metrika yandex
  • $32.56
  • 35.06
  • GA17940

KÖRFEZ KOALİSYONUNUN TÜRKİYE SOĞUK SAVAŞI

ABDULLAH MAHMUTOĞLU
26.08.2019

Arap Baharı olarak isimlendirilen sürecin önemli sonuçlarından biri de kendi içerisinde meşru yöntemlerle mücadele etmeyi öncelemeye ve bunu içselleştirmeye başlayan İhvan-ı Müslimin Hareketinin siyaset dışına itilerek yer altına inmeye zorlanması oldu. Tunus’ta bir seyyar satıcının tezgahının elinden alınmasına duyduğu kızgınlıkla kendisini yakarak fitilini ateşlediği eylemler, kısa bir süre içerisinde yayılarak başka ülkelere de sıçradı. Bu eylemler ortaya çıkış sebepleri itibariyle düşünsel bir isyanlar zinciri değildi. Aksine uzun yıllardır uyguladıkları baskıcı yöntemlerle halka türlü zulümlerde bulunan, uyguladıkları ekonomi politikalarıyla insanları açlık ve sefalete mahkum eden monarşik yönetimlere duyulan öfkenin sınıra ulaşarak patlamasıyla başladı. Gerek Tunus’ta ve gerekse Mısır’da yaşanan isyanları belli bir gruba mal etmek yanlış olur. Zira sokaklara çıkan kalabalıkların arasında her kesimden insanlar bulunuyordu. Hatta bu isyanların ilk çıkışında İhvan-ı Müslimin dahil olmak üzere dini hareketlerin örgütsel hiç bir rolü yoktu denilebilir. Eylemlere katılan kişiler bireysel bir tercih olarak sokaklarda varlık gösteriyordu. Mısır’da eylemlerin ilk günlerinde örgüt olarak eylemlerde yer almayan Selefî gruplar ve İhvan-ı Müslimin Cemaati bu yüzden sert eleştirilere maruz kalmıştı. İhvan Hareketi kısa bir süre sonra eylemlerde yer almaya başladıysa da Selefî gruplar büyük oranda sokaklara inmekten uzak durdular.

İsyan hareketlerinin ilk çıkışında etkin bir rolü bulunmasa da Tunus’ta da en-Nahda Hareketi (ki o da İhvan ekseninde sayılmaktadır) kısa bir süre sonra eylemlerdeki yerini almaya başladı. Nahda, iktidardaki Zeynel Abidin b. Ali, yönetimi bırakınca ülkenin en geniş tabanlı organize hareketi olarak en güçlü iktidar alternatifi haline geldi. Mısır’da da hakeza Hüsnü Mübarek yönetimi bıraktığında her hangi bir liderliği bulunmayan isyan hareketleri ortaya bir alternatif koymaktan uzaktı. Ülkenin en örgütlü yapısı olan ve geniş bir tabanı bulunan İhvan-ı Müslimin Hareketi kendisini bir anda iktidar alternatifi konumunda buldu. Siyasi konjonktür, herhangi bir siyasi hazırlıkları olmadığı halde onları siyasi arenaya girmek zorunda bıraktı.

Gerek Nahda’yı ve gerekse İhvan’ı demokratik siyasete teşvik eden unsurların başında Türkiye’de demokratik yöntemlerle iktidara gelmiş ve kısa sürede önemli bir başarı yakalamış olan muhafazakar iktidar örneği geliyordu. Bu hareketler de tıpkı Türkiye’deki muhafazakâr Ak Parti gibi iktidara gelmeleri durumunda benzeri bir başarıyı yakalayabileceklerine inanıyorlardı ve bu inançla bu mecraya girdiler. Siyasi konjonktür onlara siyasi mecraya girmekten başka çıkar yol bırakmamıştı. Zira bundan kaçınmaları halinde uzun yıllar bir daha bu fırsatı yakalayamama endişesi onları bu mecraya girmeye adeta zorlamıştı. İktidar için herhangi bir hazırlıkları bulunmasa da İhvan Hareketi seçimlere girerek siyaset sahnesindeki yerini aldı.

İslami hareketlerin siyasi arenada etkili olmasına karşı çıkan Batılı ülkeler ve bu gelişmeleri kendi yönetimleri için bir tehlike olarak gören BAE ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri, İhvanı siyasi bir alternatife dönüştüren bu gidişattan rahatsızlık duymaya başladılar. Eylemlerin başladığı ülkelerde mevcut yönetimlere sözde karşıt bir tutum takınmış olsalar da bu ülkeler gerçekte İhvan’a yakın grupların iktidara gelme ihtimalinden çekindikleri için muhaliflere mesafeli durmuşlardır. Hatta destek vermedikleri gibi bu ülkeler ortaya koydukları ikiyüzlü tutumlarıyla İhvan eksenindeki muhalefetin başarılı olamamasında başat rolü oynamışlardır.

İhvan’ı alternatif olmaktan çıkarma hedefinde buluşan bu ülkeler, Suriye ve Libya’da İhvan’a yakın gruplara el altından engel olmaya çalıştıkları gibi Mısır ve Tunus’ta ise kısmen de olsa iktidara gelmiş bulunan İhvan düşüncesini başarısız kılarak bir alternatif olmaktan çıkarmak için her yola başvurmuşlardır. Nitekim Mısır’da özgür bir seçimle başa gelen İhvan-ı Müslimin adayı Muhammed Mürsî çeşitli oyunlarla bir yıl gibi kısa bir sürede koltuğundan indirilerek hapse atılmış ve İhvan-ı Müslimin Hareketi marjinal ilan edilerek siyasi arenadan uzaklaştırılmıştır. Tunus’ta ise Gannuşî, Mısır’da yaşanan süreci iyi okumuş ve benzeri bir akıbete maruz kalmamak için neredeyse Hareketinin temel prensiplerinden bile vazgeçmek zorunda bırakılmıştır.

BAE ve Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği, Mısır ve Bahreyn gibi ülkelerin destek verdiği Körfez ekseni bu sonuçtan da tatmin olmamıştır. İhvan’ın siyasetten uzaklaştırılması onlar için yeterli olmamıştır. Onlara göre bu tehlikeyi! besleyen Türkiye ve Katar gibi ülkelerin de etkisizleştirilmesi gerekiyor. Zira İslam coğrafyasında hızla gelişmeye başlayan bu eğilim (onlara göre) en büyük desteği bu iki ülkeden almaktadır. Bu yüzden bunların etkisiz kılınması gerekiyor ki bu eksen tamamen desteksiz kalsın ve kendileri için bir tehlike olmaktan çıkmış olsun.

Türkiye karşıtlığını her fırsatta körükleyen bu koalisyonun başını büyük oranda BAE çekmektedir. Suudi Arabistan, Muhammed b. Selman, veliaht olarak tayin edilinceye kadar Türkiye’yi açık olarak hedefe koymaktan imtina etmiştir. Bin Selman’ın ülkede etkin bir konuma gelmesiyle birlikte BAE ve Suudi yönetimleri bu konuda açık bir işbirliği geliştirmeye başlamışlardır. Mürsî yönetimine destek vermesinden dolayı Türkiye’ye büyük bir kızgınlık duyan Sisi de bu koalisyona katılarak faaliyetlerine ortak olmuştur.

Körfez koalisyonu, Katar ve Türkiye’ye yönelik bu tutumunu her alanda ve mekanda sürdürmeye azmetmiş bulunmaktadır. Özellikle Suriye, Libya, Sudan ve Somali gibi iç istikrarsızlık yaşanan ülkelerde bu ülkelerin pozisyonunu zayıflatmak için büyük bir çaba sarf etmektedir. Kontollerindeki medya organlarında sürekli Türkiye ve Katar aleyhine yayınlar yapılmakta, karalama ve iftiralarda bulunulmaktadır. Bu tutum, zaman zaman eleştiri sınırlarını aşarak ihanet boyutuna varmaktadır. BAE basınında son günlerde Katar emirinin ailesine yönelik cinsellik imaları içeren yayınlar yapılması bu karalama kampanyasının bir ürünü olarak görülmektedir. Bu ülkeler, bazen de Türkiye ve Katar’ı direk hedef alan fiili müdahalelere yeltenmektedirler. Suudi Arabistan’ın BAE ile işbirliği halinde başlattığı Katar ambargosunun bu amaca yönelik olduğu genel kabul gören bir husustur. Pek çok analist, BAE’nin 15 Temmuz darbe girişimine finans desteğinde bulunduğunu ifade etmektedir.

Libya’da muhafazakar kimliği ağır basan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Türkiye ile de iyi ilişkiler içerisinde bulunmasından rahatsızlık duyan Mısır ve BAE, isyancı muhalif lider general Hafter’e arka çıkarak Mutabakat Hükümetinin başarısız kılınması için her türlü çabayı sarf etmektedirler. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kuruluşların tanıdığı ve muhatap aldığı Libya’nın meşru hükümetine destek veren Türkiye aleyhine kampanyalar sürdürerek Hafter güçlerini Türkiye’ye karşı kullanmaya çabalamaktadırlar. Türkiye’nin meşru yönetime sağladığı legal desteği, Libya’nın içişlerine müdahale ve kaos çıkarma şeklinde lanse etmektedirler. Meşru bir yönetimin Türkiye ile yaptığı ticari bir alışverişi gayr-ı meşru, gizli saklı bir askeri destek olarak sunmaktadırlar.

Suriye’de Esed rejimine sözde karşı olduklarını açıklamalarına karşın Türkiye ile ilişkileri bulunan muhaliflere mesafe koyan bu ülkeler Türkiye’nin pozisyonunu zayıflatmak için alttan alta bir çaba sarf etmektedir. Dubai yönetiminin Şam’daki büyükelçiliğini yeniden açmaya çalışması, Esed yönetimiyle yeniden ilişki tesis etme girişimi, Türkiye’nin pozisyonunu zayıflatmaya yönelik bir çaba olarak değerlendirilmektedir. Fırat Kalkanı Harekatı’ndan dolayı Türkiye'yi "işgalci ve sömürgeci" olarak itham eden BAE’nin Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü YPG’nin paravan örgütü Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) verdiği destek de bu çabanın bir ürünü olarak kabul edilmektedir.

BAE’nin Türkiye’ye karşı takip ettiği politikanın bir yansıması da Somali’de kendini gösterdi. Türkiye'nin 2011 yılında yaşanan kıtlık ve insani krizden sonra bu ülkeye yardım elini uzatarak çeşitli yardımlarda bulunması Körfez koalisyonu nezdinde rahatsızlık yaratan bir başka husus olmuştur. Türkiye’nin başkent Mogadişu'da bir üs kurmasına bozulan BAE, Aden Körfezi'ni kontrol altında tutma stratejisinin bir parçası olarak özerk Somaliland yönetimiyle anlaşarak bu bölgede bir üs ve liman edinme yoluna gitmiştir. BAE’nin bu tutumu, Somali’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye sokan bir tutum olup Somali hükümeti nezdinde tepkiyle karşılanmıştır.

Bu çabanın son örneği ise Sudan’da sahneye konulmuş bulunmaktadır. Sudan’ın devrik lideri Ömer el-Beşir, Körfez ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmakla birlikte ülkesine büyük destek sağlayan Katar ve Türkiye gibi ülkelerle de iyi ilişkilere sahipti. Körfez krizinde BAE ve Suudi Arabistan’ın tüm baskılarına rağmen Katar’la ilişkilerini kesmeyi kabul etmemişti. Türkiye’nin hemen her alanda kendisine sağladığı desteği takdirle karşılayan el-Beşir ikili ilişkileri daha da güçlendirmek için Türkiye ile bir dizi anlaşmaya imza atmış ve Türk yatırımcılarının önünü açacak tedbirler almıştı. El altından yürütülen çabalara rağmen bu tutumundan geri adım atmayan el-Beşir’in devrilmesinde Körfez ülkelerinin önemli katkısının bulunduğu değerlendirilmektedir. El-Beşir’in iktidardan düşürülmesi üzerine körfez ülkeleriyle iyi ilişkilere sahip olan General Abdulfettah el-Burhan’ın yönetimi devralması hususunda yoğun bir çaba sarfettikleri dile getirilmektedir. Nitekim el-Burhan Askeri Geçiş Konseyi başkanı olarak yönetimi ele geçirdiğinde bu iki ülke hemen 3 milyar dolarlık yardım bir taahhüdünde bulunarak yeni oluşacak hükümet üzerinde etki oluşturmaya çalışmışlardır. Körfez koalisyonunun Sudan’daki bu tutumu, Türkiye ve Katar’a karşı üstünlük sağlama çabası olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin sadece düşünsel bir refleksle Mısır ve Tunus’ta başa gelen yönetimlere destek verdiği iddiası, Türkiye’nin son dönemde yaşadığı köklü değişimi doğru okuyamayan, karalama amaçlı sığ bir değerlendirmedir. Türkiye’de iktidarda bulunan anlayış, geçmiş dönemde post modern askeri yöntemlerle benzeri engellemelere maruz kalmış ve iktidardan uzak tutulmuştur. Bu akıbeti yaşayan bir hareketin başka ülkelerde demokratik süreçlerle başa gelen iktidarları desteklemesi tabii bir durumdur. Bunun aksi bir tutum kendisini inkar etme anlamına gelecekti. Askeri müdahalelere maruz kalmış bir hareketin, demokratik seçimlerle başa gelen bir hareketi askeri güçle uzaklaştıran darbecilere destek vermesi beklenemezdi. Türkiye’nin bu tutumunu sağlıklı değerlendiremeyen Körfez yönetimleri bu tutumundan dolayı Türkiye’yi ve ona siyasi destek sağlayan Katar’ı İhvancı olarak suçlama yoluna gitmektedirler.

Suudi Arabistan ve BAE’nin Türkiye’ye beslediği bu hasmane tavır, sadece Türkiye’nin bu tutumundan kaynaklanmamaktadır. Türkiye’nin son yıllarda elde ettiği siyasi ve ekonomik güçle uluslararası arenada etkili bir güce dönüşmesi ve bu tutumuyla İslam dünyasında büyük bir sempati kazanması Körfez koalisyonunu ciddi derecede rahatsız etmektedir. Kendilerini İslam dünyasının önderi olarak gören Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler bu durumu hazmetmekte zorluk çekmeye başlamış ve bunun önüne geçmek için çeşitli entrikalara başvurmaktadırlar. Suudi ailesinin Türkiye karşıtlığı yeni bir durum olmayıp eskilere dayanmaktadır. Vehhabî akımın kurucusu Muhammed b. Abdulvahhab’ın kendi hareketine meşruiyet kazandırmak için Osmanlı devletini hedefe koymasıyla başlayan bu hasmane tutum, konjonktüre göre kimi zaman açıktan kimi zaman ise perde gerisinden sürdürülmüştür. Suudi hanedanındaki bu Türk karşıtlığı, yaşanan bu son gelişmelerle birlikte artık gizlenemez bir hale gelmiştir. Suudi yönetimi bu tutumunu şimdiye kadar güttüğü denge siyaseti gereği açığa vurmaktan imtina ediyordu. Yeterli siyasi tecrübeye sahip olmayan ancak Amerika’nın güçlü desteğine sahip olan veliaht prens Muhammed b. Selman, iktidarını pekiştirdikten sonra Mısır ve BAE’yi de yanına alarak bu mücadeleyi alenen sürdürmeye başlamıştır. Bin Selman açtığı cepheyi güçlendirmek için Türkiye’nin mevcut pozisyonundan rahatsızlık duyan diğer ülkeleri de yanına çekerek bu mücadelede öne çıkmaya çalışmaktadır.

Yazarın diğer yazıları;
Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş