Allah Kimlere Yardım Eder-1
Batı Medeniyeti’nin dünyaya hâkim olduğu yüzyıllar içerisinde, Müslüman ülkelerde en çok sorulan soru : “Allah Müslümanlara niye yardım etmiyor?” şeklindedir. Osmanlı Devleti’nin egemenlik döneminde de Bizans toplumunun benzer sorular sormuş olması muhtemeldir. Batılı aydın, gazeteci, din adamı, asker gibi unsurları; İslâm’ı ve Müslümanları aşağılamak için çeşitli türevleri olan sorular sormakta; galip olmaları dolayısıyla Tanrı’nın kendilerinin yanında olduğunu iddia etmektedirler...
Yüce Kitabımıza bütüncül bir yaklaşımla bakarsak, sorunun, farklı surelerde cevabının verilmiş olduğunu görebiliriz.
“İnsan için çalıştığından başkası yoktur.” (Necm: 39).
Allah, koyduğu kurallarda herhangi bir etkiyle değişikliğe gitmez. İlahî çağrı, bütün insanlığı kapsama alanına alır. Önce insan denmektedir. İnanan-inanmayan karşıtlığı sonraki düzlemin konusudur. İnsan için yapılacak değerlendirmeler, çalışmasının karşılığı olarak son derece nesnel ölçülere bağlanmıştır. İnsana hitap, sözün gücüne dayanır. Bugün ağırlığı ve kıymeti azalsa da akıllı, düşünen, konuşan insan için söz, çok değerlidir. İnancı, rengi, dili, sosyal seviyesi, soyluluğu, zenginliği ne olursa olsun Allah’ın sözlerinin muhatabı, kadınlar ya da erkekler değil, tüm insanlıktır.
“De ki: Yapmanız gerekeni yapın. Allah da Peygamber de müminler de yaptıklarınıza bakacak; sonra görülmeyeni bilen Allah’ın huzuruna götürüleceksiniz ve O, size yaptıklarınızı haber verecektir.(Tevbe, 105)
“Rableri onlara şöyle cevap verdi: ‘Ben sizden hiçbir çalışanın emeğini zayi etmem.-İster kadın olsun ister erkek farketmez; çünkü siz, birbirinizden meydana geliyorsunuz!- (Âl-i İmran, 195)
Âlemlerin Efendisi Allah, Kur’an-ı Kerim’de “Oysa üstünlük, Allah’a, Peygamberine ve müminlere aittir; fakat münafıklar bunu bilmezler” (Münafıkun, 8) buyuruyor.
Yüce Yaratıcı her halde dua etmemizi istese de duanın sözel tarafında kalıp eylem/çaba/gayret gerektiren fiilî duaları fazla önemsemiyoruz.
Neye nasıl inanacağımızı soğukkanlı biçimde yeniden düşünmemiz gerekiyor. Büyük bir tevazuyla akıl-nakil birlikteliğinde Rabbimizin uygulama esaslarını yeniden gözden geçirmeliyiz.
Müslümanların güçlerini kaybetme, gerileme, sömürge/yarı sömürge durumuna düşme nedenlerini iyi analiz etmeliyiz. Batı’nın görece üstünlüğü, bizim güçsüzlüğümüzden kaynaklanıyor.
Müslümanlar ellerinin altındaki hazineden habersizler. Lisans, yüksek lisans ve iş edinme sınavları kaynak kitaplarına verdikleri önem ve dikkati Kur’an-ı Kerim’e vermiyorlar. Dini hakkıyla bilmekten değil, bilmemekten çözülüyor, başka bir şeye dönüşüyoruz…Cehalet, bilgi eksikliği, ahlâkî çöküşü hızlandırıyor. Fert, aile, toplum ve her kademedeki idarecilerin ahlâkî çürümüşlüğü en büyük açmaz olarak önümüzde duruyor.
Kendimize, inancımıza güvensizlik zirve yapıyor. Müslümanlar olarak kararlılığımızı, dünyayı değiştirmeye yönelik rüyalarımızı, ütopyalarımızı yitiriyoruz. Rahatsız olunmayan dünyevileşme ile bizzat kendimiz değişime kapalı hale geliyoruz. Dünyalık kazanımlar için verdiğimiz tavizler ölüm korkusuna dönüşüyor. Dünyayı daha çok sevmeye başlıyoruz. Korkaklık ve telâş kalbimizi esir alıyor.
Sorular üzerine hazırladığı Müslümanların Gerileme Sebepleri(1930) risalesinde, Şekip Arslan'ın dile getirdiği aşağıdaki hususlar çarpıcı ve can yakıcıdır:
”Müslümanların çöküş sebeplerinin en büyüklerinden biri de eskinin üzerinde donup kalmaktır. Faydalı veya zararlı olmasına bakmadan her eskiyi ortadan kaldırmağa yeltenen zümre, İslâm için bir âfet olduğu gibi; hiç bir şeyi değiştirmek istemeyen, İslâm eğitim esasında ufak bir tadilâta rıza göstermeyen zümre de, İslâm için bir tehlikedir.”
“Müslümanlar mal harcamadan, kıymetli şeylerini kaybetmeden Avrupalılar gibi kuvvetli olmak istiyorlar. Allah Tealâ’nın şöyle dediğini unutuyorlar: “Sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile, and olsun imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara: 155). Müslümanların şöyle dedikleri de oluyor: “Biz, mal harcamayı ve fedakârlığı denedik; malımız da, canımız da, mahsulümüz de gitti; yine de bir faydasını görmedik. Hâlâ Avrupalılar başımıza musallattırlar.”
“Fesat o dereceyi bulmuş ki, Müslümanların en büyük düşmanları, yine Müslümanlar olmuştur. Bir Müslüman vatanına, milletine hizmet etmek isterse bu sırrını kardeşine açmaktan korkar hale gelmiştir; çünkü kardeşinin, müstevlilere gidip jurnal etmesi muhtemeldir. Böylece emeği boşa gidebilir.”
“Ecnebiler, Müslüman diyarından nereleri fethetmişlerse, yarısını veya bir kısmını Müslümanların eliyle fethetmişlerdir. Kimisi milletine karşı casusluk etmiş, kimisi milletinin aleyhinde propaganda yapmış; kimisi milletine silâh çekmiş, yabancıların hizmetinde milletinin kanını akıtmıştır.(…) Milletlerine silâhları ile hizmet edebilirlerdi. Bunu yapamazlarsa kalemleri ile, yoksa dilleri ile; daha da olmazsa kalpleri ile yardım edebilirlerdi.
“İslam dini gerçek âlimlere, idarecilere doğru yolu gösterme vazifesini vermiştir. Eskiden bunlar, İslâm Devletlerinde, bugünkü parlamentonun görevini yaparlardı. Millet üzerinde otoritelerini yürütür, padişahların yanlış adım atmalarını önler, devlet taşkın hareket yapmağa kalkışırsa seslerini yükseltir; halife olsun, başkası olsun, herkesi doğru yola davet ederlerdi. Böylece işler düzelirdi. Çünkü o âlimlerin çoğu gerçek zahid ve muttaki kimseler idiler. Dünyanın gelip geçici zevklerine iltifat etmezlerdi. Sert hükümdarların kızmış veya memnun olmaları onları ilgilendirmez; halifeler, sultanlar onlardan korkarlardı. Onlara muhalefet etmekten çekinirlerdi Çünkü halkın onlara itaat edeceklerini, önderliklerine inanacaklarını bilirlerdi.”
“Sanki Kur'an-ı Kerim; çalışıp kazanmadan, mal ve canla savaşmadan, sırf “Müslümanız” demekle veya dua etmek ve tesbih çekmekle müminlere nusret vadetmiş; daha garibi de evliyalardan yardım istemekle bu işin olup biteceğini sanmalarıdır. Yeni silâhlardan mahrum ve o silâhların kullanılması için gerekli bilgileri öğrenmemiş olan bir çok Müslüman, silâhlı ve mücehhez az bir Frenk'e karşı koyamaz olmuştur.”
“Bugün Müslümanlar, din kardeşlerine yardım edecek malları olmadığını ileri sürerek özür diliyorlar. Bu, bir dereceye kadar doğrudur. Zira ilk önce mallarını esirgediler; cimriliklerine karşılık ilkin zillet ve hakaret, sonra da fakirlik ve açlık topladılar. Yeryüzünde Allah'ın bir kanunudur ki; zilleti fakirlik, şerefi de zenginlik takip eder. Arap Şairi İyadî de bunu şöyle dile getirir:
Malı düşmanlar için biriktirmeyin
Zira, sizi yenerlerse; malı da, memleketi de alırlar
Yazık. Şerefiniz pahasına koruduğunuz
Malda ve nimetde hayır yoktur”
“Müslümanlar malı çok sevdiklerinden malı kaybettiler. Hayatı çok sevdiklerinden onu da kaybettiler.” (Şekip Arslan, Müslümanların Gerileme Sebepleri, Lozan, 11 Kasım 1930)
Devam edeceğiz.
11.09.2020, Kardelen/Ankara
Mehmet Yavuz AY
Seni sevdiğimi bil istedim 17.01.2021 Kemal Öztürk
YEŞİLAY BÖYLE Mİ OLMALI 18.01.2021 Ahmet TAŞ
Öğretmenler Rahata Mı Alıştı? 18.01.2021 Feyzullah AKDAĞ
Çarpık uygulamanın itirafı 25.12.2020 Ahmet TAŞGETİREN
SON PEYGAMBER JAPON OLSAYDI 28.12.2020 Ayten DURMUŞ
Köprülü Melih’ten Heykelci Mansur’a 28.12.2020 Ahmet GÜRBÜZ
Kıymetini bilin 29.12.2020 Kemal Öztürk
ESKİ İSLAMCILARIN KAYIP ÇOCUKLARI 12.01.2021 Hüseyin SEVİM