metrika yandex
  • $34.2
  • 38.03
  • GA20065

Haberler / Kültür - Sanat

Toplumsal Gelişme ve Dinamikleri-Prof. Dr. İbrahim Gezer

03.12.2023

Toplumsal Gelişme ve Dinamikleri

"Sefalet Kader Değil, Bir Tercihtir"

Prof. Dr. İbrahim Gezer

Bilsam Yayınları

Yayına Hazırlayan: Ali Dalaz / Hertaraf Haber - Kültür Sanat Servisi

Hertaraf Yazarı İbrahim Gezer'in Bilsam Yayınları tarafından yayımlanan "Toplumsal Gelişme ve Dinamikleri" isimli kitabı güncelliğini korumaya devam ediyor..

Yazarın titizlikle kaleme aldığı konular , her zaman hayatımızda karşımıza çıkacak sorunlara çözüm önerileri sunacak şekilde..

Kitabın girizgahında ilk karşımıza çıkan Muhammed İkbal ve Erdem Beyazıt'ın şu sözleri dikkatimizi çekiyor:

Hareketle varılır hayat cevherine,
Hayatın kanunudur yaratma şevki
Kalk ve yeni bir dünya yarat!
Ateşlere bürün İbrahim gibi.
Razı olmak bu bahtsız dünyaya
Kalkansız kalmaktır savaş meydanında.

(M. İkbal).

 

Dirilmek yeniden
Yerin uyanması gibi, kımıldaması gibi toprağın
Bulutları yarması gibi gün ışığının
Yağmurun ansızın boşanması
Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
Erimesi gibi karların ve buzulların
Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların.

(E. Beyazıt).

Kitabın Önsözü:

Dünyayı uzaydan ilk gören uzay adamı; "Buradan Dünya güzel, ışıklı, yekvücut ve sakin görünüyor" demişti. İşte! Bahse konu olan Dünya'mızın da içinde bulunduğu evrenimizin hikâyesi, bundan  milyar yıl kadar önce başlamıştı.
 
Sonsuz küçüklükte, sonsuz sıcaklıkta ve sonsuz yoğunlukta bir cisim, sonsuz bir hızla evrende ilerlerken, gelen bir emirle patlamıştı. Bu muazzam patlamanın etkisiyle ışık hızından çok daha büyük bir hızla başlayan genişleme evrenimizi meydana getirmişti. Dünyamız ise oluşum sürecine devam eden evrende (...ki hala devam ediyor) büyük patlamadan (big bang) yaklaşık 8 milyar yıl sonra, günümüzden ise 5 milyar yıl kadar önce oluştu. Dünyamız, her biri milyarlarca yıldızdan oluşan 200 milyarı aşkın galaksiden sadece biri olan Saman yolu Galaksisi'nin yine milyarlarca yıldızından biri olan Güneş'in 8 gezegeninden biridir.
 
Dünyadaki deniz ve kara canlıları insandan çok daha erken ortaya çıktı. Afrika'da son zamanlarda bulunan ve insan yapımı olduğu varsayılan heykellerden hareketle insanın da 2-3 milyon yıldır var olduğu tahmin edilmektedir. Yazılı tarih dediğimiz dönem ise sadece 6 bin yıldır, yani insanlı yaşamın neredeyse 1/500'ü kadar. R. Garaudy'nin ifadesiyle adeta bir yılın son 3 dakikası gibi...
 
Dünyanın ve insanlığın gelişiminde yazılı dönem çok önemlidir. Zira bilinen bütün dinler bu dönemde ortaya çıkmış, bütün peygamberler bu dönemde gelmiş, bütün kutsal kitaplar bu dönemde inmiş, bütün medeniyetler bu dönemde kurulmuştur. Habil ile Kabil; Hz. Ibrahim ile Nemrut; Hz. Musa ile Firavun; Hz. Hüseyin ile Yezid mücadeleleri hep bu dönemde yaşanmıştır. Hindistan'da Buda, Iran'da Zerdüşt, Çinde Konfüçyus, Eski Yunan'da Pisagor, Heraklit ve Sokrates mesajlarını bu dönemin son 2000 yılında insanlığa ulaştırmaya çalışmıştır.
 
Bu dönem, elinizdeki çalışmanın konusunu oluşturan toplumsal gelişme olgusu açısından da oldukça zengin veri barındıran bir dönem olmuştur. Bu dönemde ülkeler ve topluluklar birçok açıdan incelenmeyi hak eden çok farklı süreçler izlediler. Bu süreçlerden biri de toplumsal gelişme süreçleridir. Bu olgunun daha iyi anlaşılması için ilgili araştırmacılar tarafından birçok soru sorulmuş, birçok hipotez geliştirilmiştir.
 
Neden Dünyanın bazı bölgeleri, hatta bazı şehirleri diğerlerine nispetle daha hızlı gelişmekte; daha hızlı sanayileşmekte; eğitim düzeyleri daha hızlı yükselmekte ve daha eşitlikçi ve katılımcı bir toplum kurabilmektedirler?
 
Neden bazı toplumlar daha hızlı gelişirken, diğerleri yoksulluğa mahkûm olmaktadır? Ya da neden bazı toplumlar sürekli cehalet, şiddet, yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet vb. sorunlarla boğuşurken diğer bazıları müzakere yoluyla daha demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü siyasal sistemler kurabilmektedir? Bu ve benzeri sorular hep merak konusu olagelmiştir.
 
Açıktır ki, ne birey ve toplumlar için ne de şehir ve medeniyeter için kesinliği ispat edilmiş, dört başı mamur bir gelişme reçetesin en söz edilebilir. Zira bunların tamamının gelişim süreçleri birçok törün doğrudan ya da dolaylı etkisi altındadır. Bununla birlikte tün bu süreçlerin karmaşık olması, gelişim ve değişim süreçlerini etkileyen belli başlı dinamiklerin olmadığı anlamına da gelmez. Dahası dünyanın değişik coğrafyalarında birbirine benzer gelişmişliklerin ortaya çıktığına bakılırsa, bu sonuçlara yol açan bazı dinamiklerin olduğu açıktır.
 
Çalışma temelde iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm genel anlamda değişme ve gelişme olguları üzerine odaklanmakta, bunlarla ilgili hipotez ve yaklaşımlar incelemeye tabi tutulmakta ve bazı toplumlanın değişim/gelişim süreçleri konu edilmektedir. İkinci bölümde ise özellikle günümüzde toplumsal gelişme üzerine etkili olan bazı dinamikler ve bunların etki süreçleri açıklanmaya çalışılmaktadır.
 
Çalışmanın temel arayışı; eşitlikçi, özgürlükçü ve çoğulcu siyasal kurumların toplumsal gelişme üzerine etkilerini belirlemektir. Çalışma aynı zamanda, aşağıdaki sorulara bir cevap arama girişimidir.
 
● Yapılan araştırmalar (Ör. GENOM Projesi) insanların %99 ve daha üzeri oranda ortak bir biyolojik, psikolojik ve duygusal bir kimliğe sahip olduğu ve dünyanın her tarafında birbirine yakın oranlarda yetenekli insanların varlığını ortaya koymasına rağmen dünyadaki bu kadar gelişmişlik farkı nasıl ortaya çıkmaktadır?
 
● Farklı coğrafyalar bir yana, geçmişte Doğu Almanya ve Batı Almanya; şimdiler de ise Kuzey Kore ve Güney Kore ya da dünyanın birbirine komşu başka bazı ülkelerinde olduğu gibi aynı coğrafyada yaşayan, hatta çoğu zaman ortak tarih ve kültüre sahip toplumlar nasıl olup da bu kadar birbirinden farklı gelişmişlik düzeylerine sahip olabilmektedir?
 
● 1945 yılına kadar aynı toprak parçasının eşit seviyedeki mukimleri olan Güney ve Kuzey Kore arasındaki bugünkü devasa fark nasıl oluştu? Ortalama yaşam süresinden anne ve bebek ölüm oranlarına, ekonomik gelirden ulaşım ve altyapı hizmetlerine aradaki bu kadar fark son 50 yılda nasıl ortaya çıktı?
 
● Tarih boyunca dünyanın büyük bir bölümü neredeyse hiç değişmeden, yerinde sayarak yaşayıp ve ölürken; değişme, gelişme ve aydınlanma neden hep belli bölgelerde ortaya çıkmaktadır? Diğerleriyle benzer özelliklere sahip bazı toplumların bir anda kendini bulup bilim, kültür, sanat, teknoloji ve edebiyatın beşiği olmalarını sağlayan dinamikler nelerdir?
 
● Neden bazı ülkelerde onlarca marka çıkarken, binlerce patent alınırken ve bunların yüzlercesi ticarileştirilirken, diğer bazı ülkeler bu süreçlerin kıyısından dahi geçemezler?
 
● Neden dünyanın bazı toplumları düzenli işleyen bir siyasal yönetim sistemi kurabilmişken, diğer bazıları darbe ve krizlerle boğuşmaya devam eder?
 
● Yetenekli ve becerikli insanların dünya üzerinde normal dağılım gösterdiği kabul edildiğine göre, neredeyse bütün icat, keşif ve büyük girişimler neden dünyanın belli bölgelerindeki insanlar tarafindan gerçekleştirilir? Bir türlü kabuğunu kıramamış ülkelerin Tolstoy'ları, Balzac'ları, Edison'ları, Gutenberg'leri, Bill Gates'leri, Steve Jobs'ları, Larry Page'leri, Noam Chomski'leri neredeler ve neyle meşguller acaba?
 
● İslam Dünyası, bir zamanlar dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücü, en fazla bilim ve sanat üreten medeniyeti iken nasıl oldu da bugünkü duruma düştü? Kırılma ya da kopuş nerelerde yaşandı? 
 
● İslam dünyası olarak yakın sayılacak bir zamana kadar bilim, teknoloji ve zenginlikte iyi olamasak da "Onların bilim ve teknolojisi varsa bizim de değerlerimiz var." diyerek değerlerimizle övünürdük. Bugün değer üretimi ve değerlerimize uygun yaşama anlamında da dibe vurmuş görünüyoruz. Adalet, özgürlük, dürüstlük, ahlak, onur, şeffaflık, iyi yönetim, adil gelir dağılımı vb. değerlerimiz neden coğrafyamızda karşılık bulmuyor ya da çok az buluyor? Bu durum daha çok neyle ilgili olabilir? İnancımızla mı, yoksa uygulanan siyasal ve ekonomik sistemle mi? Daha açık sormak gerekirse, din ve inancımız bu sürecin sebebi mi yoksa kurbanı mı?
 

Arka Kapak Yazısında İbrahim Hoca şu ifadelere yer veriyor:

İktidar ve mülk ilişkilerinin yozlaştıran etkisinden bağımsız, salt bireysel ahlak arayışlarının yüzlerce yıldır yaşamakta olduğumuz krizi çözmeye yetmediği açıktır. Artık yapılması gereken, bataklığı kurutmaya yönelmek ve iyi insan arayışından çok iyi sistem arayışına odaklanmaktır.  

Toplumların huzur ve mutluluğu, iktidar ve mülk yani siyaset ve ekonomi alanında eşitlikçi, özgürlükçü ve çoğulcu yapılar oluşturma yeteneklerine bağlıdır. Bunu başaran toplumlar eğitimden sağlığa, ekonomiden çevreye, insan haklarından bireysel özgürlüklere hemen her alanda hızlı ve sürdürülebilir bir gelişme sürecine girerken, bunu başaramayanlar sefalete ve esarete sürüklenmekten kurtulamazlar.

Yukarıdaki tespit, bu çalışmanın temel tezini oluşturur. Bu tez, sivil toplumdan devlete, kamudan özel sektöre, şehirden medeniyete gelişip serpilmenin yolunun, başta siyaset alanı olmak üzere her alanda eşitlikçi, özgürlükçü ve çoğulcu yapılar inşa etmekten geçtiğini savunur.

İddiamız odur ki; bireysel ve toplumsal iradesine sahip çıkamayan kişi ve toplumlar, ne yaşadıkları coğrafyaya değer adına bir şey katabilir, ne de anlamlı bir gelecek inşa edebilirler. Bu yüzden coğrafya olarak bir yol ayrımındayız: Ya sonuçlardan çok sebeplere odaklanarak ve gelişmenin dinamiklerini keşfederek kendimize geleceğiz ya da coğrafya olarak sefalet, kriz, kaos ve darbelerle boğuşmaya, şahların ve sultanların elinde oyuncak olmaya ve kuralları belli olmayan savaş meydanlarında bozgun üstüne bozgun yaşamaya devam edeceğiz. Tercih bizim!

En kötüsü ise; bu gidişte ısrar etmemiz halinde, çok uzak olmayan bir gelecekte sömürge ve mankurtlaştırmanın evrim geçirmiş bir şekli olarak ortaya çıkacak olan biyokimyasal aplikasyonlarla kontrol altına alınarak alt bir türe dönüştürüleceğiz. …velev ki derelerimizden petrol aksın, dağlarımızdan altın fışkırsın! .

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş