyesinde barındırabildiği bir dönem olmamıştır.
Şimdiden geçmiş eğitim ve öğretim kalıplarının omurgasını çatırdatan bu olağanüstü gelişme, öngörülemez belirsiz bir gelecekle bizi baş başa bırakıyor. Teknolojik gelişmeler doğrusal değil, üstsel bir büyüme sergilediği için aslında modern yapılar olarak görülen çoğu kurumlar tarih dışı olmaya doğru sürükleniyor.
Aslında tarih dışı kalmış pek çok kurum, mevcut nüfus yönetimi ve sosyo-ekonomik nedenlerden ötürü tüm hantallığına rağmen ayakta tutulmaya çalışılıyor. Geçmişte matbaaya ya da dokuma tezgâhlarına karşı gösterilen korumacı refleksler, şu an da ulus devletler eliyle kaostan uzak durma kaygısıyla tekrarlanıyor. Bu umutsuz çabalar büyük oranda zaman kazanmak için yapılsa da, zamanın hızlandığı bu çağda ne kadar işe yaracağı meçhul gözüküyor.
Yaşamakta olduğumuz Covid-19 salgını bu açıdan değerlendirildiğinde, yeni küresel güçlerin yukarıda zikredilen süreci hızlandırmak istedikleri ve ulus devletler kadar sabırlı olmadıkları ortaya çıkıyor.
Büyük şirketler görünümlü bu karanlık hegemonya, daha önceki iktidarların on yıllar süren kitleleri eğitip kendine bağımlı kılma süreçlerini çok daha hızlı ve yaygın bir şekilde gerçekleştirmiş gözüküyor.
Yakın bir gelecekte çevirim dışı kalabilmenin lüks sayılacağı, hatta daha da iddialı bir tahminle çevirim içi kalmanın yasal müeyyidelerle destekleneceği ya da dolaylı bir şekilde zorunlu hale getirileceği dile getiriliyor.
Şu an için insanlar büyük oranda gönüllü olarak saatlerce vaktini zaten internet ağına bağlı bir şekilde geçiriyor. Birkaç dakikalık bir ihtiyacını karşılamak için girdiği internette birkaç saat geçirip çıkarken ilk başta ne için girdiğini dahi unutmuş oluyor.
Dijital dünyanın bilgi tekelini kırdığı ve herkese bilgiye ulaşmada fırsat eşitliği sunduğu algısı yayılmaya çalışılıyor. Geçmişte bilgi güçtür anlayışının bazı çevreler tarafından suiistimal edildiği doğrudur. İktidar odakları, dini ve ideolojik üst sınıflar, bilgiyi paylaşmaktan ziyade diğerleri üzerinde bir tahakküm aracı olarak kullanmayı tercih etmeleri yaygın bir gelenekti. Bilginin dolaşıma sokulacağı araçlar sınırlı olduğu için eğitimli elitler kişisel statülerini sürdürme imkânlarını kaybetme kaygısından uzaktılar. Matbaa ve sonraki bilişim ve iletişim devrimleri bu tekeli büyük oranda kırmış gibi gözükse de dijitalizmin oluşturduğu imkânlar bambaşka bir paradigmanın temellerini atıyor. Bilgi edinme şekillerini kökten değiştirmekle kalmayıp, bilginin kendisini tahmin edilemez, ucu açık bir dönüşüme zorluyor.
Doğal kaynakların, enerjinin ve paranın yerini verinin aldığı söyleniyor. Whatsapp gibi çok sayıda uygulamanın ücretsiz olması bu iddiayı doğruluyor. Dil öğreniminden, sanatsal etkinliklere, eğlenceden mesleki eğitimlerine, sohbet odalarından ticari platformlara kadar sayısız portalın ücretsiz ya da çok düşük bedellerle hizmet vermesinin sebebi olarak, artık en büyük verinin insanın kendisi ve uzantıları olması gösteriliyor.
Dijital dünyada insan; bilgi edinirken de, bilgi üretirken de nesne olmaktan kurtulamıyor. Nitelikli, sağlıklı ve doğru bilgiye ulaşmaksa söylendiği kadar kolay olmuyor. Muazzam veri bombardımanına maruz kalan kişilerden çok azı gerçek bilgilere ve ihtiyaç duyduklarına ulaşabiliyor.
Dijitalizmin demokratik devrim başlattığı, bilgiye ulaşma da sağladığı fırsat eşitliğiyle herkese aynı imkânları sunduğu söylemi de çok gerçekçi gözükmüyor. Google, Facebook gibi şirketlerin bilgileri sunmada nasıl manipülasyonlar yaptıkları birileri tarafından açığa çıkarılıyor.
Gelişen teknolojiyle, sağlık alanında kullanılmaya başlanılan kişileştirilmiş tıp anlayışı, internet ortamında kişisel manipülasyon olarak karşımıza çıkıyor. Tanımlı bilgi yüklemesi, taraflı haber aktarımı, kültürel ve ticari yönlendirmeler, hangi haberi öncelikle okuyacağımıza ya da hangi yerden ne tür alışveriş yapacağımıza, neleri sevip nelerden nefret edeceğimize bu şirketlerin hazırladığı algoritmalar yön veriyor.
Hayatın neredeyse dijital ekrana taşındığı bir süreçte, sabit müfredat, tam/yarım gün okul, sınıf, sıra, öğretmen, öğrenci zincirinden oluşan paradigmanın yeni nesillere cazip gelmeyeceği şimdiden görülüyor. Özellikle orta-üst zekâlı öğrencilerin dijital dünya da çok kısa zamanda edineceği bilgileri uzun yıllar harcayarak elde etmesi anlamsız gözüküyor. Okulların, yalnızca öğretim alanları olmadığı, eğitimin de çok önemli olduğu, ayrıca sosyalleşmenin bu tür mekânlarda kazanılacağı argümanının, her geçen gün ikna edicilik gücü aşınıyor.
Gençleri çok güzel imkânlara sahip doğa ve deniz seyahatlerine götürmek isteyen aile ve eğitmenlerin ilk karşılaştıkları soru; “konaklama alanında internetin olup olmadığı” suali olarak karşımıza çıkıyor. Hâlbuki bu ortamlar eğlence ve sosyalleşmenin meczedildiği cazip yerler olarak kabul görmesi bekleniyor.
Şu an kullandığımız ve teknoloji ile kişiyi birbirine bağlayan kulaklık, akıllı gözlük gibi aletler ya da cebimizde taşıdığımız telefonların insana entegre edilme süreçleri başlamış gözüküyor. Bazılarınca yapay zekâ teknolojilerinin tehlikelerine karşı duyarlı olmasıyla öne çıkarılan Elon Musk’ın kurduğu NeuraLink şirketinin üzerinde çalıştığı proje olan; insan beynini bilgisayar arayüzlerine bağlama teknolojisinin, yalnızca Alzheimer ve beyin felci gibi hastalıklarda kullanılacağını düşünmek çok safça gözüküyor.
Yeni nesiller, sanal gerçeklik, Metaverse dijital dünyasında, artırılmış gerçeklik, hologramlar ve geliştirilmiş his ve koku aparatlarıyla, eğitim-öğretim, eğlence ve sosyalleşmeyi bir arada elde edebileceğinden emin ve buna oldukça istekli gözüküyorlar.
Sağlık sektöründe kullanılmaya başlanan giyilebilir teknolojiler, gelişip çeşitlendikçe, çip ve implantlarla insan vücudu takviye edilip adeta siborg türü bir makine-insan türüne evrilmesi hızlandıkça, insanlık yalnızca eğitim öğretim değil bunlardan daha varoluşsal sorunlarla karşılaşacak gözüküyor.
Bazı transhümanistler yeni doğan çocuklarına büyük eğitim masrafları yapmayı gereksiz görüyor. Zira yakın bir gelecekte beyne takılacak bir çip ile Harward’ın tüm müfredatına çok daha ucuza ulaşabileceklerini düşünüyorlar. Teknoloji sayesinde zahmetli dil öğrenme süreçlerinin geride kalacağı iddiasının artık bir kehanet olmaktan çıktığına inanılıyor.
Eğitimde önemsenen, tecrübe aktarımı meselesinin de eski önemini yitirdiği belirtiliyor. Daha doğrusu, tecrübe aktarımının büyüklerden gençlere doğru olan yönünün tersine çevrildiği ifade ediliyor. Zira geçmişin tecrübesinden daha çok, geleceğin beklentileri şimdimizi inşa ediyor. Geleceğe ait bilgilere ise yeni nesiller daha hızlı ve kapsamlı bir şekilde ulaşabiliyor.
Eğitim ve öğretimin ana hedeflerinden biri olan meslek edindirme süreçleri de büyük değişimler geçiriyor. Çok sayıda iş kolu tedavülden kalkarken yüzlerce yeni meslek dalı ortaya çıkıyor. Daha önceki, yalnızca bir meslek sahibi olarak hayatı idame ettirme dönemlerinin geride kalacağı ön görülüyor. 20. Yüzyıla hız çağı da denirdi. Mesleklerin iç bünyesinde oluşan değişimler ve gelişen teknolojilerden ötürü sürekli hizmetiçi seminerlerine ihtiyaç duyulurdu. Ancak şu anki değişim hızı, mesleklerin ve sistemlerin kendisini çok kısa sürede eskimiş hale getiriyor. Dolayısıyla insanlar hayatı boyunca farklı meslekleri öğrenip uygulamak zorunda kalacak deniliyor.
Hastalıkları sorun olmaktan çıkarıp, yaşlanmayı mümkün mertebe geciktirmeyi (ve ölümsüzlüğü) ve güçlendirilmiş insanı hedefleyen transhümanizm, bu hedeflerinin bir kısmına bile ulaşmış olsa, eğitim öğretim ve meslek edinme paradigmasının şu anki haliyle kalabilmesi zaten mümkün gözükmüyor. Transhümanist akım biyo-teknoloji, farmakoloji, yapay zeka teknolojileri, nöro-teknoloji ve nano-teknoloji gibi temel alanlarda disiplinler arası bir çabayla bu amaçlarına ulaşma noktasında çok kararlı gözüküyor.
Bu süreçte ortaya çıkması kaçınılmaz gözüken, üst düzey otomasyon sistemleri ve robot/yapay zekâ aktörlerle insan türü arsındaki gerilim, çözümlenmeyi bekleyen en büyük sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu sorun insanlığı, geleceği hakkında doğru kararlar alması için uyarıyor.
“Aletler mi bizim uzantımız, yoksa biz mi makinaların ürünüyüz? Ya da, makineler bizim dış beynimiz mi, yoksa biz onların dış veri deposu mu olacağız?” Soru(n)ları, insanlığın bu soru(n)lara vereceği cevaba bağlı. Ancak tarihin akışı bu ikisini sentezlemek isteyen transhümanist ideolojiye güç veriyor.
Gelişmiş, genel-süper yapay zekâya ve geleceğin androidlerine karşı türümüzün ancak bu şekilde ayakta kalabileceğini düşünenlerin sayısı hiç de az gözükmüyor.
Böyle bir gelişme insan sonrası, gelecek-insan, insan ötesi; yani posthümanizm tartışmalarını zorunlu kılıyor. Tartışma, biyolojik evrimden teknolojik evrime geçmenin kaçınılmaz olduğunu söyleyen transhümanistler ve insan merkezli (beyaz erkek, batılı insan) hiyerarşik paradigmadan kurtulmak için bahsedilen gelişmeleri araçsallaştıran yeni-materyalistler, eko-feministler( posthümanizmin bir yorum türü) arasında bazen ittifak ederek bazen karşıtlık şeklinde ilerliyor.
Hristiyan teologlar, dindarlar, kimi teknoloji karşıtları ve şu anki insan formundan memnun olanlar bu gelişmelere temkinli ve kaygılı bir vaziyette eleştirel yaklaşıyorlar. Ancak sürecin geri döndürülemeyeceğine dair güçlü bir kanı bu gruba da hâkim olmuş gözüküyor. Bundan dolayı süreci daha insancıl kılma ya da yapma imkânımız olsa bile, bazı teknolojik gelişmelerden uzak durulması konusunda gayret gösteriyorlar. Belki de dünya, tarihin bu müthiş kırılma noktasında Müslümanların hikmetli bakış açısına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor.
Dijitalleşme ve eğitim konusunu konuşurken şimdilik, uzaktan eğitim, hibrit eğitim modelleri, teknolojik gelişmelerin mevcut eğitim modellerine uyarlanması, gençliğin sanal dünya bağımlılığı ve bunun eğitime etkileri, dijital ortamda ortaya çıkan yeni bilgilenme platformları karşısında ulusal eğitim paradigmalarının kırılganlığı gibi konuları konuşmak belki daha elzem gibi gözükse de, yukarıda bahsettiğimiz konuları göz önünde bulundurmadan yapılacak her türlü eğitim hamlesi daha başlamadan güdük kalacaktır.
NOT: Yazarımızın bu makalesi aynı zamanda Enderun Eğitim Yazıları Dergisi'nde yayımlanmıştır..
Kibrin Mağlûbiyeti -1 | İlhan Akar
23.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024
Baş Döndüren Diplomasi AHMET GÜRBÜZ 24.04.2024
Siyasal Olanın Dönüştürücü Gücü… ABDULAZİZ TANTİK 18.04.2024
Seçimin İmkanları YUSUF YAVUZYILMAZ 21.04.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024