Diyarbekir’e ilk kez gelmiyordum ama yeterince tanıyacak ve kimyasını teneffüs edecek kadar da aşina değildim.
Geçici de olsa şehre yerleşip etrafı tanımaya başlayınca nasıl bir rüyayla karşı karşıya olduğumu daha iyi anladım.
Daha geldiğim ilk günlerdi araçla surların etrafından dolanırken duvara işlenmiş kalp sembolü dikkatimi çekmiş acaba hangi deli yaptı bunu diye içimden geçirmiştim.
Henüz o surların Ben û Sen burçları olduğunu bilmiyordum.
Sonra zaman geçti.
Diyarbekir sokaklarını adım adım gezerken, muhteşem camilerini, külliyelerini, medreselerini, kiliselerini, büyüleyici kültürel dokusunu içime çekerken farkında olmadan bir şey aradığımı hissettim.
Eksik olduğunu düşündüğüm bir şey vardı.
O eksik parça Ben û Sen’di.
Rotayı şehrin Güney Batı burçlarına çevirip soluğu Ben û Sen’de aldım.
Nerenin Güney nerenin Kuzey olduğunu bilmediğimi de o sırada fark ettim.
Dicle’nin aktığı yön Kuzey olmalıydı.
Hatta bu yüzden tartıştım bile!
Nasıl olabilirdi ki?
Bütün sular Karadeniz’e akardı!
Karadeniz’de Kuzeydeydi.
Bir süre daha bocaladıktan sonra burada suların Karadenize akmadığını kabullendim.
Ben û Sen’in basamaklarında oturdum ve kim ne için bir savunma duvarına kalp sembolü işlemiş olabilir diye düşündüm.
Yeni neslin deyimiyle adamlar surların üzerine devasa bir kalp emojisi yapmıştı.
Kaç yüzyıl önce hangi deli yapmış olabilirdi ki bunu.
Komutanların, kahramanların, kralların sultanların sembolleri olabilirdi ama neden iki yarım kalp işlensindi ki?
Ben bunları düşünürken gelinlikli damatlıklı çiftler birer ikişer gelmeye başladı.
Bir süre sonra alan fotoğraf platosuna dönmüştü.
Biri elinde diğeri boynunda fotoğraf makineleri ile fotoğrafçılar, ışıkçılar, düğün videosu çekimi için kameramanlar…
Fotoğraf çektirirken komutla gülümseyen çiftlerin poz verildikten sonra suratlarının aldığı ifade dikkat çekiciydi.
Deklanşör sesinden sonra homurtular yükseliyordu çiftlerin arasında.
Eğer bu hayatlarının en güzel günüyse bir problem var gibi görünüyordu.
Fotoğrafa yansıyan mutluluk emojilerinin arkasında ağır makyajın örtemediği gergin, asık ve kızgın suratlar dolaşıyordu etrafta.
Ama bir çift hariç!
Bindikleri aracın markasından anlaşıldığı kadarıyla imkanları kısıtlı bir çifttiler.
Etraflarında kameralar, fotoğraf makineleri, ışıkçılar yoktu.
Konuşmalarından ve el temaslarından anlaşılan ikisi gelinin kız kardeşleri, diğeri de damadın erkek kardeşi beş kişiydiler.
Ellerinde pahalı olmayan cep telefonlarıyla gelin ve damadın fotoğraflarını çekiyorlardı.
Mutluydular, sadece yüzleri değil gözleri de gülüyordu.
Kurgu yoktu.
‘Sen belini tut, o göğe baksın, mutluymuş gibi gülümse…’ sıfır klişe, sıfır rol!
Araçlarının teybini açıp oyun oynadılar, halaya durup zılgıt çektiler.
Suratları asık değildi, tavırları yapmacık değildi.
Sonra pahalı olmayan araçlarına binip, müziği son ses açıp oradan uzaklaştılar.
Onlar giderken onlardan daha erken gelmiş olan çiftler birbirleriyle ve fotoğrafçılarıyla ve kameramanlarıyla didişiyorlardı.
Sahne bomboştu ama kurgu devam ediyordu.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
Halep Savaşı başladı
02.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Gazze'de Öldürülenler Kadın ve Çocuk
09.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024