metrika yandex
  • $38.48
  • 43.79
  • GA29200

Haberler / Yorum - Analiz

Şam’da “Kürt Baharı” mı? | Mehmet Akif Koç

18.03.2025

“PYD/YPG’nin on yıldan fazla bir süredir Kuzeydoğu Suriye’de kurduğu yapının yeni devlete ne şekilde “entegre” edileceği konusu mayınlı bir araziye benziyor. Zira YPG/SDG’nin orduya entegrasyonu, tamamen farklı arka planlardan gelen ve iç savaş sırasında birbirini hasım belleyen bu güçler için “suyun suya karışması” kadar kolay ve zahmetsiz olmayacaktır.”

8 Aralık 2024’te 61 yıllık Baas yönetiminin son bulması ve Beşşar Esed’in Moskova’ya kaçması sonrasında sahada yeni dengeler oluşmuş, farklı çatışma dinamikleri ortaya çıkmıştı. Bu çatışma dinamiklerini beş başlıkta toplayarak, 15 Aralık 2024 tarihli bir yazımda işlemiştim (https://www.perspektif.online/suriyenin-yeni-donemindeki-catisma-dinamikleri-ve-bazi-ongoruler/ ). 

YENİ SURİYE’DE BEŞ ÇATIŞMA DİNAMİĞİ

Baas’ın çöküşü sonrası, önce Dürzîlerin HTŞ yönetimine çekinceli yaklaşımı ve bir kısım Dürzî liderlerin İsrail himayesinde bir otonomi talep ettiği ayrılıkçı bir zemin ortaya çıktı. Şam’ın Ceramana semtindeki çatışmaların dinmesi sonrasında bu gerilim biraz durulsa da önümüzdeki dönemde Süveyde merkezli olarak yeniden hareketlenme potansiyeli taşıyor.

İkinci çatışma dinamiği Lübnan sınırında Hizbullah ve Şii savaşçılarla HTŞ güçleri arasında yaşanan çatışmalar. Suriye İç Savaşı’nda, bilhassa Şam ve Halep’teki kanlı çatışmalarda Hizbullah’ın oynadığı rolün Sünni Araplar nezdinde hala nefretle hatırlanıyor olması, bu dinamiğin önümüzdeki dönemde de aktif çatışmalar üretebileceğini düşündürüyor.

Üçüncü bir çatışma dinamiği, Suriye’nin yaklaşık %10-12’lik bir kesimini oluşturmasına rağmen, 1960’lardan beri ülkeyi yöneten Alevi/Nusayri azınlık içindeki eski Baas ordusu unsurlarının Lazkiye ve Tartus’ta HTŞ güçlerine saldırmalarıyla tetiklenen eski düşmanlıklar. HTŞ müttefiki bazı silahlı grupların giriştiği katliamlarla hızla uluslararası toplumun gündemine giren bu çatışmalar, şimdilik durulsa ve Ahmed el-Şara katliamın sorumlularının sertçe cezalandırılacağını açıklasa da eski husumetlerin her an yeniden çatışma üretmesi olası.

Dördüncü bir çatışma dinamiği olan HTŞ’nin kendi içindeki ve müttefiki oluşumlardaki radikal unsurların tasfiyesi ve HTŞ’nin geleceği ve dönüşümü; ancak El-Şara bu süreci şimdilik büyük bir sorun olmadan yönetebilmiş görünüyor. Beşinci ve belki de en önemli çatışma dinamiği ise HTŞ ile YPG arasındaki ilişkilerin geleceği; Türkiye ve uluslararası çevrelerde de oldukça yakından takip edilen bu düzlemde, 10 Mart tarihinde çoğu çevreler açısından sürpriz olarak nitelendirilebilecek bir gelişme yaşandı. 

YPG Komutanı Mazlum Abdi ile geçici Cumhurbaşkanı Ahmed El-Şara Şam’da bir araya gelerek bir mutabakat muhtırası imzaladı. Bu yazıda, söz konusu metnin anlaşmanın tarafları açısından farklı boyutlarına odaklanarak, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekillenebileceğine dair görüşlerimi kaleme alacağım.

ŞAM YÖNETİMİ VE HTŞ AÇISINDAN

HTŞ ve Ahmed el-Şara (başlarda Ebu Muhammed el-Cevlânî olarak daha maruftu) 8 Aralık’ta Şam’ı ele geçirdiğinde, ülkeyi bir arada tutarak uzun müddet yönetebileceklerine inananlar çoğunluk değildi. Bilhassa Alevi/Nusayriler, Dürzîler, Kürtler ve seküler Sünni Arapları bir çatı altında tutmanın zor olduğu, el-Kaide türevi bir yapı olan HTŞ içindeki radikal unsurların ağırlığı nedeniyle yeni yönetimin bir süre sonra devrileceği, ekonomik zorlukların da bu süreci hızlandırabileceği yorumları ağırlıktaydı Aralık ve Ocak aylarında. Ancak aradan geçen zaman içinde Türkiye ve Arap ülkelerinin büyük desteğiyle siyasi meşruiyet sorunu büyük ölçüde geride bırakılmış görünüyor. Petrol kaynaklarının sınırlı olması ve sanayiyle tarımın ayağa kalkması için uzun zamana ihtiyaç olması ekonomik tabloyu iç açısı olmaktan çıkarsa da, ülkenin geçiş sürecinin dış destekle atlatılabileceğine olan inanç arttı.

Alevi/Nusayriler ve Dürzîlerle ilişkilerin çatışmacı doğası Şara’yı zayıf gösterse de Kürtlerle ilişkilerde, ABD’nin baskısı ve desteğiyle anlaşma zemini bulunması bu açıdan stratejik bir kazanım. Fırat’ın doğusunda, Arap aşiretlerinin de içinde bulunduğu SDG yapısı üzerinden geniş toprakları, ülkenin hemen tüm petrol kuyularıyla verimli ovaları ve su kaynaklarını kontrol eden YPG ile anlaşmak, Şam’ın merkezi otoritesinin taşradaki bu geniş alanlarda tanınması açısından önemli. Keza HTŞ içindeki radikal kanada mensup çoğunluğu dengelemek ve kendi toplumsal liderlik tabanını genişletmek için de Şara’nın elini güçlendirecek bu mutabakat. 

İç Savaş’ın başladığı 2011 sonrasında askeri güçlerini hızla organize ederek ABD himayesinde güçlü bir siyasi ve askeri yapı kuran Kürtlerle anlaşmak, el-Şara açısından ülkedeki diğer toplumsal kesimlerle ve azınlıklarla ilişkilerde de elini daha da güçlendirecek. Suriye’nin Şam merkezli siyasal bütünlüğünün devamı ve bölgedeki hasım güçlere karşı ülke birlikteliğini sağlayabilmek açısından da bu mutabakat ayrıca önemli.

KÜRTLER VE YPG AÇISINDAN

Kürtler, dışarıdan gelen tüm kışkırtmalara ve ayrılıkçı eğilimlere rağmen, “Birlikte Yaşayacağız” diyerek ülke bütünlüğüne katkı vereceklerini açıkladı ve kendi üzerlerinden yapılan planları boşa çıkarmış oldu. Kürt varlığının bu şekilde resmen tanınmasıyla, yakın zamanda hukuki statü içinde ve kendi kurumlarını/varlıklarını koruyarak sisteme entegre olacaklarının sinyallerini vermiş oldular. 

Irak ve Türkiye’deki Kürtlerin de destek verdiği Suriye Kürtlerinin, yeni anayasada resmi bir kimlik kazanmalarının da önü açıldı ki Baas Suriye’sindeki kimliksiz ve ikinci sınıf konumlarını göz önünde bulundurunca, bunun –gerçekleşmesi halinde- oldukça ileri bir adım olacağı aşikâr. Afrin gibi yerlerden göç etmek durumunda kalan Kürtler ve diğer göç eden topluluklar bu anlaşma sayesinde eski yurtlarına dönebilecek, Suriye’nin tüm topraklarında tam bir ateşkes ve bilahare barış sağlanmış olacak.

SÜRECİN RİSKLERİ VE YENİ SURİYE’Yİ BEKLEYEN OLASI İÇ SORUNLAR

Abdi-Şara uzlaşısı her iki taraf açısından da bir kazan-kazan anlaşmasına benziyor ve Türkiye dâhil uluslararası toplum tarafından –bazı istisnalar haricinde- böyle algılanıyor. Ancak PYD/YPG’nin on yıldan fazla bir süredir Kuzeydoğu Suriye’de kurduğu yapının yeni devlete ne şekilde “entegre” edileceği konusu mayınlı bir araziye benziyor. Zira YPG/SDG’nin orduya entegrasyonu, tamamen farklı arka planlardan gelen ve iç savaş sırasında birbirini hasım belleyen bu güçler için “suyun suya karışması” kadar kolay ve zahmetsiz olmayacaktır. 

Yeni anayasa yapımı sürecine Kürtlerin aktif şekilde katılımı şüphesiz önemli, ancak Kürtlere sağlanacak ayrıcalıkların diğer azınlıklarda da otonomi taleplerini yükseltmesi beklenebilir ki, merkeziyetçi bir yapı kurmak isteyen Şara ve yönetimi açısından bunu yönetebilmek ayrı bir güçlük oluşturacak. Sınır kapılarının, IŞİD’lilerin tutulduğu hapishanelerin kontrolü Şam’daki merkezi yönetime geçecek, ancak bölgede kurulan yerel yönetimin kurumlarının geleceği ve ortak hukuk gibi konular taraflar arasındaki ortak komitelerin toplantılarında belirlenecek. 

Ancak kuşkusuz yeni bir anayasada bu uzlaşı zemini korunup güçlendirilebilirse Abdi-Şara mutabakatının bir manası olabilecek, aksi takdirde bir iyi niyet beyanı olarak tarihin tozlu raflarında yerini alacak bu metin de. Hem ortak komite toplantıları hem de yeni anayasa süreci mayınlı bir arazi ve çok sayıda çatışmalı konuyu içinde barındırıyor. Bu noktada tarafların demokratik ve çoğulcu uzlaşı kültürüne ne kadar sahip oldukları ve sorunları aşmada bunun ne kadar katkısı olacağı da ayrı bir soru işareti doğuruyor.

Türkiye’nin bu uzlaşıya ABD ile birlikte rıza gösterdiği açık ve ilk tepkiler de bunu gösteriyor. Ancak sürecin ilerleyen safhalarında adem-i merkeziyetçi eğilimlerin güçlenmesi, YPG/SDG’nin kendi bölgelerinde güvenlik gücü olarak kalmayı sürdürmeleri, Türkiye’de bazı korumacı ve hasmane dinamikleri harekete geçirebilir ki bunun hem Şam yönetimine hem de Kuzeydoğu Suriye’de sahaya yansımaları olumsuz olabilecektir. Keza ABD’nin çelişkili politikaları ve (her ne kadar Kürtler üzerindeki yaptırım ve desteğine dair tereddütler çok olsa da) İsrail’in bölgedeki istikrarsızlaştırıcı rolü de sürecin akamete uğramasına sebep olabilecek faktörler arasında yer alıyor.

***

Netice itibariyle, hem Şam’ın yetki ve otoritesinin ülkenin her tarafında temsili hem de Kürtlerin yeni Suriye’ye tam entegrasyonu ve ülkenin barışçıl bir zeminde bir arada tutulabilmesi açısından Abdi-Şara mutabakatı her iki taraf açısından da büyük bir kazanım. Kürtlerin içinde bağımsızlık mücadelesi verme taraftarı ayrılıkçılığın, HTŞ ve Sünni Araplar içinde de katı merkeziyetçi yönetimin devamı yönünde maksimalist talepler olduğu açık, ancak böylesi bir orta yol her iki tarafın da maksimalist taleplerden geri adım atmasıyla mümkün. 

Lakin zor, zahmetli ve risklerle dolu bir yol var hem Şam’ın Kürtlerle mutabakatının hem de Suriye’nin geleceğinin önünde.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş