metrika yandex
  • $32.82
  • 35.38
  • GA17940
Firak

HİÇLİK ‘LE YÜZLEŞMEK

ATASOY MÜFTÜOĞLU
29.04.2020

Batılı ‘’evrensel tarih’’ ideolojisi, bütün insanlığı, bütün kültürleri, aynı ideolojik – ırkçı değerler ufkuna, yaklaşımlarına hapsederek, ideolojik değerler çerçevesinin dışında kalan halkları – kültürleri, tarih dışı halklar- kültürler olarak etiketledi. Irkçı ve ideolojik bir zeminde biçimlendirilen bu evrensel tarih, emperyalizm biçimine dönüşerek bütün dünyayı nesneleştirdi. 

Kapitalist emperyalizmin-neoliberalizmin  küresel yükselişi, zaman ve mekanın sömürgeleştirilmesiyle son buldu. İlerleme ideolojisi gezegenin varoluşsal / doğal kaynaklarını, imkanlarını, değerlerini ve doğallıklarını bütünüyle yok etti. Bütün insanlığı çok ciddi bir biçimde tehtit eden nükleer kabus-kriz, iklim kabus’u krizi, koronavirüs kabus/krizi, ilerleme ideolojisinin somut sonuçları olarak önümüzde duruyor. Plansız, estetiksiz, sağlıksız, kültürsüz yoğun ve çarpık metropolleşme – betonlaşma bütün bir insanlığı her tür doğallığa, doğal hayatlara, doğal ilişkilere yabancılaştırıyor.

Günümüzde, koronavirüs küresel sağlık krizi/kâbusu sebebiyle, bütün toplumlar-kültürler, yaşadığımız bu gerçekliği bilimselleştirmeye çalışıyor. Günümüz dünyasında toplumlar ve kültürler, gerçekliğinin nasıl insanileştirilebileceğini, nasıl ahlakileştirilebileceğini, nasıl vicdanileştirilebileceğini hiçbir şekilde bilmiyor. Bu nedenledir ki, bugün, insanlık onuru, insan hak ve özgürlükleri yerlerde sürünüyor. Batılı modern gerçeklik kendi çöküşüyle yüzleşmiyor., çöküş derinleştikçe saldırganlığı da o ölçüde derinleşiyor. Modernlik, evrensellik, modern uygarlık, demokrasi klişeleriyle, bütün kötülüklerin, eşitsizliklerin, ırkçılıkların, adaletsizliklerin, üzeri örtülebiliyor. Çığırından çıkan bir siyaset tarzı sebebiyle, devlet gücü mutlaklaştırılabiliyor.

Otoriter- popülist siyasetin saltanatı, politik çıkar- iktidar mülahazalarıyla, her tür ilkelliği, yozlaşmayı, bayağılaşmayı sahipleniyor, ödüllendiriyor.

Otoriter – popülist siyaset tarzı, muhalif unsurları/ akımları/ çevreleri aşağılayarak, etiketleyerek, suçlayarak, mahkûm ederek; kendilerini aklayan ve kutsallaştıran patolojik- şizofrenik bir tarz oluşturmaya çalışıyor. Bu tür toplumlarda bireyler, aydınlar ahlaki – zihni özgürlüklerini kaybettikleri için, herkes ortak bir korku iklimine sürükleniyor. Korku  iklimiyle bütünleşen bireyler- aydınlar pasif bir kayıtsızlığı seçtikleri için, karşı karşıya bulundukları adaletsizlikler karşısında da, aynı tavrı seçtikleri için, bu tavrın- duruşun adaletsizlikten daha vahim olduğunu göremiyor.

Modern evrensel tarih, sömürgeci öznelerin üstün, sömürülen nesnelerin aşağı olduğunu iddia edebilen aşağılık bir tarihtir. Sözünü ettiğimiz tarih sömürülen nesnelerin dünyasını epistemik bir bağımlılığa mahkûm etmiştir.

Epistemik bağımlılık sebebiyle, bağımsız bir gelecek ufku üzerinde çalışamıyoruz.  Epistemik bağımlılık sebebiyle, İslam dünyası toplumları ve kültürlerinin zihin ve bilinç dünyaları, yüzlerce yıldan bu yana sistematik bir biçimde, ideolojik- ırkçı entelektüel virüslere maruz kalıyor. Bu nedenledir ki, İslam dünyası toplumları ve kültürleri, İslami alanda, bağımsız siyasal / ekonomik tahayyüller üzerinde çalışmıyor, çalışamıyor. İslam dünyası toplumlarında, dini ve politik popülizm, duygusallık, romantizm ve hamaset dilinin / söyleminin / siyasetinin, niceliksel / biçimsel / folklorik otorite ve iktidarı, gerçek anlamda, niteliksel anlamda, İslami otorite ve iktidara geçit vermiyor. Dini - politik popülizm – hamaset dilinin otoritesi ve iktidarı, eleştirel - düşünme yeteneğini bütünüyle dumura uğrattığı için, hiç kimse, İslam’ ın ontolojik- epistemolojik, niteliksel özgürlüğünün, meşruiyetinin nasıl tasavvur ve tahayyül edilebileceğini bilmiyor. İslam dünyası toplumları, aklı edilgen kılan bir gelenekçiliğin ağır baskısı altında bulunduğu için, hiçbir şekilde büyük düşünmüyor, büyük düşünürler yetiştiremiyor. Yetiştiremiyor, ancak, hiçbir ahlaki – kültürel - estetik niteliğe sahip olmayan trol sürüleri yetiştiriyor. Toplumlarımız, maruz kaldıkları entelektüel tahribat sebebiyle, entelektüel haçlı seferleri ile hesaplaşamıyor. Bu nedenle de, İslami  bağlamda algısal bir tutarsızlık ve entelektüel travma yaşıyoruz.

İslam toplumlarında, akademik hayat /  dünya, epistemik bağımlılığa mahkûm olduğu için, İslamın ontolojik bağımsızlığını, otorite ve meşruiyetini, dünya / tarih / toplum / siyaset vb. misyonunu / vizyonunu gündeme getiremiyor. Akademik mutlakiyetçilik sebebiyle, İslamın bütün boyutlarıyla, kavram ve kurumlarıyla gerçek hayatta nasıl temsil ve tecrübe edilebileceğine ilişkin somut çalışmalar yapılamıyor, ancak, soyut- spekülatif çalışmalar yapılabiliyor. İslami düşünce, kültür, entelektüel sömürgecilik yoluyla dayatılan, bütünüyle yabancı bir gerçekliğin sınırları içerisinde kalarak, bu sınırların izin verdiği ölçüde , İslamı gündeme alabiliyor. İslam dünyası toplumları- kültürleri kendilerine dayatılan gerçeklikle hesaplaşamadıkları için, kendi gerçeklerine bütünüyle yabancılaştılar, kendi gerçekliklerinin nasıl bir şey olabileceğine ilişkin herhangi bir yaklaşımları yok.  Bu yabancılaşma sebebiyle, İslam bütünüyle bir folklore ve bireysel tercihe indirgendi. İslamın ve İslami ahlakın bireyselleşmesi, göreli hale gelmesi, İslamın / Müslümanların, toplumsal / siyasal / ekonomik küresel iddalarda bulunmaktan vazgeçmeleriyle sonuçlandı.

Seküler, maddi, bireyci temelde inşa edilen ‘’evrensel tarih’’ projesi, bu projenin hayata geçirilmesiyle birlikte, farklı kültür ve medeniyet yapılarıyla birlikte, İslam kültür ve medeniyet yapılarını ve değerlerini bütünüyle yerinden etti. Araçsal rasyonalite ideolojisinin hakimiyeti altında bulunan bir dünya, insani- ahlaki olan ne varsa, bütün bunları değersizleştirdi. Bugün, her toplumda, İslam toplumlarında da, her tür insani ahlaki değer, ideolojik- politik çıkarlar adına sınırsız  bir biçimde istismar edilebiliyor. İslami düşünce/ kültür/ilahiyat /akademi hayatı, büyük yetenekler, büyük zihinler yetiştiremediği için, entelektüel sömürgecilik karşısında büyük bir hiç’ likle yüzleşme iradesi gösteremiyor.

Romantik bir rüya aleminde yaşamaya devam eden toplumlar / kültürler, hiç beklemedikleri bir zamanda küresel sağlık krizi koronavirüs yoluyla büyük, etkili, belirleyici bir kabus’ a uyandılar.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde bütün toplumlar ve kültürler sadece koronavirüs gerçekliği ile yüzleşmeye çalışıyor. Şimdiye kadar militer/ emperyalist tarih tarafından  imha edilen, sömürgeleştirilen, soykırıma uğratılan halklar, kültürler, kentler, içerisinde bulunduğumuz dönemde, bu defa koronavirüs terörü tarafından kuşatılmış bulunuyor. Ancak bu defa, koronavirüs terörü, militer / emperyalist tarihi / militer – emperyalist ülkeleri siyasetçileri de, içerisine alacak şekilde küresel bir trajedi oluşturuyor.

Koronavirüs hiçbir hamaset ideolojisine geçit vermediği halde, bugün Fransız emperyalizmi korona mücadelesi sırasında, Afrika ülkelerinin  bir test alanı olarak kullanılabileceğini düşünürken, gündeme getirirken, Amerikan emperyalizmi de, İran’ a karşı darbe ve rejim değişikliği tehditlerini sürdürebiliyor.

Hamaset ve popülizmlerin belirleyici olduğu toplumlar ve kültürler, eleştirel bilince hayat hakkı tanımadıkları için, böyle bir noktaya gelirler. Hakikat ve bilinç bütün varlığımızla yaşayarak idrak ettiğimiz, temsil ve tecrübe ederek somutlaştırdığımız anlamlar ve değerlerdir.  Varoluşa, varoluşsal bütünlüğe, iman / akıl/ bilgi / irade / bilgelik  ve her an yaşayan bilinçle tecrübe ettiğimiz bilinçle ulaşabiliriz,  soyut bir bilinçle değil. Hakikati temsile liyakat kazanmak, hakikate mazhariyeti hak etmek, varoluşsal bütünlüğü temsil- tecrübe etmek, risk almayı ve bedel ödemeyi gerektirir.

İslam dünyası toplumlarının, yeni bir medeniyet tahayyülünü, toplumlarımızın gündemine kazandırabilmesi için, Batılı evrensel tarih - uygarlık zihniyetini, bu zihniyeti ayakta tutan, entelektüel sömürgeciliği, ikna edici bir eleştirel sorgulamaya tabi tutabilmesi gerekir. İkna edici eleştirel bir sorgulama ile, yeni inşa alanları açılabilir, yeni tasavvur alanları açılabilir. Temel İslami referanslar yeniden tanımlanabilir. Batılı tahayyülü / projeyi sorgulayamaz, tartışılamaz ve aşılamaz olarak gören bir entelektüel edilgenlik biçimiyle, gerçekçi bir gelecekten söz edilemez. Koronavirüs küresel sağlık kabusu / krizi sırasında Avro- Amerikan dünyasının karşı karşıya geldiği derin çaresizlik, çok yönlü çaresizlik, sömürgeci üstünlük iddialarının çok ucuz iddialar olduğunu gösterdi. Buradan hareketle bütün toplumların ve kültürlerin kendilerini yeniden düşünmeleri, özeleştiri yapmaları, İslam toplumları ve kültürlerinin  de, bu vesile ile alternatif bir düşünce/ kültür/ hayat/ toplum / siyaset  modeli üzerinde çalışmaya cesaret etmeleri gerekir. İslam dünyası toplumları / islami siyaset modeli üzerinde çalışmaya cesaret etmeleri gerekir. İslam dünyası toplumları için, tabi kılınmış , pasif, araçsallaştırılmış bir varoluş  katlanılabilir, tahammül edilebilir bir varoluş değildir. İslami varoluş, seküler/ yerli / milli varoluşlara indirgenemez.

Müslümanların, hiçbir şekilde İslami olmayan alanlara, algılara, dil’e, kavram ve kurumlara hapsedilmeleri, İslami alanların, kavram ve kurumların, dil’ in itibarsızlaştırılmaları, tedevülden kaldırılmaları sonucunu doğurdu. Bu nedenledir’ ki bugün İslamcılık gibi, şeriat gibi cihad gibi temel kimi kavramlar çok olumsuz çağrışımlara neden olabilecek şekilde ideolojik- ırkçı bir çerçeve içerisinde kullanılıyor.

Kendi tasavvurlarını, kavram ve kurumlarını, dünya görüşünü özgürleştiremeyen, bir bütünlük içerisinde hayata kazandıramayan İslami bir bünye, hiçbir şekilde, içerisinde bulunduğu hiçlik’ten kurtulamaz.

Bu hiçlik’ le yüzleşebilmek için, Müslüman entelektüel hayatın, Batılı "evrensel tarih’in‘’ temel referansları ile yüzleşmeye hazır olmaları, Batılı epistemik egemenliğin / tahakkümün  hangi süreçlerle, hangi amaç ve araçlarla nasıl gerçekleştirildiğini bilmeleri hayati önemi olan bir konudur. Bu noktada, Avrupa siyasal projesinin  ve Hristiyan ütopyacılığının, Protestanlık temelinde şekillendiğini, Protestanlığın her tür maddi çıkar / iktidar / tahakküm ihtiraslarını kutsallaştırdığını, bu çıkarlar için her tür sömürgeciliğin ve başka halklara / kültürlere karşı sorumsuzluğun mubah sayıldığını da hatırlamak ayrıca büyük önem taşır.

İslami zihin / bilinç / ruh dünyasını kuşatan ve bu kuşatmayı her geçen gün daha çok derinleştiren, ilerleme ideolojisini, ulus - devlet’i, bireycilik ve sekülerizm gibi yapıları temel referanslar haline getiren Protestan siyasal projesiyle hesaplaşabilmek, özgür bir İslami gelecek için ertelenemeyecek, savsaklanamayacak, varoluşsal bir sorumluluktur.

Öteki’nin, farklı’nın, daha doğru bir ifade ile Müslümanların, epistemik varlığını, özgünlüğünü, özgürlük ve üretkenliğini tanımayan bir dünya barbar bir dünyadır. Bu sistematik  barbarlık karşısında, kendi epistemik varoluşunu, kendi epistemik meşruiyetini savunamayan, somutlaştıramayan özgürleştiremeyen  İslam toplumları ve kültürleri de karşı karşıya bulundukları radikal hiçliğin farkında ve bilincinde olmadıkları için, böyle hareket ediyor. Bu hiçlik’le yüzleşmeyi başaramadığımız taktirde, ideolojik virüslerin hamaset ve popülizm virüslerinin neden olduğu kitlesel zihin/ bilinç/ özgüven ölümlerini durduramayız. Bu hiçlikle  yüzakıyla yüzleşmeyi başardığımızda, bütün islami müesseselerin, (şahadet/ namaz / oruç / zekat / hilafet / ümmet / aile /cami / cemaat / şura / kardeşlik vb.) anlamları, hikmetleri işlevleri üzerinde yazmak / konuşmak / yaşamak daha anlamlı hale gelebilir.

Evrensel olan Allah’ ın (c.c) iradesi, seküler, yerli-milli sınırlar içerisine hapsedilemez. Müslüman olarak varolmak, İlahi misyonu bütün boyutlarıyla, dünyaya ve tarihe kazandırma sorumluluğu taşımayı gerektirir. Bu bakımdan, Müslüman özne, her hangi bir etnik/ milli aidiyetle tanımlanamaz. Günümüzde İslam toplumları merkezi sorulara ve sorunlara yabancılaştıkları için, İslami anlamda ahlaki / hukuki farkındalığı kaybettiler.

Ahlaki hesap verilebilirlik bilincini de aynı şekilde kaybettiler.

İslam tarihe girdiğinde, kabileci, etnik - milli sınırları ve sosyal farkındalıkları kaldırdı, sosyal ve siyasal eşitliği hayata geçirdi. İslam / ümmet tarihi etnik - milliyetçi homojenlikleri dayatan, ulus-devletlerle sona erdi. 1800’ lü yıllarda, karşı karşıya kaldıkları siyasal ve ekonomik  sorunları nasıl çözümleyebileceklerini bilemeyen Osmanlı imparatorluğu yönetimine, İngiltere, kendi çıkarlarına ve ihtiraslarına  hizmet edecek şekilde, çok açık  bir toplum mühendisliği projesi dayattı. Bu toplum mühendisliği çalışmalarıyla birlikte 1908 yılında, Osmanlı yönetimi, Avrupa dünya görüşü, hayat ve medeniyet tarzını, Avrupa ideolojisini temsil ve tecrübe etmek üzere, İslam kültür ve medeniyetine ihanet eden kadrolar tarafından ele geçirildi. İslam toplumları bu tarihten itibaren, sömürgeci irade tarafından icat edilen, kimlik yapılarına, kimlik ideolojilerine katılarak, Batılı epistemik tahakküm altına girerek, İslami özgürlüklerini bütünüyle kaybettiler.

Etnik - milli homojenleştirme ve biyo-iktidar politikaları, Ermenileri, Kürtleri, Rumları, Süryanileri ebedi ötekiler haline getirirken, toplumlarımıza dayatılan epistemik tahakküm ve diktatörlükle ilgili olarak, o günden bu yana, maalesef sistematik anlamda, nihai bir entelektüel / kültürel hesaplaşma, özgürleşme mücadelesi, özgürleşme hareketi, okulu, akımı vs. ortaya konulamamıştır.16’ıncı yüzyılda Müslümanlara yönelik olarak Endülüste başlayan / başlatılan  modern sömürgecilik kültürel - epistemi bir  soykırım şeklinde 1908’ li yıllarda Müslüman halkları etnik - milli kimliklerle özdeşleştirmeyi başardı.

Her sömürgecilik, sömürgecilik tarihi boyunca, icat ettiği bütün ötekileri/ ötekilikleri yok ederek veya yok sayarak var olma yolunu seçti.     

Yorum Ekle
Yorumlar (2)
Osman Balcı | 16.05.2020 13:40
Ali serianin zehirli fikirlerinden etkilenmiş Kur\'an ve hadis yok sadece fikirleri yatıştırmak var okumayın okutmayin.
Ahmet Yaver | 16.05.2020 08:21
Gerçekçi bir bakış açısı ile yapılan bu fikir ve yorumlardan faydalanmak istiyorum.