metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Batılı Birey’den Müslüman Ferd’e Özne Olmak…

ABDULAZİZ TANTİK
23.07.2020

İnsan, özne olarak diğer varlık türlerinin hepsinden farklı bir yerde durmaktadır. Özne dendiğinde iki kavrama gönderme yapılır: Mutlak Ben/Özne olan Tanrı ve İnsan… Tanrı, varlığı ve failliği ile benzersiz ve biricikliği yanında eşi ve benzeri olmayan olarak tanımlanır. Dolayısıyla varlıktan fazla ve aşkınlığı tartılmaz olandır. İnsan, özne olarak Mutlak Özne’nin küçültülmüş ve sınırlandırılmış hali gibidir. O yüzden insan, mukayyet olarak Özne kabul edilmektedir. Bu insan ile Tanrı arasındaki farkı gösterir. Çünkü Mutlak Özne; her şeye gücü yeten ve dilediğini yerine getiren ve buna engel oluşturacak herhangi bir gücün varlığının olmadığı bir zemine işaret eder. Ama özne olarak insan; kendini aşan bir durum ve olgu ile sürekli karşılaşma ve kendi yapacağı şeyi her zaman gerçekleştirme imkânı bulamayan, bulduğu zamanda yaptığı şeyin hesabını verecek olan öznedir.

Bu temel gerçekliği vurguladıktan sonra insanın diğer yaratılmış varlıklarla ilişkisi ve tarihsel serüvenini tartışabiliriz. El Kitap, bize varlığın insana musahhar kılındığını haber verir. Yaşamın kendi seyrini izlediğimizde de bu hakikati gözlemle kanıtlayabiliriz. İnsanın hayatının kolaylaştırılmasında varlığın ‘boyun eğiciliği’ açıktır. Varlık ile insan arasındaki temel ayrım; varlık, bir ‘buradalığa’ aittir ve sonrası yoktur. Kendine ait bir gelecek ve şimdisi olmayan, kendisine yüklenen amacı gerçekleştirmeye matuf bir özelliğe sahiptir. İnsan, özne oluşu ile birlikte bir fazlalığa sahiptir. Yani varlığı ve ‘buradalığı’ aşan bir boyuta sahiptir.

İnsan, yeryüzüne indirildiği andan itibaren ise burada bir imtihan olgusu ile karşı karşıya kalmıştır. Hayatını bu imtihan olgusunun kendisi için hazırladığı bir yaşamın içselleştirilmesine göre düzenlemeye davet edilmiştir. Her gönderilen peygamber ve ilk insan, ilk peygamber olan Âdem (as)da dâhil insanlara şunu söylemiştir: burada siz bir imtihana tabi tutuluyorsunuz, bu imtihanda size gönderdiğim emir ve nehiylere uyduğunuzda ve şeytan ile nefsinizin ayartıcılığına kanmazsanız, size sonsuz bir yaşam vaat ediyorum. Hata yaptığınızda size tövbe/dönüş kapısı açıktır. Af dileyerek kendinizi bağışlatabilirsiniz. Son Peygamber Hazreti Muhammed ile gönderilen vahiy sona ermiştir. İnsanlık rüştüne ermiş, bugüne kadar yaşadığı serüven onu pişirmiştir. Artık gönderilen bilgi ile birlikte yaşamını sürdürecek ve yaşamı barış içinde yaşayacak bir dünyayı kurma sorumluluğu insan/özneye yüklenmiştir. Bir ayrıcalık olarak El Kitap/ Kuran korunmaya alınarak indirildikten kıyamet gününe kadar insanları aydınlatmaya devam edecektir.

Ama insan, nankör ve cahil oluşunu unutarak yaşamı bir savaş alanına dönüştürmesini hep bilmiştir. Bu kendisine verilmiş akli yetiyi doğru bir zeminde kullanamadığını gösterdiği halde her işini akli olarak yaptığı gibi bir kanıya duçar olmuştur. Kuran’ın sesini duymaz olduğu halde, ruhunu da arama gibi bir derdi kalmamıştır. Uzun bir aradan sonra Hıristiyanlığın yanlış yorumu yeryüzünün bir köşesinde insanları yormuş ve yorgunluğa duçar kıldığı için ‘ yeni arayışlar’ ortaya çıkmıştır. İşin garibi, Müslümanların kurduğu medeniyetin elde ettiği birikimi birikim üzerinden hareket ederek yeni bir düşünce biçimi yaşamı ‘fazla/aşkınlığından kopartarak buraya ait yeni bir dünya kurmanın arayışını ortaya koymuştur. Artık özne, burada ve buraya aittir. Eğer varsa bir sonsuzluğu da burada elde etmeye çalışacak bir duyguya sahiptir. İşte batılı öznenin başladığı zemin tam olarak buradan yola çıkar…

Dekart, özneyi düşünme ile özdeşleştirir ve öznenin varlığının kesinliğini onun düşünüşünün olgusuna dayandırır. ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ ilkesi bu temel gerçekliği işaret eder. Daha sonra öznenin dayandığı bu yapı; bütün varlığa yöneltilerek düşünce sonucu var olanlar yeni bir var olma biçimi ile varlık sahasına çıkarıldığı için öznenin varlık üzerinde tahakküm kuracak bir düzeyde işlevselleştirildiği gözlenmektedir. Önce doğa müdahale edilebilir olarak kabul edilerek ona müdahil olunacak bilgiler ortaya çıkartılır ve doğa yeniden öznenin istediği biçime kavuşturulmaya çalışılır. Sonra bu teknik ve mühendislik faaliyeti; toplumsal yapıya, öznenin kendisine ve özneyi aşabilecek yeni bir varlık türü olan yapay zeka’ya da uygulanmaya çalışılmıştır. Ama bütün bu olup biteni meşru bir zemine taşımak içinde insanlık tarihini yeniden yazmak ve onu öyle kabul etmeyi de zorunlu bir olgu olarak değerlendirip yeni bir tarih yazımı gerçekleştirilmiştir. Bütün bu olup bitenler, sadece son yüzyılın hızlı akışında gerçekleştirildiği halde arka planda bir beş yüz yıllık arayışın ve çabanın varlığı da unutulmamalıdır.

Özne, batılı arayışta sürekli yeni konumlar elde ettiği bilinmektedir. Batıdaki her filozofun öznesi farklı bir öznedir. Felsefi arayışlar hep özne üzerine kendilerini bina ettikleri için özneyi tanımlayarak başlamak durumundadırlar. Bu yüzden özne belirleyici olmaktadır. Yani Kant, Hegel, Heidegger, Husserl, Nietzsche ve benzeri özneyi hep farklı yorumlamaktadırlar. Hatta idealistler ile rasyonalistler veya pozitivistler ile var oluşçular, dini var oluşçular ile ateist var oluşçular da özneyi farklı anlamlandırmaktadırlar. Ancak neredeyse dini argümanlar dışarıda tutulursa, diğer bütün batılı filozofların üzerinde uzlaştığı bir tanım var:  insan/özne, buraya ait ve burada olması gereken, ötesi olmayan, yaşamın bir parçası ve yaşamı biçimlendirirken yaşam tarafından biçimlenendir.

Bugün yaşamın öznesi olan insan, yeni bir felsefi bakış ile yaşamın bir parçasına dönüştürülmek üzere ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Yapay zekâ ile elde edilecek yeni varlık türünün insanı aşan bir boyutu olacağı var sayımı da buradalığa dair bir bakışla ilişkilidir. Öznenin bu sınırlılığı içinde anlamlandırılması, yeni özne arayışlarını da beraberinde taşımıştır. Nietzsche gibi filozoflar, üst insan formülasyonuna yönelmiş ve ‘Tanrının ölümünü’ ilan etmiştir. Aslında bu batılı bakışın ürettiği yabancılaşmaya atfen anlamsızlığın ortaya çıkması üzerine dikkat çekilmiş ve batılı bakışın tabii uzamı olarak bu ‘tanrı öldü’ cümlesi kurulmuştur. Yani insanın varabileceği ‘sınır durum’ işaret edilmiştir.

Batı düşüncesi özne kavramını Hegel ile birlikte ‘ Mutlak Tin’  üzerinden devlet ile özdeşleştirerek aslında insanı özneliğinden indirmiş ve herhangi bir varlık haline dönüştürmüştür. Bu yüzden onun üzerine sosyal mühendislik uygulanmış ve sürekli yeni kalıplara doğru sürüklenmiştir. Acınası bir durum yaşadığı artık gözlemlere konu edinilmiş insan/özne tahtından indirilmiştir. Yeni özneye yer açmak için tabii…

Ama müslüman fert, sorumluluğunu üstlenen ve kendisine çizilmiş sınırlara riayet ettiğinde ‘öte/ahiret âleminde sonsuzluğu kazanacak bir imkâna sahip olacağı bilgisi, onu hep burada olmanın sınırlılığına işaret etmesini sağlamıştır. Müslüman fert, yeryüzü ile sınırlı olmayan bir varlıktır. Bu yüzden aşma potansiyeli hep var olacaktır. Bir fazlayı işaret eder ve bu yüzden kendisini bura ile sınırlı tutacak düşünce ve duygulardan arınmayı başaracak bir potansiyele de sahiptir.

Dünya ile sınırlı ve dünyayı aşan bir bakış arasında derin bir fark vardır. Bu fark, burada ne yapılması gerektiği konusunda bir bakış sunacaktır. İşte bu bakışın farklılığı batılı özne ile müslüman fert arasındaki derin fay hattını belirtir.

Müslüman fert, sorumlu olduğunu kabul ettiği için aynı zamanda duyarlı olmayı da içermektedir. Yani varlığa karşı tavır alışında bu duyarlılığın öne çıktığı dikkatten kaçmamaktadır. Bu yüzden varlıkla ilişki kurulurken kendi ihtiyaçları ile sınırlı bir yaklaşım ile varlığı dilediği şekilde kullanma arzusu arasındaki derin fark ortada…

Bu iki temel bakış, doğal olarak iki tutumu öne çıkarmaktadır: batılı özne; kendine dönük ve kendi isteğini gücü nispetinde yerine getirme arzusu belirleyici olurken, güç ile değiştirme ve arzuya ulaşmayı meşru ve makul görebilmektedir. Müslüman fert ise; dışa dönük, bencilliği aşan, başkası için var olarak kendini gerçekleştirecek olmasına olan derin inanç, onu hep başkasının mutluluğunu ve ona zarar vermeme prensibini temel ilke olarak görmesine yaramaktadır. Kendi meşruiyetini ise bu geçici dünya algısından hareketle kurmaktadır. İmtihan olgusu ve iradesinin sonuçlarının hesabını verebilirlilik ise onu sorumlu davranmaya yöneltmektedir. Bu temel gerçeği dikkate almayan her bakış batılı öznenin tuzağına düşmektedir. Öznenin belirleyici olduğu bir dünyada hep kendi isteğini gerçekleştirme arzusu yerine bu dünya yerine ahiret dünyasını isteyen müslüman fert, iyi, güzel ve doğru olana yönelerek bu dünyayı barış yurdu kılmaya matuf bir özneyi kurmaktadır.

Özgürlük özne için vazgeçilmez bir özelliktir. Yalnız batılı özne özerklik üzerinden özgürlüğü kurduğu için kendi dışından bir kopuşu içeren bir yaklaşıma sahip olarak kendi dışındaki her şeyi kendi için anlamlı olduğu kadar anlamlı kılıyor. Bu yüzden hiçliğe kapı aralayan bir seçeneği hep gizinde tutarak hiçliğin normalleşmiş bir kültürü inşa ettiğini gözlemleyebiliyoruz. Batılı öznenin yalnızlığı ve yabancılaşmasını bu çerçeve içinde düşünmek anlamlı olacaktır. Müslüman fert ise özerlik üzerinden değil bütünleşme üzerinden varlıkla bir bağ kurduğu için barışık olabilmeyi kolaylıkla başarabilmektedir. Bu yüzden çatışma yerine uyum öne çıkmaktadır. Batılı öznede ise çatışma eksendedir…

Hemen ‘iyi de bugün Müslümanlar böyle değiller’ diyenlere batılı kültür hegemonyasının sonuçlarına dayalı bir kültürel psikolojiye yaslandıklarını söylemekten başka seçenek kalmıyor. İslam, açık bir şekilde insanı yeryüzünün aşkın varlığı, fazla olanı ve öte/ahiret yurduna ait oluşunu apaçık bir gerçeklikle ifade eder. Buna uygun olacak bir müslüman ferdi ise Müslümanların tarihsel sürekliliği içinde her zaman ve zeminde bulabileceğimizi biliyoruz. Bugün de aynı duygu ve düşünceye sahip kişiler var aramızda…

Mesele, iki farklı özne arasındaki derin fay hattını doğru okumak ve müslüman fert/öznenin sahip olması gereken özelliklerine bir müslüman olarak sahip çıkmak ve ona uygun davranarak insanların umudu haline dönüşmeyi sağlayacak bir zeminin kurulmasına imkân tanımaktır.

Batılı özne ölmüştür. Tanrının ölümünü ilan ettikleri andan itibaren azar, azar ölüme yürümüştür. Bugün ise post hümanist çağ beklentisi ile ilanı yapılmaktadır. Ama anlama konusundaki isteksizlik yüzünden mesele anlaşılabilir olamamaktadır.

Bu ölüm çok önceleri gerçekleşmiştir. Özneyi sınırlı bir zemine mahkûm ettiğiniz andan itibaren onu insanlığından/ özneliğinden soyundurmuş ve ölüme terk etmişsiniz demektir. Ki bu kısa bir sürede açığa çıkmıştır.

Tanrının ölümünün ilanı insanın ölümünün ilanı anlamına geleceğini bakalım kim daha erken idrak edecektir… Batılı özne mi, müslüman fert mi?

İnsan, Allah’ın varlığa bir lütfü ve insan için varlık bir lütuftur. Bu temel gerçeklik insanın temel gerçekliğini işaret eder. Evet, insan ‘buradalık/ bağlamında bir fazlalığı/aşkınlığı ifade ediyor. Bu aynı zamanda batılı özne ile müslüman özne arasındaki derin farktır.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş