güç ne enteresan bir şey dost.
örneğini görmek için
devletlere, bir de erkeklere baksanız yeter...
halkının kendi mutluluğu huzuru için var edilen kurgulanan devasa güçlü aygıt devlet
birden kendi gücünü fark eder ve halkın veya bir kısmının belası oluverir
ve adaletsiz işlere bulaşır.
haksızlıklar yapar. işaretler, değişime zorlar, asimile eder,
zaten bir devletin varlığı adaletle sorgulanır.
adalettir devleti ayakta tutan.
ne acılar yaşadık bu coğrafyada
dindarlar ve kürtler demiştik.
ve devlet gücünün
korumasız kitlelere neler yapabileceğini konuşmuştuk...
yaşanan onca acının şahidiyken
çünkü güç sahibi
işaretler...
çünkü güç sahibi
belirler,
çünkü güç sahibi
tanımlar,
kim olduğunu,
ne olman gerektiğini söyler
ve
böylesin sen der!
‘bu’sun sen der!
benim dediğim gibi olacaksın sen der!
müslüman kadın böyle olur der!
çağdaş medeni kadın şöyle olur der!
ve
olmaz falan dersen eğer kol burkar...
kolumuz burkulmasından valla dost simamızın şekli değişti bilmez misin?
erkek güçlü olandır.
ve güç olması gereken yerde durmaz ki,
koruyan, kollayan, gözeten
zayıf olanı kanatları altına saracak
merhametinin gölgesine katacak olan erkek
birden
kendine verilmeyen bir görevle taşkınlık yapmaya başlar.
her bir taşkınlık zulümdür ve inanın bir süre sonra
en kötüsü
taşkınlıklar birer birer yerleşir topluma
sonra
doğal, olması gereken tartışılmaz doğrular gibi kabul görür,
işte orda erkeğin tanımladığı kadın şekli
tartışmaya dahi müsaade edilmeyen
bir gelenek, inanç oluverir ya!
sonra mı?
kadınların kaderi olur…
olmadı mı?
mesela, erkek kadından üstündür derler...
mesela, erkek döver de sever de, sanki şiddet uygulama hakkı vardır derler
biraz dayak bazen uygundur derler.
sonra derler ki;
kadının malı/mülkü de neymiş hepsi erkeğe aittir,
evlenirken bazılarına rızası bile
sorulmaz olanlar var ya!
çocuk yaşlarında oyunundan koparılan
adeta satılan diyorum
fetvasını erkeklerin verdiği çocuk gelinler işte,
bir de
evlenirken kadının rızası olmazsa nikah olmaz denilen kadınlar vardır memleketimin
ama
evlenince yıllarca,
erkeğin dayağı, dayatması altında
özgürlüğü, kişiliği yok edilirken kadının ayrılma isteğine,
ne mümkün!
erkek rızası gerek diyen o zihniyetten bahsediyorum,
olmadı
sokak ortasında infaz edilir ya!
kadına gücü yeten,
güçlü erkeklerden oluverir birden...
erkeğin ebeveynlerine bakması kadının görevidir derler,
derler de
kitabın bilgisi "öf dahi demeyin''ken
kadının kendi yaşlı ebeveynlerine bakmasına
erkeğin izin şartına bağlamaları yok mu!
aynı mahallede kimsesiz babasına gitmesi bile
“hadi bakalım bugün gidebilirsin” lütfu var ya! onu diyorum...
bir adım ötesinde,
aynı sokaktaki abisini görmeye dahi yıllarca eşinin izni dışında
gidememiş kadına;
“o itaat abidesi kadın var ya!!! ‘’diye övgüler düzenleyenler
inancınız kurusun!
erkekliğiniz kadına acı vermek üzre mi kurgulandı…
kadın
onlar için
kendi özeli olmayan,
kendini ifade etmesi
sadece erkeğin tarif ettiği kadar olan varlıktır.
özetle dediğim
güç, yani erkek
kadını tarif eder ve sen böylesin, böyle olmalısın diye dayatır
bu sırada güce destek olsun, kalbi de tatmin olsun diye dinden, örften gelenekten
ne varsa
erkeklerin yazıp yorumladığı
sanki allah ve resulun dediği
veya tek dediği oymuş gibi dayatır kadının gözüne, gönlüne
güç böyledir işte...
halbuki;
aynı topraktan yaratıldık, aynı “ruh’’ üflendi bedenlerimize
aynı ağacın altında aynı imtihanlara tutulduk,
ortak günahlarımız nedeniyle yüzümüz kızardı
birlikte çıkarıldık,
sürgün yedik,
indirildik arza
ellerimiz, resullerin elleri üzerindeyken birlikte biat verdik dağların gölgesinde
“ellerimiz üzerinde allah'ın eli vardı...’’
unuttun mu?
tarif eden etmiş kadını anla,
allah aşkına..!
yaradan diyorum.
onun kulu işte
erkeğin değil,
bilmez misin?
erkeği de yaratan, kadını da yaratan...
“kavvam’’ mı! dediniz,
şu "kıyam" eden,
yani ayağa kalkan ve kaldıran diyorsun
merhametiyle sarıp sarmalayan erkek yani…
“farklılıklar’’ üstünlük değildir.
omuzlardaki yüktür.
sorumlulukların dağılımıdır.
ah bir bilsen!
o zaman bir de yazar olanı dinle;
"dedim ki, fatıma yüce hatice’nin kızıdır.
ama baktım ki bu, fatıma değil.
ardından fatıma muhammed’in kızıdır, dedim.
fakat bu da fatıma değildi.
fatıma ali’nin eşidir, diyecek oldum.
ancak gördüm ki, fatıma bu da değil.
fatıma hüseyin’in annesidir, diyeyim dedim.
ama yine gördüm ki bu, fatıma değil.
bir an için fatıma zeyneb’in annesidir, dedim içimden.
oysa gördüm ki fatıma, bu da değil.
en sonunda şu neticeye vardım:
evet, bunların hepsi doğrudur, fakat fatıma bunların hiçbirisi değildir.
fatıma fatıma’dır!”
ey yolcu
fatıma
“cennet kokusu” olanların
sadece annesi değil ki,
onlar,
fatıma’nın
ocağında yetişendir...
“ocak’’ dedik ya!
sanki
'anne' olmayı konuşsak şöyle…
hani modern zamanlarda
değersizleşen
boş beleş kadınlar işte!
zamanı boşa evlerde geçiren, vakit öldüren!
üretmeyen
"ev kadınları" diyorum anla!
onları
konuşsak ne iyi olurdu
sonra
belki…
Not; yazılarımın, dilediğiniz kısmı dahil, dilediğiniz şekilde dostlarınıza ikram etmeye açıktır.
Kibrin Mağlûbiyeti -1 | İlhan Akar
23.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024
Seçimin İmkanları YUSUF YAVUZYILMAZ 21.04.2024
Baş Döndüren Diplomasi AHMET GÜRBÜZ 24.04.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024