metrika yandex
  • $34.79
  • 36.77
  • GA21150

Küçürek Öyküler-11 | Ucuz Adam

AYTEN DURMUŞ
13.12.2023



Önde giden arabanın ardından yavaş yavaş sanki onu izler gibi gidiyordum. Acelem yoktu. Arabanın radyosunu açtım, kısa süre haber dinledikten sonra duyduğum haberlere dayanma gücümün kalmadığını düşünerek kanalı değiştirdim. Bizim oralardan bir türkü çalıyordu. Ben de koşuldum türküye. Sağımda bakımlı büyük bir park, solumda dört-beş katlı evler, ortada benim gitmekte olduğum geniş, düzgün, bakımlı yol. Araçları yavaşlatmak amacıyla yerleştirilmiş iki setten başka yolun üzerinde hiçbir girinti-çıkıntı yoktu. 

Oldum olası sağında solunda ağaçlar, çiçekler bulunan yolları sevmişimdir. Yavaş yavaş gidişim belki de duygularıma iyi gelen bu görsel güzelliğin tadına daha çok varmak isteğindendi. Önümdeki arabanın markasına baktım, fiyatını tahmin etmeye çalıştım, yapamadım çünkü bu konuda hiçbir bilgim yoktu ancak epeyce pahalı olduğunu anlayabiliyordum. Arabayı kullanan yandaki camı açtı, arabanın küllüğünü yolun ortasına boşalttı, az sonra içilip buruşturulmuş bir meyve kutusunu ardından da buruşuk bir kâğıt mendili yola fırlattı. Yolda ilerledikçe elini camdan çıkarıp içtiği sigaranın külünü de yola silkeliyordu. Yolun beni etkisi altına alan tüm büyüsü yok olmuştu. Tek başına olduğum araçta kızgınlığımı bastıramayıp söyleniyordum. Bir süre sonra önümdeki araç durdu, ben de onun arkasında durdum; şoförü indi, elbisesi pahalı, ayakkabısı pahalı, arabası çok pahalıydı ama kendisi ucuz, ucuz, çok ucuzdu…
 

Çaresiz Öğretmen

Son on yıl içerisinde neredeyse tamamı yabancı öğrencilerden oluşan bir lise durumuna gelen okulda öğretmen olan Yağmur, dersinin olduğu 12. sınıfa girdi. Sınıf defterini imzaladıktan sonra dersini işlemeye başladı. Haftalardır uğraşıp duruyor ancak bir arpa boyu yol alamıyor, ne yapacağını bilememenin şaşkınlığını yaşıyordu.
 Uzun süredir ‘yabancı öğrenciler’ konusundaki kuralsızlık, üst makamlardan telefonlarla gelen özel talimatlar sonucu zincirleme hale gelen yanlışlar nedeniyle bu duruma gelinmişti. Öğrencilerin birkaçı dışında tamamı, kitap-defter çıkarmadan öylece duruyorlardı. Bunlardan birine bakarak şöyle dedi Yağmur: 

- Söylediğimi yaz oğlum!
- Ben yazma bilmiyor.
- Peki, kaldığım yerden oku!
- Ben okuma bilmiyor!
- Tamam, öyleyse ders kitabımızı çıkar, okuttuğum yeri takip et. 
- Okuma bilmiyor ben, kitap getirmedi.  
- Öyleyse defterini çıkar, arkadaşına bakarak o ne yazıyorsa sen de yazmaya çalış. 
- Yazma bilmiyor ben, kalem getirmedi ben. 
- Defterin var mıydı?
- Var. 
- Nerede?
- Evde. 

Yağmur, kahrından gülüp ne yapacağını bilemeyerek sandalyeye yaslandı. Çünkü bu durum için çocukları suçlayamazdı, onlara hiçbir şey demedi. Çocuk haklıydı, okuyamadığı kitabı, yazamadığı defteri ne diye taşıyacaktı? Ağzından öfkeyle karışık bir mırıltı ile şu tek cümle çıktı: 

- Otuz yıllık öğretmenim, böyle bir durum görmedim, yaşamadım. Bizi bu duruma düşürenlerin bundan haberi yok mu? Okuma-yazma bilmeyen, kitapsız-deftersiz öğrencilerle edebiyat dersi işleyeceğim, nasıl olacaksa artık!
Sonra aklına geçen yıl da tıpkı böyle olup ‘talimatla(?)’ ‘mezun(!)’ edilen öğrenciler geldi. Şu anda onların da çoğunluğu ülkedeki farklı üniversitelerde, istedikleri en iyi bölümlere girmiş, eğitimlerine(!) devam ediyorlardı. Derince bir ‘Ahhhhh!’ deyip geri yaslanıp öylece bekledi uzun bir süre. Bir türkü söylemek istedi, en efkarlısından. 

Zil çaldı, ağır adımlarla yürürken diğer sınıftan çıkıp yanına gelen tarih öğretmeni Yıldırım Bey canı sıkkın olarak şöyle dedi: ‘Biz can verip kan dökerek bin bir sıkıntıyla kurduğumuz, yıllardır uğraşarak bu duruma getirdiğimiz bu ülkeyi, bu yabancılar için mi kurduk acaba?’

Yağmur hiçbir karşılık vermeden yürüdü. 
 

Yorgunluk

Yıllar önce heyecanla, hayranlıkla okuduğum kitabı yeniden okurken yutkunmaktan boğazım ağrıdı, üzülüyorum sanki her şey tersine dönüyor. Bayırda geriye doğru kayan bir arabanın çaresizliği gelip iliğime çöküyor. Acaba her şey sanal bir kurgu muydu? Kocaman bir aldanış mı yaşadık. Birileri basıp geçmek için varlığımı köprü yapmış sanki. Kullanılmışlığımı fark etmenin acısı, yakan bir safra gibi boğazıma yükseliyor. Neden herkeste çok yüz var? Her geçen gün insanlara daha az inanıyor ve daha az güveniyorum. Kimin eli kimin cebinde, hırslarla dualar aynı dudaklarda... Ayet-hadislerin birlikte çalıp çırpanların ağızlarında ‘aklanma’ vasıtası olması midemi bulandırıyor. Bilmem ki hakikat nedir? Yaşadıkça göreceğiz, bir teki bile hakikat olamamış hayaller uğruna ömür tüketmenin ne demek olduğunu. Üzülmekten, öfkelenmekten yorulduğumu hissediyorum. Haberler Gazze’nin bombalanan yerlerini gösteriyor. Yutkunamıyorum bile. Savaş başlayalı haftalar oldu. Bu savaş dünyadaki zengin ve güçlü Batılı ülkelerin arsız ve sömürgen yüzlerini ortaya koyduğu gibi, kendine ‘Müslüman’ım!’ diyen ülkelerin halklarının ve yönetimlerinin ne kadar Müslüman olduğunu da ortaya koydu. Benim yüzüm nasıl acaba? Aynada bir Müslüman mı yoksa bir münafık, müşrik yüzümü göreceğim; bakmaya korkuyorum. 
 

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
abdullah piroğlu | 13.12.2023 15:11
Hayatın ortasından hikayeleriniz için teşekkürler Ayten Hanım. "Ucuz Adam"lar son 20 yılda o kadar çok arttı ki, her birisinden ayrı bir hikaye çıkar size. hem de birbiri ile yarışarak. Ülkemizde uygulanan "açık kapı" politikası ile Yurdumuza akın eden ve bugünlerde kendilerini yurdun asıl sahibi sanmaya başlayan "yabancı"larla ilgili sorunlar her gün çığ gibi büyüyor maalesef. Bu hikayenizi (ve benim yorumumu) okuyan bazı bizden(!) diyebileceğim kişiler belki bir papağan edasında "ensar-muhacir" türküsü söyleyeceklerdir ama inanın onlar da durumun vahametinin farkına varmaya başladı ama çok geç oldu tabi. Bu konuya acilen köklü bir çözüm bulunmaz ise vay halimize... Son hikayenizdeki "Ayet-hadislerin birlikte çalıp çırpanların ağızlarında ‘aklanma’ vasıtası olması midemi bulandırıyor." cümlesi fazla söze gerek bırakmamış vesselam.

Her Taraf - Türkiyenin habercisi