metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

HER NESİL YENİDEN BAŞLAR- 2

HASAN KANAT
08.06.2020

Her dünya görüşü bir bütünlük fikrine dayanır. Gündelik yaşamın olağan pratiklerinden, kurumsal yapılara, kurumsal yapılardan teorik soyutlamalara, bilimsel disiplinlerden, Mimari eserlere, sokak ve şehir yapısından tutunda aklımıza gelebilecek insan yaşamını anlamlı kılan bütün parçalar, ancak bir bütüne nispetle anlamlı bir şekilde inşa edilir. İnsana, varlığa, bilgiye ve yaratıcıya teklif sahibi olan her büyük medeniyet kendisini bu bütün fikri içerisinde var kılar.

İslam Düşüncesi açısından baktığımızda yaşadığımız en büyük sorunlardan biri de bütünlük fikri ve süreklilik meselesiyle ilgili yaşadığımız kırılmalardır.

Çağdaş dünyanın en sihirli iki kelimesi “değişim” ve “ilerlemedir”. Hayat değişiyor, üretim-tüketim araçları değişiyor, buna bağlı olarak değerler değişiyor. Modern dünya insan-düşünce ile hayat arasında sıkı bir bağ kurarak değişen üretim ve tüketim araçlarının düşünceyi ve değerleri de mutlaka değiştirmesi gerektiğini dayatıyor. Artık “düşünmek” daima yeni bir şey söylemek demektir. Doğruluk gerekli fakat yeterli değildir. Doğru aynı zamanda yenidir veya en yeni son doğrudur.

Çağdaş Dünyada Hiçbir düşünce anlaşılacak kadar kalamadan “demode” oluyor ve sırasını “yeni doğru” düşünceye bırakıyor. Sınırlı bir esnemenin dışında –post Modernizm gibi– bu “ilerlemeci” süreçte değişmeyen tek şey, çağın buyurgan paradigması! Bu paradigma önceki bütün zamanları ve insanlık mirasını varlığını –çünkü maksat onun varlığı idi- pekiştiren ve doğrulayan bir “malzeme” hâline getirmeyi ilerlemenin istilzam ettiği zorunlu bir netice olarak gördü. Bu itibarla değişim ve ilerleme sadece bir olgu değil! Aynı zamanda mücbir bir aktör olarak kendisine direnenleri hayatın ve “hakikat ”in dışına savurdu. Eskinin özlemini duymayı “gericilik-irtica” şeklinde bir melankoli veya zihinsel bir kabahat sayarak mahkûm etmek çağın buyurgan ve yargılayıcı üslubunun en keskin tezahürüdür.

Bir düşüncenin “malzeme” hâline gelmesiyle onun “düşünce” olarak ele alınması arasında bariz bir fark vardır. Birincisinde temel saik “yararlılık” ilkesiyken, ötekinde irtibat “doğruluk” ilkesi üzerinden kurulur. Çağdaş dünya kendisinin dışındaki zamanları ve o zamanlarda ortaya çıkmış bütün ürünleri “yararlılık” ilkesi ekseninde ele alarak onlara kendisiyle eşit ve paydaş olabilecekleri bir itibar tanımayı işin başında reddederek bütün çağlardan ayrıldı.

Modern Çağda yaşayan İnsanlar olarak, başka çağlardan bütünüyle koptuğumuzu düşünüyoruz, hâlbuki bizim buna karşılık olarak, buna mukabil bir cevap olarak çağlardaki süreklilik, zaman ve mekândaki süreklilik, insan türündeki süreklilik olgusu üzerinde durmamız gerekiyor.

Aslında dört bin sene önceki insanın temel problemi ne idi ise aslında temel problem hep aynı olarak kaldı. O temel problem insanın kimlik mücadelesidir. Ben kimim, bu varlığın manası nedir, varlık sebebimiz nedir, nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Bunu eski âlimler “mebde ve meâd” sorunu olarak ifade ederler. Kaynağımız ne ve nereye varıyoruz, nereye gidiyoruz? Dolayısıyla çağ ne kadar değişirse değişsin, kullandığımız araç gereç ne kadar değişirse değişsin, bu temel soru, soru olarak kalmayı sürdürüyor. Bu bağlamda, Geçmiş çağlarda verilen cevaplar da bir ölçüde cevap olmayı sürdürüyor.

Kaldığımız yerden devam edeceğiz

Hürmet ve Muhabbetle

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Tarıķ boz | 09.06.2020 23:34
Kaleminize sağlık