metrika yandex
  • $32.48
  • 34.84
  • GA18240
Düşünce

Yeni Bir Sosyal Sözleşmeye Doğru -2-

ABDULAZİZ TANTİK
27.06.2021

Denge

Yaşam, düzen ve kaotik sistemi ile muazzam bir dengeye sahiptir. Yaşamda düzenin ve kaotik olanın kendine has bir dengesi olduğu bedihidir. Bu denge muhteşem bir ahenk içinde vuku bulur. Öyle bir denge ki bu hem düzen ve hem de kaosta hep bir dış elin varlığı hissedilir, görülmese de… 

İnsan, sorumluluğu gereği bu dengeyi yaşamını hangi anlam düzeneği içinde var kılıyorsa ona göre sağlamaya matuf hamleler yapar. Bu hamleler ise irade ve aşk ile beslendiği zaman olumlu veya olumsuzluğu bir tarafa yerine gelir. Çünkü yaşamın muhteşem dengesinde insan iradesine verilen pay çok yüksek ve varlığın insana müsahhar kılınışının bütün emareleri gözlemlenebilir olmaktadır. 

Düzende denge belirli bir uyumun varlığını zorunlu kılar. Bu uyum üzerinden kaotik olan düzene kavuşur. Ama düzen her an kaotik olana açık bir yapı arz eder. Bu da hem yaşamın iç iradesi, insan iradesi ve Yaratıcı irade arasındaki dengede açığa çıkacak olan etkileşimle orantılıdır.

Kaotik olanda ise muhteşem bir denge vardır. Bu denge ise varlığın iradeye açık bir yapı arz etmesi ve bu iradelerin kesiştiği noktalar ile çatıştığı noktaların varlığı ile ilişkilidir. Varlık bir yaşam istidadı ile yaşama arzusunu yerine getirir. İnsan, bu yaşama arzusuna müdahil olur; bu müdahale olumlu veya olumsuz bir netice verir. İşte bu netice insanın yaşamının kaotik veya düzen içinde sürmesine zemin sağlar.

Yaşamdaki değişimin bu denge ile bağını doğru idrak ettiğimizde değişimin kaotik bir olgu olmadığını, bilakis, yaşamın devinimini ve dinamiğini oluşturduğu algılanabilir. O zaman mesele her zaman olduğu gibi bu meselede de insanın ilişkiler ağını hangi zemine yasladığına bağlı olarak kaotik veya düzen inşa olur. Elbette ki insanı aşan bir müdahale yaşamda vuku bulacaktır. Bu vakıa insanın saklı olan arzuların dışa vurumu kadar bu arzuların insana hazırlayacağı sonu görme açısından da değerini doğru anladığımızda dışsal müdahalenin insan ilişkileri ile ilgisini de idrak etme imtiyazını kazandırabilir insana…

Mevcut kültürel dokuyu ve kültürel kodları dikkate alarak denge meselesini yeni bir sosyal sözleşmenin zemini kılmada ne gibi faydalar sağlayacağı önem kazanmaktadır. Denge bu veçhesi ile birlikte bir sosyal sözleşmede farklılıkları belirli bir ritim ve değişime açık yapısı ile birlikte kavrayarak ona kendini uylaşım ve uzlaşım içinde var olma imkânı bahşeder. Burada yalnızca kendisinin yaşamadığını kavrayarak, başkaları ile birlikte yaşadığını idrak ettirir. Ve böylece kendisi için istediklerini, diğerlerinin de imtiyazı ve hakkı olduğunu bilerek istekte bulunur ve imtiyaz talebinin karşılanmasını ister. İşte denge burada farklılığı kendi çoğul karakteri içinde birlik halinde yaşamaya alıştırır.

Tabi denge sadece bu genel tabiatı gereği bu konuda yer almaz, ayrıntılarda da yer alır. Yaşamın her ayrıntısında denge artı ile eksinin bir dengede varlığı anlamlı kılacak bir pozisyonu elinde tutmasına zemin oluşturur. Denge bozulduğu an, çoğulluk teke irca edilir, uyum çatışmaya dönüşür.

Yeni bir insan tipolojisi ve yeni bir sosyal sözleşmeyi belirli bir kavram skalasına göre oluşturmamız gerektiğini ilk yazıda izah etmiştik. Denge o kavramların yerli yerinde işlevsel bir tutuma kavuşabilmesine imkân tanır. 

Örneğin; anlam kavramı… 

Anlam, eğer bir denge üzerine kurulu olmazsa aşırılığa ulaşması kaçınılmaz olacaktır. Anlam, kişinin kendisinde belirli bir varlık kazanır. Bu varlık kazanma ona belirli bir kesinlik sağlar. Bu kesinlik ise diğer anlamları dışlamayı beraberinde taşır. İşte denge, çoğul yaklaşımın oluşturduğu denge ile kendi kesinliğini kendisi ile sınırlandırarak farklılığa müsamaha sağlayacak bir vasatın kurulmasını teminat altına alır. İnsan kendi arayışlarında dengeyi gözeterek, olayları ve olguları daha sahici bir zeminde anlamaya açık hale gelir. Bu da kendi görüşlerini sürekli bir iç kritiğe açık halde tutarak o kesinliğin militanca bir tutuma evrilmesine meydan vermez. Anlamın, farklı anlamlar ile kendi bütünlüklü yapısını kurmada işlevsel hale getirilmesini sağlayacak olan şey de dengededir. Böylece anlam kavramının şümullüğü içinde tamlığı işaret etmesine rağmen içeriğini her insanın kendi isteği, iradesi ve çabası ile eş değer oluşunu da dikkate alarak kendi anlam dünyasını otoriter ve hâkim bir anlam olarak başkalarına dayatma hakkı olmadığını anlar.

Her anlam bir sorumluluk taşır demiştik. Bu sorumluluğun insan üzerindeki etkisi ise iki türlü tepkiye neden olur. Kişi, ya sorumluluk duygusunu yerine getirerek özgüven kazanır ve bu özgüvene dayalı olarak kendine olan güveni gurura yönelir ki bu insanın kendisine yabancılaşmasına neden olur. Ya da sorumluluğunu yerine getiremediği için kendisiyle bir hesaplaşma içinde girerek kendini sürekli aşağılayarak kompleks sahibi biri olarak anlamsızlığa ulaşır. Kendini içerden çürüterek kendisine yabancılaşır. Bu iki durumda da insan kendisi ile yabancılaşarak anlamın ve sorumluluğun içeriğini boşaltarak kendini hiçliğin girdabına bırakır. İşte denge sorumluluğun bu iki uçlu yapısını bir dengeye kavuşturarak kişiliği rüştüne erdirmeye zemin hazırlar.

Denge, anlam ve sorumluluk alanlarında bir karmaşa ve karışıklığa mahal bırakmadan belirli bir düzen içinde varlığını idame etmesine imkân tanırken, onları kendi otantik yapısı içinde tutarak yaşamın devinimini ve dinamiğini de olumlu bir şekilde etkiler. Bu noktada denge varlığın kendi otantik yapısı içinde kendi varlığını idame ederken bütün varyantları ile birlikte yaşamın bir bütün olduğu algısını verdiği gibi bu bütünlük içinde parçanın kendi anlamını kaybetmeden varlığını sürdürmesine de zemin oluşturur. Anlam ve sorumluluk ise bu dengenin korunmasına yönelik bir ilgiyi sürekli diri tutarak insana yol göstericilik yapmaktan kaçınmamalıdır. 

Karşılık kavramı ise içerik olarak mükâfat ve ceza olarak betimlenir. İnsanın yaptığı her eylemin yaşamda bir karşılığı vardır. İnsan kendi yaşam tecrübesi içinde bu karşılığın idrakine sahip olur. Ama çoğu insan bu tecrübenin idrakine sahip olamadığı için olup bitenin neye taalluk ettiği konusunda bir kafa karışıklığına sahiptir. Bir sosyal sözleşmede ceza ve mükâfat eğer bir denge üzerine kurulu olmazsa, denge bozulur ve kimin lehine veya aleyhine bozulmuşsa orada bir kaotik zemin kurulur. Bu da sözleşmenin yapı bozumuna uğramasına neden olur. O yüzden hem insanın kendi vicdanında hem toplumun mahşeri vicdanında denge ceza ve mükâfat açısından kaçınılmaz bir olgudur, vazgeçilmeyecek olandır. Bu adalet duygusunun zemin kazandığı alanı imler.

Adalet duygusu zedelenmiş bir toplumun veya insanlığın bir sözleşme etrafında bir araya gelmesi beklenemez ve çatışma kaçınılmaz olana tekabül eder. Bu yüzden cezalandırırken ve mükâfatlandırırken adalet duygusunu zedeleyecek bir tutuma yönelmemesi elzemdir. Adalet duygusu, anlam, sorumluluk ve karşılık kavramlarının kendi otantik yapısı içinde var olmalarının daimiliğini sağlama konusunda en önemli enstrüman olarak öne çıkar ve barışın ikamesindeki en yetkin iradeyi oluşturur. Adalet duygusunun kararlılıkla varlık kazanması ve sürekliliğini devam ettirebilmesi dengeyi muhafaza etmesiyle orantılıdır. Adaletteki denge, vicdanlardaki sükûnete tekabül eder. Vicdan yatışmışsa onun sağlayacağı atmosfer barışı açığa çıkartır. Bu atmosfer ise her olay ve olguyu kendi sahici zemininde varlık kazanmasına neden olur.

Barış, yeni bir sosyal sözleşmenin kalıcılığının kaçınılmaz şartıdır. Barışta denge olmazsa, çatışmayı zorunlu kılar. Çünkü barış adına her türlü zorbalığa veya hukuksuzluğa ses çıkarılmadığı zaman çatışma kendiliğinden kaçınılmaz hale gelir. Bu yüzden, denge barışın teminatı olur. Barışta, barışın şartlarının gereği olan anlamın ve sorumluluğun yerine getirilmesine ortam hazırlamak, karşılığın sahici ve sağlıklı bir zeminde oluşmasına imkân tanımak ve adaletin ikamesinde vicdanlarda yara bere oluşturmamaya gayret etmektir. 

Yeni bir sosyal sözleşmede öneride bulunduğumuz her kavramın belirli bir denge üzerine kurulu olması gerektiği açıktır. Bu denge sadece bu kavramlarda değil, hayatın her aşamasında bize elzem olan bir şeydir. Ama insan açısından çok önemli bir zemin olan özgürlük yeni bir sosyal sözleşmenin bel kemiğini oluşturduğunu bilerek bu özgürlüğün denge üzerinde durması gerektiği konusu da en azından sözleşmenin temeli kadar ehemmiyetli bir durumdur. Çünkü özgürlüğü elinden alınan her varlık ve dolayısıyla insan kendisine yabancılaşarak kendisinin düşmanı olur ve diğerlerinin de düşmanı haline gelerek önce barışı yok eder, sonra da adalet duygusunu zaafa uğratır, bu sürecin sonunda karşılığın olmadığı bir zeminde bir sorumluluk duygusuna yer kalmadığı sanısını açığa çıkartarak anlamın içeriğini boşaltır. İşte özgürlüğün bu zeminde çok önemli bir yer tuttuğunu göstermesi açısından bu cümle yeterlidir.

Özgürlüğü dengeden kopardığınız andan itibaren tam bir kaotik zemin kurulur ve bu kaotik zeminin dengesini de yerinden oynatmış olursunuz. Bu sefer ilahi müdahaleye açık bir durum meydana gelir. 

Denge insanın sürekli bir muhakeme ve muahede ile hayatını idame etmesi ve kendi dışındaki her varlık zerresi ile birlikte nefes alarak yaşamın tadına ermesidir. Bu muhteşem eşleme barışı, adaleti ve özgürlüğün özgül ağırlığını oluşturur. Bu özgürlük üzerine anlam ve sorumluluk yüklenir. Ve insan bu durum karşısında karşılık olarak sadece mükâfat alarak barışı ve adaleti ikame ederek özgürlüğünün tadına varır. Bu duygu hatasının bedelini bir ceza olarak ödeyerek barışın o huzur veren atmosferine adım atmayı bir huzur kaynağı kılar.

Denge, her şeyin yerli yerine oturması ve yerli yerinde kullanılmasını sağlayacak muhteşem bir yaşam pozisyonudur. Kaosta ve düzende huzuru sağlayarak hep bir fazlasına ulaşmaya zemin sağlayan denge istikameti sağlamlaştırarak yolculuğu konforlu hale getirir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş