Sene 1993. Bosna ağır bombardıman altında inliyor, Müslümanların yürekleri adeta yangın yeri...
Bosna Hersek'te yaşanan savaşın acılarıyla yüreklerimizin kavrulduğu o dönemde; yoğun Kur'an dersleri yapan, biraz selefi, biraz radikal fikirlere sahip İslamcı bir muhitte büyümüş, henüz 21 yaşlarında kanı kaynayan bir delikanlıydım. Kudret nasip etmiş Hac için bulunduğum Mekke’de iken, Cuma namazı için Kâbe’ye gitmiştim. İmamının hutbesi Bosna'mızda yaşanan dram üzerineydi. İmam, bir taraftan Mostar Köprüsünü anlatıyor bir taraftan da ağlamasına engel olmaya, hıçkırıklarının hutbesini kesmesine müsaade etmemeye çalışıyordu.
O günlerde; Bosna’nın “Medeniyetleri Birleştiren Köprü" diye simge haline getirilen tarihi Mostar Köprüsü Hırvat ordusu tarafından bombalanıp suya gömülmüştü. İmam (Sudeysi) tek başına ağlamıyor, saf tutan tüm cemaatini -kimisini açıktan hüngür hüngür, kimisini içten içe sessizce- ağlatıyordu.
Hırvatlar, Bosna’da “köprüyü değil, İslam’ı vurdular, Müslümanları vurdular! Bizi kalplerimizden vurdular” diyordu, içimizi yakarak... Hayatım boyunca böylesine ağladığımı hatırlamıyorum.
O gün, o güne kadar edindiğim ve mutlak doğru sandığım düşüncelerimde, sonuçları yıllarca sonra alınacak bir kırılma oldu. Bu, belki de bazı şeyleri, hem de çok mühim şeyleri anlamam için kapı aralayan ilahi bir lütuftu...
Kâbe’de saf tutmuş olan; her ırktan, milletten, mezhepten, meşrep ve cemaatten Müslümanı aynı duaya “amin” dedirten aynı acıyla yakıp kavuran Mostar köprüsü bizim neyimiz oluyordu?
Köprünün ismi ya da yaptıranı, Kur'an'da mı geçiyordu, yoksa sünnette mi? Yok hayır! Taşında toprağında bir kutsiyet mi vardı? O da Yok! Hakkında herhangi bir hadis de bilmiyorduk. Onun yıkılmasıyla ne İslam yıkılacaktı ne de Müslümanlar yok olacaktı!
O halde Mostar köprüsü vurulunca, neden İslam ve Müslümanlar vurulmuş oluyordu?
Şu anda karşımda ağlayan İmam ve çevremi saran binlerce kendini “selef”e izafe eden Müslüman, sonradan ortaya çıkmış her şeyi bidat ve hurafe sayarak yüzlerce yıllık tarihi anıtları, türbeleri, mezarları yıkan katı bir geleneğe yaslanmıyorlar mıydı? Vehhabi bir imam olan Abdurrahman El-Sudeysi ve onu dinleyen -türlü ihtilâflarla birbirini düşman edinmiş- bizler yani Müslümanlar, Peygamber (as)’den neredeyse bin yıl sonra yapılmış bir köprünün bombalanıp yıkılmasına nasıl oluyordu da topluca feryad-u figan ediyorduk.
Hâlbuki bizim ekol, Kur'an'da ve Sünnet’te olmayan hiçbir şeye itibar etmezdi. Hatta bazılarımız Kur'an'da bulamadığı ya da akıllarına yatmadığı için kandil geceleri, zikir çekmek, bayram kutlamaları, mevlit, büyük eli öpmek gibi birçok şeyi sadece inkâr etmekle kalmaz onları şirkin belirtisi olarak görürlerdi. “Kur'an'da şu yok, Kur'an'da bu yok, yok, yok!..” diye diye neredeyse inkâr edilmedik, içi boşaltılmadık hiçbir şey bırakmamıştık. Ama şimdi hep beraber Bosna'ya, Mostar köprüsünün yıkılışına ağlıyorduk...
Hiçbirimiz “bu köprüye sonradan değer verdik, bu iş bidattir”, demiyor, aksine hepimiz “Mostar köprüsü Müslümanların köprüsüdür, Müslümanların değeridir” diyor ve onu bombalayanların maksadının Müslümanları “incitmek ve yaralamak olduğunu” gayet iyi, biliyorduk. Üstelik haklıydılar; köprünün vurulması ile gerçekten incinmiş, gerçekten kalbimizden vurulmuştuk.
Mekke gibi, Medine gibi. İstanbul, Bağdat, Şam, Buhara, Tebriz ve Kudüs gibi Bosna ve bombalanan Mostar da bizimdi. Bizdik.
Köprü bizimdi ama biz bizim değildik. Bir türlü cem olamamış, darmadağın ümmetin Müslümanları olarak ne çok ihtilâf ile birbirimizi düşmanlaştırıyor, öteliyorduk.
Sırplara ya da Hırvatlara gerek kalmadan binlerce yıllık, bizi BİZ yapan, bizi bir araya getiren, bir hedefe yönelten değerlerimizi kendi ellerimizle yıkıp yok ediyorduk. (Bunların kıymetini gerçek anlamda daha sonra yıllarca kaldığım Rusya, Kazakistan ve Kazan’da hissetmiştim. Sovyetler, İslam’a dair hemen her şeyi yok etmişken, hurafeler, Müslümanların tutundukları dal olmuş, onları bir arada tutabilen manaları korumuş, onları gelecek yüzyıla Müslümanlar olarak taşımıştı.) Kadim geleneğimizden âdeta imbikten süzülürcesine gelen Dini ve örfi değerlerimize laf saydırmayı marifet biliyor, elimizde avucumuzda kalanları da yok ederek, adeta, kendi ellerimizle onları tarumar etmenin yollarını arıyorduk. Bu aynı zamanda, “Batıl, tüm gücüyle üstümüzde debelenirken biz nerede hata yaptık, neden bu kadar güçsüzüz, neden eziliyoruz demeden” birbirimizi yemenin yollarını da aramaktı sanırım.
Köklerinden koparılmış ağaçların çürüyüp ölmesi gibi; kadim geleneğinden, dininden örfünden uzaklaşmış koparılmış diğer topluluklar gibi: biz de yani Müslümanlar da bir çürüme ve mevt halindeyiz. Kendi ellerimizle kendi değerlerimizi, kendi köklerimizi budayıp yok ettik ve artık yeni nesilleri besleyebilecek öz suyuna sahip değiliz. Lanetlendik ve çocuklarımızın birer birer daldan düşerek çürümelerini seyretmeye mahkûm edildik.
En başa dönersek yani Bosna’ya, Bosna'mıza, Mostar Köprümüze ve o acı günden öğrendiklerime...
Müslümanların eli ile inşa edilmiş değerler -velev ki sonradan insan eliyle yapılmış dahi olsa- İslam’a ve Müslümanlara aittir. Müslümanların inşa ettikleri gelenek ve medeniyet İslam'ındır. İslam ile bu medeniyet oluşmuştur. 100 senedir seküler, materyalist ve pozitivist fikirlerle yoğrulmuş akıllarımız bunu anlamasa da bu böyledir. Biz anlamasak da elin gâvuru çok iyi anladığı için ayırt etmeksizin aynen Mostar Köprüsüne yaptığı gibi, bizim her değerimize saldırıyor.
“Yok! Olamaz! Bunlar bidat, bunlar hurafe aklımız almıyor!” derseniz, Biz de deriz ki, bunlar hurafe ve bida’at iseler de Müslüman'ların bid’atleri, Müslümanların Hurafeleridir. Yani bu bid’atler ve hurafeler, ancak Müslüman aklının var edebileceği hurafeler ve bid’atlerdir. Bunlar sorun iseler bile ancak Müslüman Aklının olduğu yerde sorun olabilirler. Zira dikkat edin Modern Hurafeler, Modern Bid’atler hiç kimsenin dikkatini çekmiyor. Farkında değil misiniz?
Sahip olduğumuz ilmi dar, hikmeti, basireti, gücü ve sınırları dar akıllarımızın anlamadığı her şeye düşman olma hastalığının şifasını bulmamız lazım. Keyfimize uymayan her ayeti, her hadisi keyfe göre red ya da tev’il etmek için “İslam'da var mı, yok mu?" diye tartışarak boğmak yerine, “semiğna ve eteğna“ demeye başlamanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Eğer bunu beceremezsek kıymetini bilemediğimiz, sahiplenemediğimiz değerlerin elimizden kayıp gidişini -sebebine bir türlü mana veremeden- boynu bükük ve korku içinde seyretmeye devam edeceğiz.
Bugün “İslam'da yok” denilen birçok şey Müslümanlarda var. Nasıl olur da İslam’da olmayan bir şey Müslümanlarda olur derseniz, Mostar'a bakın derim.
Bosna Savaşı'nda Mostar’ı vuran, İslam’ı vurmak maksadıyla vurmuştu, biz Müslümanlarda, İslam vuruldu diye ağlamıştık. Kimse unutmasın diye...
Mostar bizdik, Mostar bizim canımızdı!
Yazan:Hacı Abi, BURSA
1443 / Cemaziyelahir
Derleyen: A. Hakan ÇAKICI
Abdulaziz Tantik ile Derkenar…
15.04.2024
Norveç:Filistin'i Tanımaya Hazırız
13.04.2024
Derviş Argun ile Derkenar..
20.03.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
Bir Şehide Şahitliğim MUSAB AYDIN 15.04.2024
Biz Şeriatçilar CAVİT OKUR 15.04.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
EBU HAMİD EL- GAZALİ- 2 HASAN KANAT 19.03.2024