metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Haberler / Söyleşi

Bitmeyen Darbe 28 Şubat... Karar duruşması değerlendirmesi 1

21.04.2018

28 Şubat postmodern darbenin askeri kanadının karar duruşması yapıldı ve 21 sanığa müebbet hapis cezası verildi.

 

Ceza verildi ama sanıklar yaş durumları göz önüne alınarak tutuksuz yargılanmaları istenildi.

 

Ufak bir mahkumiyet kararından sonra bile sanıklar mahkeme salonlarından elleri kelepçeli olarak çıkarılırken, 28 Şubat gibi darbe olduğu mahkeme kararıyla kesinleşmiş bir davanın sanıklarının elini kolunu sallaya sallaya çıkması vicdanları sızlattı.

 

Bir yanda 18 ila 25 yıl arasında cezaevlerinde tutulan Sivas, İslami Hareket, Selam – Tevhid, Umut, Hizbut-Tahrir, Hizbullah , İBDA-C ve Vasat Davası gibi siyasi mahkumlarının feryadları, yeniden adil bir şekilde yargılanma talepleri (bizleri salıverin demiyorlar, yeniden yargılanma istiyorlar) ve kamuoyunun bu yönde beklentisi yargı ve siyasi otoriteden bir karşılık bulamadı.

 

Halkın oyları ile işbaşına gelmiş bir hükümeti devirmek, toplumsal kaos oluşturmak yüzünden “darbeci olduğu mahkeme kararıyla kesinleşen” BÇG mensuplarının elini kolunu sallayarak dışarıda gezmesini yazarlar, STK temsilcileri ve sürecin mağdurlarına sorduk.

 

Yazarlar, STK’lar, Hukukcular ve mağdurlar 28 Şubat BÇG davasının kararını Hertaraf Haber'e  değerlendirdi.

 

Hertaraf olarak amacımız “Adalet” ilkesini hatırlatmak ve ayakta tutmaktır.

 

Değerli Katılımcılara aşağıdaki soruları sorduk;

 

1-) 28 Şubat Post-modern darbesi için neler söylersiniz?

 

2-) 28 Şubat 1997 darbesinin çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?

 

3-) Nasıl bir hukuk sistemidir ki darbecilere ‘iyi hal indirimi’ uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adalet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile ne mesaj verilmektedir? Kamu vicdanını tatmin etmeyen ve darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?

 

4-) 28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?

 

5-) 16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?

 

Gayret Bizdet Takdir Allah'tan..... Hertaraf.com

 

Vahdet Vakfı Başkanı Hüsnü Aktaş: "Muktedir Olamayan İktidar Profili ile Karşı Karşıyayız"

 

Hüsnü Aktaş / Vahdet Vakfı Başkanı

 

28 Şubat Post-modern darbesi için neler söylersiniz?

 

Türkiye’nin siyasi tarihinde “post-modern darbe” olarak nitelendirilen ve dönemin generalleri tarafından “bin yıl süreceği” iddia edilen 28 Şubat Süreci, bin yıl sürmedi. Ancak o dönemde yaşanan mağduriyetler; üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen, yaşanmaya devam ediyor. Gözaltı sürelerinin on beş gün gibi uzun olduğu o dönemde; tutuklanan sanıklar ne akrabaları ile ne de avukatları ile görüştürülmeksizin sorguya alınıyor, akla hayale gelmeyecek muamelelere tâbî tutuluyorlardı. Gözaltı süresi yine ek sürelerle otuz güne kadar da çıkabiliyordu. Bu sürede, maddi ve manevi işkencelere tabi tutulan insanlar, çoğu zaman kendilerine isnat edilen suçu kabul etmek zorunda kalıyorlardı. Tutuklanan kişilerin ağır cezalar almalarını mümkün kılmanın yolu; onları örgüt kurmakla veya gizli örgüte üye olmakla itham etmekten geçiyordu. Herhangi bir kişinin suç olarak addedilen bir fiili, ancak örgüt kapsamına sokulduğu zaman işe yarıyordu. Özellikle Müslüman kişiliği ve kimliği ile tebârüz eden kişilere bu yöntemle ağırlaştırılmış cezalar verilebiliyordu.

 

28 Şubat 1997 darbesinin çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?

 

28 Şubat Süreci’nde yapılanlar ve yaşanılanlar hâlihazırda hafızamızda yerini korumaktadır. Kendilerini ‘beşli çete’ olarak nitelendiren sendika başkanları, İstanbul’da çöreklenen sermaye sahipleri, laikperest basın-yayın organlarının yöneticileri ve sivil toplum örgütlerinin liderleri; mezkûr suçun işlenmesine en az askerler kadar katkıda bulunmuşlardır. Askerî yargıçların, brifinglendirilmiş savcıların ve hâkimlerin kararları binlerce insanın hayatını karartmıştır. Meselâ: Müslümanların topyekûn düşman ilân edilerek lince uğratıldığı Sivas Dâvâsı’nı ele alalım. Sadece ve sadece ‘izinsiz toplantı ve gösteri yasağına’ muhalefet suçundan yargılanabilecek olan kimseler, dönemin siyasal aktörlerinin yönlendirmesiyle idam cezasına çarptırılmışlardır. Olayların ardından günler sonra toplanan kişilerin sadece dindar kimlikli olmalarının aleyhlerine ‘en kuvvetli delil’ sayıldığı bu dava, tarihe geçecek nitelikte yanlışlıkları bünyesinde barındırmaktadır. Aydınlık ve Cumhuriyet gazetelerinin işaret ettiği kişiler ile Alevi mahallelerinde kurulan ‘ihbar tahtalarına’ ismi yazılan kimselerin suçlu ilân edildiği Sivas Dâvâsı, kelimenin tam anlamıyla bir hukuk faciasıdır. Sanık ilân edilenlerden bazıları, mâlûm olay günü ve saati başka şehirlerde olduklarını ispat edecek resmi delil sunmalarına ve şahit göstermelerine rağmen, bunlara itibar edilmemiştir. Dâvâ ile ilgili oluşturulan TBMM Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı rapor dahi, DGM hâkimleri tarafından dikkate alınmamıştır.

 

Nasıl bir hukuk sistemidir ki darbecilere ‘iyi hal indirimi’ uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adalet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile ne mesaj verilmektedir? Kamu vicdanını tatmin etmeyen ve darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?

 

Bugünlerde ismini sıkça duyduğumuz ve “Paralel Yapı” marifetlerinden olarak anılan; “Selam-Tevhid Örgütü” ve “Kudüs Kurtuluş Ordusu” gibi uydurmalar ile ‘Sivas Davası’ “İslâmi Hareket, ” “Hizbullah, ” “Tahşiye, “Vasat” ve benzeri örgüt yakıştırmaları insanların hafızalarına kazınmıştır. Söz konusu Müslümanlar olunca, onlara sadece ‘gizli örgüt üyeliği’(!) suçlaması yapılmaz, aynı zamanda “faili bulunamayan/ortada kalan” suçları yüklenmeleri için akla-hayale gelmeyecek baskılar yapılırdı. Mesela: Uğur Mumcu suikastının sanığı (!) olarak binlerce kişinin ifadesi alınmış, bazılarına ağırlaştırılmış hapis cezaları verilmiştir. 28 Şubat Süreci’nde; yaşlı bir hastanın, tesettürlü diye tedavi edilmediğini, taammüden ölüme terk edildiğini unutmamak gerekir. Laiklik adına işlenen cürümlerin her yerde yaşandığı, adaletin, hukukun rafa kaldırıldığı ve Müslümanlara karşı kelimenin tam anlamıyla cadı avının başlatıldığı zaman dilimi söz konusuydu. O zaman diliminde, bugün ülkenin Cumhurbaşkanlığı makamında bulunun R.Tayyip Erdoğan’ın eşi bile, başörtüsü sebebiyle GATA’ya sokulmuyordu. Daha başka söze gerek var mıdır? Yapılanların tamamı, tek kelime ile ağır bir insanlık suçudur ve zulümdür. Bu noktada bir inceliğe daha işaret etmekte fayda vardır. DGM’lerin kaldırıldığı, işkencenin neredeyse yok denecek kadar azaldığı ve gözaltı sürelerinin kısaltıldığı Ak Parti iktidarında, yirmi bir yıldır zindanda bulunan mazlumların yeniden yargılanmaları gerekir. Ergenekon Terör Örgütü veya Balyoz dâvâlarının sanıklarına tanınan ‘yeniden yargılanma hakkının’ onlara tanınmamasının makûl ve meşru hiçbir sebebi yoktur. Hele de hukuk dışı uygulamaları âyân-beyân ortaya çıkan darbecilerin ve 28 Şubat Darbesi’nin faillerinin yargılandığı ve cezalandırıldığı bir dönemde, mazlumların dosyalarının raflardan indirilmesi elzemdir.

 

 

16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?

 

Hükümet sistemlerini tahlil ederken, modern teslis hükmünde olan yasama, yürütme ve yargı erklerinin sistemi felç edebileceğini unutmamak gerekir. Anayasa Mahkemesi’nde 2008 yılında açılan ‘Ak Parti’yi kapatma davası’, o dönemde iktidarın pamuk ipliğine bağlı olduğunun en güzel delilidir. O dava sonucunda Ak Parti kapatılmamış, fakat para cezasına çarptırılmıştır. Anayasa değişikliğinden sonra HSYK, FETÖ Terör Örgütü’nün elamanları tarafından adetâ işgal edilmiştir. Dolayısıyla 16 yıllık Ak Parti iktidarının 13 yılı, ‘muktedir olamayan iktidar profilinin’ gölgesinde geçmiştir. Halen yasama ve yürütme ile yargı erki anasında ahengin kurulamadığını söylemek mümkündür.

 

Feyzullah Soykök: “Yalnız Allah’a kulluk eden insan Zindanda olsa dahi özgürdür.”

 

Sivas davası mahkumu Cafer Tayyar Soykök'ün oğlu Feyzullah Soykök

 

28 Şubat Darbesi Müslümanların iktidara gelmesinin önlenmesi için yapılan bir darbedir. Öncesinde ve sonrasında Türkiye’nin değişik illerinde Müslümanlara hayatın her alanında değişik tezgahlar kurulmuş ve on binlerce insan mağdur edilmiştir. Bu darbe sebebi ile eğitim hayatından, iş hayatına ve kamusal alana insanlar tasviye edilmiş uzaklaştırılmıştır. Akabinde gelişen durumlarla yalan ve iftiralarla insanlar tutuklanmış ve binlerce insan da ülkeyi terk etmek durumunda kalmıştır. Günümüzde mağduriyetlerin büyük bir kısmı çözülmüş olsa da en önemlisi olan mahkumiyetler giderilememiştir. 

 

28 Şubat darbesi ile alakalı yapılan yargılamada Asker ayağının ötesine geçilmemiş ve yüzeysel bir yargılama yapılmıştır. Halbuki darbeyi yapanlar kadar, brifingle hareket eden bu darbeyi hayata geçirmek için mücadele eden medyanın, gazetecilerin, siyasilerin, iş dünyasının akademisyenlerin de yargılanması gerekmektedir. Darbenin tepe kadrosuna karşı verilen imtiyazlar ve alınan kararlar bu davanın sadece tiyatrodan ibaret olduğunu göstermiştir. Yapılan uygulamaların ve karartılan hayatların bedeli bu değildir.

 

Ülkemizde her ne kadar ceza kanunları belli olsada, işlenen suçların alt ve üst ceza sınırları çizilmiş ortada olsada kararlar kanaatlerle verilmektedir. Bu yargılamayı yapan mahkeme heyetide, mevcut duruma kanaat getirmiştir . Bu bağlamda yargılamayı yapan insanların kim oldukları delil ve yasalardan daha önemli bir husustur.

 

Ergenekon’dan Balyoza 28 Şubat davalarında verilmiş olan kararlar yargılama şekilleri ve sonrasında olanlar 15 Temmuz’ları getirmiştir. Bu hadiselerin mağdur ettiği insanların büyük bir kısmı mağduriyeti ömürlerince yaşayacak durumdayken, darbe yapmak isteyen ve yapan insanlara bunun bedeli ödettirilememiş olması, her saman kanunsuz bir şekilde halkın iradesine müdahale etmek isteyenleri cesaretlendirecektir. 

 

28 Şubat darbesi nedeni ile iftiralar sonucu Lideri olmayan ismi olmayan, hiyerarşik yapısı olmayan, silahı olmayan bir ve birden fazla eylemi olmayan tek suçu Müslüman olan insanların çeyrek asıra yakındır mahkumiyet ve mağduriyetleri devam ediyor. 28 Şubat darbesi suç ise suçluları neden dışarda ve mağdur ettiği müslümanlar neden cezaevindeler. Birilerini “af” eder gibi cezalar veriliyor. Diğer taraftan mağdur ettikleri insanlar hala cezaevlerinde aralarında yaşı çok ilerlemiş mahpuslarımız var, hasta olan mahpuslarımız var en azından ömürlerinin geri kalan kısımlarını Özgür bir şekilde sevdiklerinin arasında geçirmelerini sağlayın. Darbecilerin sağlık koşulları düşünülürken, hiç bir şiddet eylemine baş vurmamış ve İslami kimliği nedeni ile yargılanıp içeri atılmış insanların sağlık durumları düşünülmüyor. Hemen hemen hepsi eski TCK. dan yargılanıp 2 şer kez müebbet hapis cezasına denk gelen cezaları bitirdiler ve bitirmek üzereler. Bu insanlar özgür olmadıkları için, yeniden yargılanma süreçleri Darbecilerin yargılanma süreçlerinden daha evvel olmalıydı. 

 

Herkes yaptığı yada yap(a)madığı şeylerin hesabını en hassas teraziye sahip olan Allah’a ödeyecek. Sn. Cumhurbaşkanının Dünya mazlumlarının yanında olmasından memnuniyet duyuyoruz.  28 Şubat mağdurlarının Müslümanların desteği sayesinde iktidara gelmiş insanların döneminde hala cezaevinde olmasından dolayı da üzülüyoruz ve sitemliyiz. Sitemimizden kimseye fırsat çıkarmadan hala bu işi çözebilecek güçlerinin ve yetkilerinin olduğuna inanıyoruz. Bizleri babasız büyütenler ödül gibi cezalar aldılar ve özgürler. Çocuklarımızı dedesiz büyütecekmisiniz bunu bilmek istiyoruz. Babamın bir sözü ile röportajımı bitirmek istiyorum “Yalnız Allah’a kulluk eden insan Zindanda olsa dahi özgürdür.” 

 

Mehmet Şahin: "Kamu vicdanı bunu kabul etmeyecek, sorgulayacaktır"

 

Umut davası sanıklarından Mehmet Şahin

 

28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?

 

Öncelikle şunu ifade etmek isterim, 90 küsur yıldır vesayet altında olan bir ülkede yaşıyoruz. Küresel güçler dayattıkları sistemi korumak adına ihtiyaç duydukları zaman ve zeminde genel olarak silahlı kuvvetleri kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ‘’Balans ayarı” çekmişlerdir.


27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül Askeri darbesi, 28 Şubat Post-Modern Darbesi ve gerçekleşemeyen 15 Temmuz darbe girişiminde olduğu gibi.

 

Bu süreçler ne yazık ki Türkiye’nin karanlık ve toplumsal travma günleridir. Hukukun, yasaların, insan haklarının rafa kaldırıldığı, hiçe sayıldığı günlerdir. Yukarıda ifade ettiğimiz darbe veya girişimler her açıdan büyük bedeller ödediğimiz toplumda derin yaralar bırakmış zaman dilimleridir.

 

28 Şubat sürecinin diğerlerinden farkı ise yalnızca dindar insanları hedef almasıdır. 1990’lı yıllar, Türkiye’nin bir anlamda karanlık yıllarıdır. Öyle ki başörtüsü yasağının her alanda acımasızca uygulanması ve faili meçhul cinayetlerin peş peşe işlendiği bu zaman diliminde, toplumun gerilmesi,ayrıştırılması ve İslami camiaların önünün kesilmesi hedeflenmiştir. 1980 darbesinin kalıntılarına ve baskılarına tepki olarak toplum, 1995 genel seçimlerinde sisteme muhalif olarak gördüğü Refah Partisi’ni %21 oyla birinci parti olarak çıkarmış ve iktidara taşımıştır. Kurulan Refah Yol Hükümeti ve Başbakan Erbakan hocanın kimi icraat ve söylemleri D8 Projesi, İslam Dinarı, İslam Ortak Askeri Gücü gibi küresel güçleri son derece rahatsız etmiş ve sistemi korumak adına işbirlikçilerini harekete geçirmiştir. Böylece 28 Şubat süreci başlatılmıştır. Bu süreçte neler olduğunu şöyle bir hatırlarsak:

 

* Barolar Birliği Başkan Eralp Özgen, Yargıtay başkanı Müfit Utku, adli yıl açılışında Şeriat tehlikesini gündeme taşıyan konuşmalar yaptılar.

 

* TÜSİAD erken seçim istedi.

 

* Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı projeleri devreye sokuldu.

 

* Rektörler Komitesi, Hükümet aleyhinde Deklarasyon yayınladı. Deklarasyonu YÖK başkanı Kemal Gürüz okudu.

 

* Yüksek rütbeli subaylar, Gölcük’te irtica gündemli toplantı gerçekleştirdi.

 

* Erbakan Hocanın İran, Mısır, Libya, Nijerya gezileri gazete manşetlerine taşındı. Libya gezisi için gen soru önergesi verildi.

 

*30 Ocak 1997 Gecesi Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs Gecesi abartılarak manşetlere taşındı

 

*4 Şubat askerler tanklarla Sincan’da gövde gösterisi yaptı.

 

*ANAP başkanı Mesut yılmaz ve Hüsamettin Cindoruk, tansiyonu yükselten demeçler verdi.

 

*5 Şubat Cumhurbaşkanı Demirel, Erbakan’a uyarı mektubu gönderdi.

 

*28 Şubat 1997 günü Milli Güvenlik Kurulu toplantısında hükümet açıkça tehdit edildi, laiklik yasalarının uygulanması istendi. Bu yönde Milli Güvenlik Kurulu kararları alındı. Erbakan Hoca bu kararları yumuşatılmazsa imzalamayacağını söyledi. 13 Mart’ta kararları imzalamak zorunda bırakıldı.

 

*Refah Partisi’ne kapatma davası açıldı. Milli Güvenlik Kurulu kararları tüm şiddetiyle uygulanmaya başlandı. İslami kimlikli akademisyenler subaylar ve yöneticiler görevlerinden uzaklaştırıldı. İmam Hatip Liseleri’nin ortaokul kısmı kapatıldı. İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin üniversitelere girmesinin zorlaştırılması amacıyla katsayı uygulaması başlatıldı. Dindar insanlara, kurumlara, gazetecilere ve işadamlarına karşı ambargolar uygulandı, tehdit brifingleri verildi.

 

*10 Haziran’da Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı ve Üyeleri, Genel Kurmay’a çağrılarak, irtica konusunda nasıl davranacakları yönünde brifing verildi.

 

* Başörtüsü yasağı her alanda şiddetle uygulanmaya başlandı. Üniversite girişlerine ikna odaları kuruldu. Not olarak Fethullah Gülen bu süreçte Başörtüsü teferruattır diyerek bu uygulamalara arka çıktı.

 

* Genel Kurmay 2. Başkanı Çevik Bir ve Genel Sekreteri Erol Özkasnak kontrolünde batı çalışma grubu kuruldu. Dindar insanlar takip edildi, 6 milyon insan fişlendi.

 

18 Haziran’da Erbakan istifa etti. 19 Haziran’da ise Demirel, teamüllere aykırı olarak hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi. 30 Haziran’da ANASOL-DE hükümeti kuruldu. Bu hükümetin kuruluşundan sonra pek çok İslami camiaya yönelik kumpaslar kurularak operasyonlar yapıldı. Kamuoyunda Umut Davası, Tevhid-Selam örgütü, Malatyalılar Davası, İBDA-C davaları vs. olarak bilinen uydurma örgütler üzerinden insanlar cezaevlerine dolduruldu.

 

Kısacası 28 Şubat süreci ya da Post-Modern darbe dindar İslami çevrelerde ağır tahribat yaptı ve belkide kırılma noktası oldu.

 

28 Şubat 1997 darbesinin çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?

 

Erbakan hocanın vefatından sonra(2011) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 28 Şubat darbesi ile ilgili dava açıldı. 75 şüpheli şahıs tutuklandı. İçlerinde emekli Orgeneral Çevik Bir, Emekli Tuğgeneral Erol Özkasnak, Emekli Orgeneral Teoman Koman, Korgeneral Engin Alan ve tek sivil Prof. Dr. Kemal Gürüz’ünde olduğu ve diğerlerinin hepsinin asker olduğu bu şahıslar 2013 yılında tahliye edildiler. Ankara 5.Ağır ceza mahkemesinde görülen davada Mesut Yılmaz, Meral Akşener, Şevket Kazan, Turhan Tayan, Hasan Ekinci, Köksal Toptan, Hasan Celal Güzel, İlhan Aküzüm, Safter Gaydalı, Yekta Güngör Özden, Bülent Orakoğlu, Hüseyin Kocabıyık dinlendiler. Bu dinlenen şahıslardan yalnızca Hasan Celal Güzel, Bülent Orakoğlu, Hüseyin Kocabıyık sanıklardan şikayetçi oldular. Şevket Kazan dahil diğer hiç kimse şikayetçi olmadı.

 

Bu sürecin gerçek mağdurları, kumpaslarla, uydurma örgütlerle gözaltına alınan, işkence gören ve yıllarca cezaevinde tutulan hiç kimsenin bu davaya müdahilliği kabul edilmedi.

 

Davayı açan savcılar Mustafa Bilgili, 15 Temmuz’dan sonra meslekten ihraç edildi, daha sonra Ankara’da sahte kimlikle yakalanıp FETÖ örgütü mensubu olmaktan tutuklandı. Diğer Savcı Kemal Çiçek’te meslekten ihraç edildi. Bu fotoğrafa baktığımızda bu dava açılırken gerçekten 28 Şubat sorumlularından hesap sormak yerine FETÖ örgütünün TSK içerisinde yeniden bir dizayn operasyonu Yapmaya çalıştığını görebiliriz. Kemal Gürüz hariç yalnızca askerlerin ya da sürecin asker ayağının yargılanmak istenmesini bununla izah edebiliriz.

 

Nasıl bir hukuk sistemidir ki darbecilere ‘iyi hal indirimi’ uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adalet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile ne mesaj verilmektedir? Kamu vicdanını tatmin etmeyen ve darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?

 

Açıkçası bu yargılama, gerçekten mağdurları ve sorumluları karşı karşıya getiren bir yargılama olmamıştır. Mahkeme bana göre konjektöre uygun bir karar vermiş,bu kararla kamuoyuna 28 Şubat sorumlularının yargılandığı, cezalandırıldığı imajı verilmek istenmiştir. Ceza verilen kişiler, verilen cezalar, 28 Şubat süreci zulmünün asla karşılığı değildir. Bu işin medya ayağı, sermaye ayağı ve siyaset ayağı pas geçilmiştir. İyi hal uygulaması ve müebbet hapis cezası verilen şahısların tutuklanmaması bu iddialarımızı doğrular niteliktedir.

 

Kamu Vicadanını Tatmin Etmeyen, Darbecilere Potitif Ayrımcılık Uygulayan Hukuk Anlayışı Yeni Darbecilere Cesaret vermez mi?

 

Ülkemizde ne yazık ki 60 ihtilalinden bugüne kadar hiçbir darbeci gereken cezayı almamış, gereken tepki gösterilmemiştir. Elbette bu durum darbeleri ve darbeci anlayışların işini kolaylaştırmaktadır. Bağımsız bir ülke olmadan küresel güçlerin ‘’Balans ayarlarına” ve Darbelere bundan sonrada muhatap olmamız ne yazık ki kuvvetle muhtemeldir.

 

28 Şubat Darbecilerinin Seç - Beğen Al Örgüt Suçlamasıyla 20 Yılı Aşkın ( bir takım insanları) Cezaevlerinde Yatmaları  (Yatırmaları)  Yaşlı ve Hasta Hükümlülere İnsani Uygulamaların Görmezden Gelinmesi üzerine ne denilebilir? 

 

28 Şubat sürecinden dolayı 20-25 yıldır cezaevinde yatan kardeşlerimiz var. Bunlar normal mahkemelerde yargılanmamış,yargının tüm aşamalarında hukuk katledilmiş ve siyasi kararlarla hüküm giymişlerdir. İçlerinde aşırı yaşlı ve sürekli hastalık halinde olan insanlar vardır,ne yazık ki 2018 yılına geldiğimizde halen hukuk ve infaz sistemimizde çifte standart uygulanmakta, 28 Şubat sürecinin sorumlularına uygulanan hukuk kuralları, bu sürecin mağdurlarına uygulanmamakta ısrar edilmektedir. Elbette kamu vicdanı bunu kabul etmeyecek, sorgulayacaktır diye umut ediyoruz.

 

16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?

 

16 yıllık AK Parti iktidarı ne yazık ki sadece yargı hususunda değil, pek çok hususta kendisini iktidara taşıyan kitlelerin beklentilerine cevap verememiştir. 15 Temmuz’dan ders çıkarması gereken iktidar, hala bir takım yanlışlıkları devam ettirmekte ve AK Parti kendi içindeki irinleri temizleyememektedir. Sayın Cumhurbaşkanı yalnız kaldığını açıkça ifade etmektedir. Bizler bu yalnızlığın sebebini kendi iç dünyasında sorgulamasını ve ülkemizi tam bağımsız hale dönüştürecek yola kararlılıkla girilmesini bekliyoruz. Hepimiz bilmeliyiz ki, Küresel vesayetten kurtulmadan, bağımsız olmadan hiçbir sorunumuz hakkıyla çözülemeyecektir. Vesselam…

 

Ramazan Beyhan: "Darbe ejderhasının başı hakimin kalemiyle ezilmelidir"

 

Mazlumder Genel Başkanı Ramazan Beyhan

 

28 Şubat Darbesi bu ülkenin en asli unsurlarından olan inançlı kesime karşı yapılan bir darbeydi.

 

Her darbe, gerekçesi ne olursa olsun insanlara karşı işlenen bir suçtur. Bunu Kur'an'ın şu ayeti ile tespit etmek mümkündür:

 

"Melike şunu vurgulamak gerekir ki, hükümdarlar bir ülkeye müdahale ettikleri zaman orasını ifsad eder ve şerefli halkını zillete uğratırlar,böyle yaparlar daima"(Neml;27/34).

 

Bu ayet açıkça şunu göstermektedir ki gerek içeriden gerekse dışarıdan olsun bir toplumun düzenine yapılacak olağandışı her müdahale bu toplumun dengelerini bozar ve oranın şerefli halkını aşağılar.

 

Ayetin a priori olarak ortaya koyduğu bu gerçek,toplumların darbeler neticesinde yaşadıkları acı tecrübelerle onaylanmıştır.

 

Darbeleri sadece askerler yapmazlar, dışarıdan/emperyal güçler ve içeriden birçok kesimden bileşeni vardır, ancak görünen uygulayıcılar askerler olduğu için sadece onlar üzerinden tartışmalar yapılır.

 

Artık diplomatik nezaketten(!) mi, yoksa başka endişe ve kaygılardan mı emperyal güçlerin adı anılmaz.Emperyal güçler müsade etmedikleri için darbeciler yargılanmazlar.Türkiye dabecileri yargılamakla ezber bozuyor sandık ve heyecanladık.12 Eylül darbecilerinin de 28 Şubat darbecilerinin de kağıt üzerinden yargılandığını ve kararın sadece mahkeme salonundan dışarı çıkmadığını gördük.

 

15 Temmuz darbecilerinin FETÖ bağlamı ve bağlantısı dolayısıyla içerideki bileşenlerin çoğunun üzerine gidildiği için Türkiye'nin Uluslararası arenada yalnızlaştırıldığını hep beraber izlemekteyiz.

 

28 Şubat Darbesini yapan askeri ayağı müebbet hapse mahkum eden mahkeme "iyi halden" dolayı tutuklama gereği duyulmuyor.Bu gerçekten garip bir durumdur.

 

Bir senarist böyle bir senaryo yazmaktan sıkılır,anlayana verilmek istenen mesaj açıktır.

 

Tam bu sonuç hukukçuların şu meşhur hikayesini hatırlatıyor;bir değirmen yerini istimlak etmek isteyen Alman Kralı II. Frederik'e değirmen sahibi hukuka olan güveninden dolayı: "Hey frederik Berlin'de hakimler var"diyerek haykırmış... Artık darbecilerde Türkiye'nin sivil siyasetine,sivil toplumuna ve halkına rahatlıkla şunu diyebilirler: "Ey Türk Halkı! Ankara'da hakimler var"

 

Bir de Ouroboros(kuyruğunu ısıran yılan) sembolünü hatırlatıyor.Bu temsil ile yılan, sahip olduğu kendi kendine üreyebilme sürekli ve ebedi geri dönüşe atıfta bulunulur.

 

Yani toplumun gerçek dinamiklerini zehirleyen ejderhanın başı ezilmesi gerekirken sistem kuyruğunu ısırarak devam ettiğini açıkça ilan ediyor.Sistem aslında kuyruğunu korumaya alıyor.

 

Darbecilerin brifingleri neticesnde alınan yargı kararları ile milyonlarca insanın umutları, birikimleri ve gayretleri cezalandırıldı,insanların bir kısmı işinden,mesleğinden,okulundan oldu.Darbecilerin vesile olduğu binlerce kayıplar,faili meçhuller,yakılan yıkılan ve terkedilen köyler mazinin karanlığına gömüldü.

 

Darbeci yargının müebbetle yargıladığı insanların yüzlercesi de hala cezaevlerinde hayatları çalınıyor.20 yıldan fazladır mahpus edilen bu insanların ahı tutmaz mı?

 

Sorun sadece hükümetlerin ya da iktidarların sorunu değildir,sorun bir zihniyet sorunudur. Bu zihniyet düzelmedikçe ya da düzeltilmedikçe hangi iktidar gelirse gelsin böyle devam eder.Bu zihniyetin düzelmesi için tepeden tırnağa kadar toplumun bütün kesimlerinin bu marazi zihniyetten tövbe etmesi gerekir.

 

Hak hukuk ve adalet ilkesinden taviz vermemesi gerekir." Kızım Fatıma'da olsa elini keserim" diyen o rahmet elçisinin kararlığı ve adalet anlayışı kalplere hakim olmadıkça zihniyet değişikliği gerçekleşmez.

 

Eskiler "şeriatın/adaletin kestiği parmak acımaz" demişler. Neden? Çünkü adalet vicdanları temizler, yatıştırır. İnsanım diyenler için işledikleri bir suçun utancı ile yaşamak daha büyük bir işkencedir.

 

Bundan sonraki aşamalarda bu yanlış düzeltilmelidir. Darbe ejderhasının başı hakimin kalemiyle ezilmelidir. Aksi halde darbeciler kuyruklarından beslenecekler ve "Ankara'da mahkemelerin olduğunu" gözümüze sokarak yollarına devam edeceklerdir.

 

Mehmet Şat: "Hükümet çok acil olarak bu yaraları sarmak için bir adım atmalı."

 

İslami Hareket davası mahkumlarından 24 yıldır cezaevinde bulunan Ahmet Şat'ın abisi Mehmet Şat

 

28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?

 

28 Şubat darbesi daha önceki bütün darbelerden farklı olarak, Türkiye’de yaşayan sadece Müslüman ve dindar halka ve bunların iktidardaki temsilcisi konumunda gördükleri Refah Partisine karşı yapılmış bir darbedir. Hedef olarak ta İslam’ın toplumdaki görünür sembolleri olan Başörtüsü ve sakal başta olmak üzere İslam’ın bütün alametlerini toplumdan silmek ve Müslümanları kamusal alan olarak sınıflandırdıkları alanların tümünden uzaklaştırmaktı. Bunun için de Emniyet güçleri ve Yargı mekanizmasını kullanarak halk üzerinde büyük bir baskı oluşturup adeta terör estirdiler. Amaçlarını gerçekleştirmek için başta basın olmak üzere Sivil toplum kuruluşları, Sendikalar iş örgütleri, meslek örgütleri Yök ve bağlı üniversiteler marifeti ile toplumda adeta dindar insanlara yaşam alanlarını dar ettiler. Öyle ki başörtülü bayanlar artık hastanelere bile alınmayacak duruma gelmişti. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde sağlık karnesindeki fotoğrafı başörtülü olduğu için tedavi edilmeyen 71 yaşındaki Medine Bircan'ın hayatını kaybetmesi hala zihinlerdeki canlılığını korumaktadır. 28 Şubat deyince Başörtülü olduğu için okula alınmayıp okul önlerinde trafik kazası geçirenler, Okuldan ya da iş yerinde başörtülü olduğu için atılı psikolojik sorunlar yaşayanlar, yurt dışına gitmek zorunda kalanlar, ordudan atılanlar, zindanlara atılıp hala içeride olanlar, askerlikte oğlunun yemin törenine başörtülü olduğu için alınmayan anneler, namaz kılan memurlar ile ilgili işlemler yapılması, toplumun laik anti laik kamplara bölünmesi, Devlet kasasının milyarlarca dolar boşaltılması ve Hükümetin düşürülüp refah partisinin irticanın odağı olmaktan dolayı kapatılmasını da hatırlamamak mümkün değil.

 

28 Şubat 1997 darbesinin, çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?

 

28 Şubat post modern darbesini elbette sadece askerler yapmadı. Basit bir kutlu doğum programını ve örneğin Sincan’daki Kudüs günü için tertiplenen bir tiyatroyu bile irtica geliyor laiklik elden gidiyor başlıklarını atan ve bu konuda toplumsal kutuplaşmayı sağlayan en başta medya olmak üzere çok ciddi sivil ayaklarının olduğu bir darbeydi. Brifing verdikleri yargı sadece Müslüman kimliklerinden dolayı binlerce insana müebbet hapis cezası verdi. Öyle ki sadece başörtüsü takan bayanlara bile anayasal düzeni değiştirmekten idam cezası istendi. O dönemki Yök başkanı ve bağlı üniversitelerin rektörleri, Beşli çete denen bazı STK lar, sendikalar meslek örgütleri, İş örgütleri ve bazı siyasiler de bu darbenin en büyük suç ortaklarıdır.

 

Yapılan 28 şubat yargılamasında sadece askerlerin yargılanması diğer sivil ortaklarının yargılanamamış olması kesinlikle yanlış ve eksik bir yargılama olmuştur. Bu yargılama tamamen sembolik bir yargılamanın ötesine geçememiş toplumsal vicdana tercüman olup rahatlatma amacı güdülmüştür fakat ortaya çıkan sonuç bunun aksi bir etki uyandırmıştır.

 

Nasıl bir hukuk sistemidir ki, darbecilere “İyi Hal İndirimi” uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adâlet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile nasıl bir mesaj verilmektedir?

 

Bu güne kadar ki yargılama sisteminde hiç kimse buna benzer bir olaya şahit olmamıştır. Ama tam tersi küçük suçlarda bile bir çok insan tutuklu yargılanarak yargılama safhası bile cezalandırmaya dönüştürülüyordu. 28 şubat darbesi Yargılama süreci çok uzun sürmüş, fetöcü yargı mensupları tarafından sulandırılıp kapatılmak istenen bir yargılamaydı aslında. Darbenin asıl hedefindekiler olan dönemin refah partisi yetkililerinin; başta Şevket Kazan olmak üzere hiçbirinin sahiplenip şikayetçi olmadığı ve asıl mağdurlarının bile çoğunun yetim bıraktığı bir darbe davasıydı ne yazık k ki. Mazlumder gibi çok az sayıdaki duyarlı STK, Avukat ve mağdurun takip edip sahiplendiği bu davada darbecilerin çoğuna beraat geri kalan 21 kişiye müebbet ama tahliye verildi. Ceza almış 21 sanığın tutuksuz yargılanması adalet, eşitlik ilkesi açısından bakıldığında ciddi bir problem oluşturuyor. lahusalı kadınları, hamile kadınları içeride tutacaksınız ama darbecileri yaşlanmışlar diye cezaevine koymayacaksınız. O zaman bu yargılama ile verilen cezalar tamamen sembolik anlam taşımaktan öteye geçmeyen bir sonuçtur.

 

Kamu vicdanını tatmin etmeyen, darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?

 

Kesinlikle öyle. Hatta sosyal medyada espri olsun diye Fetö ye çağrı yapılıyor gel ceza verilse bile hapis yatmayacaksın diye. On binlerce insanın hayatını karartan binlercesini cezaevlerine atan, ülke ekonomisini tarumar eden bir darbeden hesap bu şekilde sorulacaksa bu ülkede adalet kavramının tekrar tartışılmasına sebep olur. Darbeye karşı olmak istiyorsak, darbecilere hak ettiği cezayı vermemiz lazım. Elbette bu dava sonucunda darbenin yargı kararı ile tescil edilmiş olması olumlu olmuştur. Ancak bu karar başta kamu vicdanı olmak üzere bütün toplumun ve biz 28 şubat darbesinin tutuklu mağdur yakınları olarak bizim vicdanımızı rahatsız etmiştir ve bu tahliyeleri kabul edilemez buluyoruz. Adalet tam olarak tecelli etmedi.

 

28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?

 

Evet ne yazık ki darbeyi yapanlar dışarıda, ama darbenin mağdur edip cezaevine attığı 600 kişi yaklaşık 20 yıldır cezaevlerinde. Cezaevine genç olarak girmiş bu insanların kimi orta yaşlı kimi tam yaşlanmış durumdadır. Bunların hakkını kim nasıl iade edecek bu mağduriyet ne zaman bitecek. 69 yaşındaki darbecileri cezaevine koymayıp içeride haksız yere 84 yaşındaki Ahmet Turan Kılıç amcayı, kolon kanseri olmuş Şeyhmus Alpsoy’u tutarsanız bu kararınızın hukuki olduğuna kimseyi ikna edemezsiniz. Biz cezaevlerinde en az 20 yıldır yatan mağdur yakınları olarak hükümete soruyoruz, bizim mağduriyetimiz için de bir adım atma zamanı gelmedi mi? Darbecilerin mahkûmiyeti ve darbenin yargı kararı ile tescil edilmiş olması cezaevlerinde yatanlar için yeni delil niteliğindedir. Yeni delil olduğu zaman yargılama yenilenebilir. Hükümetin bu konudaki samimiyetini test etme vaktidir. Bu karar, cezaevinde yeniden yargılama bekleyenler ve aileleri için bir ümit ışığıdır. Umarım hükümet çok acil olarak bu yaraları sarmak için bir adım atar.

 

16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?

 

Ak Parti 16 yıllık iktidarı boyunca bütün iktidar alanları içinde en muktedir dönemini yaşıyor. Fetö örgütünün bürokraside güçlü olduğu, Ergenekoncuların başta güvenlik ile ilgili alanlarda olmak üzere iktidar üzerinde gücünü hatırlayın. Allah bir zalimi başka bir zalimin eli ile defetti. Fetöcüler Ergenekoncuları tasfiye edince 17-25 aralık süreci ile beraber 15 Temmuz darbesinden sonra çok hızlı bir şekilde Fetöcüler de bürokrasiden temizlendi. Bazı istisnalar dışında Ak Parti’nin kanımca muktedir olmadığı alan kalmamıştır. Ama tabi ki siyasi hesaplar çok farklı mülahazalarla yapılıyor. Hatta bizim bilemediğimiz pazarlıklar bile olabiliyor. Sebebi ne olursa olsun 28 şubat kararı “ne şiş yansın ne kebap yansın” tarzı bir sonuç ile sonuçlanmıştır.

 

Recep Karagöz: "Yargı 28 Şubat’taki suçu ancak 14 yıl sonra gördü"

 

Recep Karagöz / Hak İnsiyatifi Sözcüsü

 

28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?

 

28 Şubat darbesi, Müslüman kimlikli siyaset, sivil toplum ve cemaatler başta olmak üzere insan hak ve hürriyetlerine sahip çıkan her kişi ve kesimi bastırmak üzere gerçekleştirilmiş; ordu, siyaset, medya, iş dünyası ve sivil toplum ayağı olan bir post-modern darbedir. Genelkurmay salonlarında yargıya brifing verildiği, yasama ve yürütmenin ordu tarafından kuşatıldığı, İslami görünürlüğün suç sayıldığı, Müslümanlarla dayanışma gösteren herkesin gadre uğradığı ve darbeciler tarafından bin yıl süreceği söylenen bu post-modern darbenin adıdır 28 Şubat.

 

28 Şubat 1997 darbesinin, çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?

 

Kesinlikle hayır. Toplumun hafızası bu konuda diridir. Yukarıda da temas ettim, 28 Şubat’ın asker dışındaki ayaklarına… 28 Şubat sürecinin başaktörleri arasında “5’li Çete”de diye anılan bir kesim vardı. Kimdi bunlar: İş dünyasının önemli kuruluşları; Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK- İŞ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 5’li Çete’nin üyeleri olarak bilinir.

 

Nasıl bir hukuk sistemidir ki, darbecilere “İyi Hal İndirimi” uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adâlet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile nasıl bir mesaj verilmektedir?

 

Öncelikle bir tespitimi paylaşayım. TC hukuk tarihinde öyle yargı/yargısızlık vardır ki her biri hukuk fakültelerinde ders konusu olmalıdır. Ayrıntılarına girmeden ifade edeyim, yakın tarihli 28 Şubat ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve OHAL süreçlerindeki yargı süreci bunun en nadide örneklerini teşkil etmektedir.

 

Bütün demokrasilerde darbe bir suçtur. TC yargısı 28 Şubat’taki suçu ancak 14 yıl sonra gördü ve darbenin 21. yılında karara bağladı. Yargının o gün de bugün de bağımsız olduğu söylenemez. 14 yıl dava açmayan yargı da bugün davayı karara bağlayan yargı da, sonuçları itibarıyla toplum nezdinde güvenirliğini yitirmiştir. Mesaj açık ve net değil mi; müebbet hapse mahkûm edilen sanıkların tutuksuz hükümlü haline dönüşmesi mesajı açıkça ortaya koymaktadır.

 

Kamu vicdanını tatmin etmeyen, darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?

 

Maalesef, Türkiye Cumhuriyeti demokratik yönetimden ziyade periyodik darbe süreçleri/yönetimleri ile birlikte anılan bir cumhuriyettir. Darbecilerin yaptıkları yanına kar kalan bir adalet anlayışı ile karşı karşıyayız. Söz konusu durumdan kendilerine cesaret devşiren kesimler her dönem oldu, olmaya devam edecektir.

 

28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?

 

27 yıllık bir insan hakları mücadelesinin birikimini taşıyan Hak İnisiyatifi olarak yaptığımız çağrıyı, sorunuza cevaben burada tekrar etmek isterim: Haksız yere hapsedilen çoğu İslami kimliğe sahip insanlar hakkında adalet hala tecelli etmiş değil. Çeyrek asırdır 28 Şubat’ın son bulmasını, fail ve sorumluların adil bir şekilde yargılanmasını, dönemin darbeci yargı kararlarının iptal edilmesini bekleyen mağdurlar adına; 28 Şubat yargı kararlarının iptal edilmesi, 28 Şubat Darbesi’nin bütün alanlardaki fail ve sorumlularının yargılanmasın ve adaletin mağdurları tatmin edecek şekilde tecelli etmesi konusundaki çağrımızı 28 Şubat mağdurlarının içinden çıkmış siyasi iktidara hitaben bir kere daha yineliyoruz!

 

16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?

 

Ak Parti hükümeti dahil geçmiş hükümetler yargı sorunlarının giderilmesine, yani bağımsız yargının ve hukukun üstünlüğünün inşaası yerine yargı üzerinde vesayet kurmaya çalıştılar. Bunda başarısız oldukları söylenemez. Bunun en sarih güncel örneği içinde bulunduğumuz OHAL sürecidir. OHAL sürecinde meydana gelen hukuksuz uygulamalara dönük yargı mensuplarının bir itirazına şahit oluyor musunuz?! Çoğu zaman 28 Şubat’ın karanlık günlerini aratacak, masumiyet karinesini hiçe sayan uygulamalar karşısındaki yargının bunlar yokmuş gibi davranmasını, başka türlü nasıl okumalıyız?!

 

İzzet Saldamlı: "Türkiye'de askerlerin ya da politik aktörlerin yargılanma süreçleri her zaman sorunlu olmuştur"

 

İnsan hakları aktivisti İzzet Saldamlı

 

28 Şubat Davası 21 yıl sonra karara bağlandı. Bu bağlamda, 28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?

 

28 Şubat, Cumhuriyet döneminin laik Kemalist, resmi/sivil jakoben oligarklarının bitmesini hiç istemedikleri egemen zorbalıklarının sarsılmaya başlamasına bağlı yaşadıkları korkularının darbeyle dışavurumudur.

 

28 Şubat, Cumhuriyet elitlerinin, silah, sermaye, siyaset, sendika, STK ve medya konsorsiyumu olarak halka ve halkın kadim değer ve inançlarına karşı yürüttükleri tarihsel savaşın en alçak örneklerinden biridir.

 

28 Şubat, Devleti, halkıyla birlikte ebediyen kendi mülkü olarak gören ve bu mülkleştirmeye itiraz edebilme şartlarını ortadan kaldırmaya matuf, her tür kuvvetin bir arada kullanıldığı totaliter faşizmin adıdır.

 

Başka bir deyişle, 28 Şubat, farklılıklara, eleştirilere, farklı kesim ve düşüncelerin iktidar olma imkânlarına, kamusal alandaki haklarını özgürce kullanma iradelerine, düşünce ve ifade hürriyetine, yaşam biçimlerine, inançlarını görünür kılma ve yaşama imkânlarına, eşit vatandaşlık ve eşit temsil haklarına yönelik taleplerin, tüm zorbalıkların kullanılarak “susturulma” yöntemlerinden biridir.

 

28 Şubat, Küresel Hegemonyanın tüm halklara dayattığı değerlerin ve yaşam biçimlerinin, Türkiye halkları üzerinde de yerli taşeronları tarafından uygulamaya koydukları sekülerkapitalist amentülerini daimi kılmak için tek tipçi kalkışmasından biridir.

 

Başka bir deyişle 28 Şubat tarihin sonu tezlerinin zorbalıkla sürdürülmek istendiği, Türkiye ayağındaki sürdürülebilir küresel misyonerlik çeteciliğinin bir türüdür.

 

28 Şubat 1997 darbesinin, çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?

 

28 Şubat örgütlü bir kalkışmadır. Halkın iradesine ve halkın tercihlerini ve seçimlerini yok sayan, halkın bir kesiminin bir kesimi üzerinde tahakkümünü silah zoruyla dayatan, Devleti ve toplumu tüm yasama, yürütme ve yargı kurumlarıyla birlikte muhasara altına alan topyekûn örgütlü bir gövde harekatıdır.

 

Dolayısıyla bir ayaktan bahsedilecekse bu ayağın birlikte var olduğu bir gövdeden bahsetmemek abes olur.

 

Ceza muhakeme usulü açısından da örgütlü suçlar ve bu suçu işledikleri iddia edilen veyahut şikayet edilen tüm kişi ve taraflar bu yargılamanın evvel emirde şüphelisi ve sanığı olması gerekir. Yargılama faaliyeti bu şüphelileri ve onlara ilişkin delilleri tespit edip maddi gerçekliği ortaya çıkartma amacıyla hiç kimseye imtiyazlı bir muamele göstermeden, bağımsız bir şekilde 28 Şubat'ın tüm postallı/postalsız şüphelilerini yargılamanın öznesi haline getirmesi gerekirdi.

 

Tüm aşamaları dikkatle takip edildiğinde, 28 Şubat yargılama süreçleri gerek soruşturma ve gerekse kovuşturma safhaları bakımından tuhaflıklarla doludur.

 

Dava sürecinin , şahsen bana politik konjonktürün ve siyasal iktidarın kendini konumlandırdığı yeni dengelerin algoritmasına göre sürdürüldüğü kanaatindeyim.

 

Nasıl bir hukuk sistemidir ki, darbecilere “İyi Hal İndirimi” uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adâlet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile nasıl bir mesaj verilmektedir?

 

Türkiye de askerlerin ya da politik aktörlerin yargılanma süreçleri her zaman sorunlu olmuştur. Genellikle ve genel olarak, askeri ve politik yargılamalar, darbeci cuntacıların iş başında olduğu dönemlerde karşımıza çıkmaktadır.

 

Ergenekon/balyoz darbe girişimi iddiaları çerçevesindeki yargılamalar belki de bu genelliğin en önemli istisnasıdır. Hak, en basit haliyle hukukun, hukuk düzeninin korumaya aldığı yetkilerdir. Bu hakkın kullanılması da ancak adaletin, adalet düzeninin tesisiyle mümkün bir şeydir.

 

Darbecilerin egemen olduğu dönemlerde, yargılama faaliyeti de hukuki normlar taşımaktan hızla uzaklaşarak, darbeci cunta yürütmesinin sıradan bir memurluğu haline getirerek, ne hak olanı koruyacak bir hukuk düzeni, ne de adil yargılamayı mümkün kılacak bağımsız bir yargılama imkânı bırakmamaktadır.

 

Türkiye her yönüyle sancılı bir dönem geçiriyor. Cumhuriyet döneminin imtiyazlı iktidar alışkanlıklarındaki dönüşümler, değişimler yeni fay hatları oluşturduğu gibi yeni ve sürekli değişen iktidar ortaklıkları ve dengeleri de oluşturuyor.

 

28 Şubat mahkeme süreçlerini ve kararlarını da, bu politik iktidar aktörlerindeki değişim ve politik iktidar anomalisi içinde düşündüğünüzde pek şaşırtıcı değil aslında. Siyasal iktidarın sosyal tabanı itibariyle 28 Şubat mağdurlarını kapsadığı düşünülürse böylesine bir görüntü pek anlaşılır gibi durmayabilir.

 

Zaten sorun da hem bu kitlenin ‘adalet istiyoruz’ çağrılarını bu yargılama yoluyla sonlandırmak, hem de yeni ve çok kırılgan dengeler ve fay hatları üzerine inşa edilen iktidar katarın da yeni rehinlere kapı açmamak üzere, bu davanın ‘kazan kazan’ çerçevesinde bir siyaset muvazaası olduğunu değerlendirmeye açık tutmak istiyorum.

 

Bu tür Spekülatif düşünmeye hiç mahal vermeyecek süreç ve görüntünün, 28 Şubat çetelerinin elleri, ayakları, başları ve bilumum şürekâsı ile yargı önüne getirilmesi ve ceza alanların, aldıkları cezaların genel infaz hükümlerine göre gereğinin yapılmasıydı.

 

Darbecilikten müebbet ceza alanların ‘müebbet serbestlik’ ile serbest olmaları bir teamül olmadığı gibi, millet adına sürdürülen bu mahkeme süreci ve mahkeme kararı da, milletin ve özellikle 28 Şubat zalimlerinin zulmüne maruz kalmış olan mağdurların vicdanında da yeni yaralar açmıştır.

 

Kamu vicdanını tatmin etmeyen, darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?

 

Bahse konu olan ‘müebbet serbestlik’ kararı pozitif bir ayrımcılığın eseri değildir. Zira pozitif ayrımcılık dezavantajlı olanlar için, başka bir deyişle kamusal olan şeylerden aldıkları payın, eşitsiz ve adaletsiz bir şekilde aleyhlerine işlediği kişi ya da gruplardır.

 

Mahkemeler, maddi gerçekliği ortaya çıkarmak ve hakkı olana hak ettiği şeyi vermek amacına matuf bir sonucu, yargılama süreciyle ortaya çıkarmak için vardırlar.

 

Bu mahkeme süreci ve sonuçları hak edene hak ettiği şeyi vermekten çok uzaktır.

 

Görünen haliyle bu kararlar ve tatbik edilme usulleri, tam tamına kişi ya da kişilere özel bir imtiyaz ve istisnanın en zirve hallerinden biri olarak hukuk tarihine geçmiştir.

 

28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?

 

Aslında 28 Şubat yargılama süreçlerinde çokça dile getirildi. 28 Şubat yargı kararları ya da siyasi yargı karalarının iptal edilmesi yönünde çeşitli kampanyalar da düzenlendi. Ne yazık ki 28 Şubat yargılama faaliyetlerinin Batı Çalışma grubu tarafından brifingli olduğu ve bizzat darbe etkisinde/emrinde işler yaptığı dile getirilmesine rağmen, o dönemin yargı/infaz faaliyetlerini topluca ortadan kaldıracak, hiç değilse yeniden yargılamaya imkân tanıyacak bir imkân, bizzat 28 Şubat mağdurlarının 16 yıldır yasama çoğunluğunu ve siyasal iktidarı elinde bulundurduğu bu dönem zarfında bile söz konusu edilmedi.

 

28 Şubat yargı kararlarının olağan yargılama süreçleri gibi kabul görmesi hiç bir hak, hukuk ve adalet anlayışıyla bağdaştırılamaz.

 

Bu konuda söylenecek çok şey var ama özetle söylemek gerekirse, 28 Şubat mağduriyeti o dönem okuldan atılan öğrenciler açısından ve o dönem de yapılan yargısız yargılamalara maruz kalan tutuklu/mahpuslar açısından zulüm devam ediyor.

 

Telafisi mümkün olmayan bu zulümlerin ortadan kaldırılması için atılacak her geç adım, telafinin telafisini de imkânsızlaştıracaktır.

 

16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?

 

Ak parti 16 yıllık iktidarı döneminde, bir takım sorunları biçimsel ve içerik olarak ortadan kaldırırken, aynı anda ve aynı zemin de yeni sorunların icat edilmesine de imza atmıştır.

 

Bu soru, 16 yıllık Ak parti iktidar sürecini ve Türkiye politiğini analiz etmeyi gerektirecek ölçek içeriyor. Birkaç cümlelik ifadeler meramı anlatmak için bir şeyi ıskalamayı da beraberinde getirecek.

 

Bazı şeylere muktedir olmak, bir kapasite ve cesameti ifade etmekle beraber, bahsedilen iyileştirmeden murat edilen ne ise evvel emir de ona ilişkin bir niyeti de içermelidir.

 

AK Parti’nin şu an da yargısal iktidar ya da başka bir deyişle yargıdan bekledikleri şeyler konusunda yapmak istedikleri açısından pek sorunlu bir durum ve ilişki içinde olduğunu düşünmüyorum.

 

Nitekim muktedir olunamayan şeyin ‘kültürel iktidar’ olduğu bizzat en yetkili ağızdan söylendiği gibi, yeni yargısal süreçlerle de ilgili takdir ifadelerini de basından hep beraber duymuş olduğumuzu düşünüyorum.

 

Kimi nasıl yargılamak istiyorsanız veya kimi nasıl yargılamadan korumak istiyorsanız, bu konuda sanırım Türkiye en cömert yargılama dönemlerinden birini yaşıyor.

 

... Devamı var ...

 

2. BÖLÜM:

http://www.hertaraf.com/haber-bitmeynen-darbe-28-subat--karar-durusmasi-degerlendirmesi-2-1600

 

3. BÖLÜM

http://www.hertaraf.com/haber-bitmeynen-darbe-28-subat--karar-durusmasi-degerlendirmesi-3-1601

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş