metrika yandex
  • $32.45
  • 34.68
  • GA18240

HAYALİ VARLIK-MÜSLÜMANLAR

TALİP ÖZÇELİK
09.01.2020

HAYALİ VARLIK - MÜSLÜMANLAR

Vacib-ul vücut, vücut, mümkün- ül  vücut,mevcut, varlık, varolan, varlık alemi Varlığımız var olabilme imkanı  ile,var olabilme imkanı varlığımızın niçini ile, varlığımızın niçini ise nasıl var olduğumuzla ilişkilidir.

Varlık nedir, kim vardır, niçin varız, nasıl varız, nasıl var olabiliriz, hakiki olarak var mıyız, varlığımız mutlak mı, varlığın zaman mekan ilişkisi nedir, biz var mıyız, bugün bizim varlığımızdan söz edilebilir mi, bu anda-bu zamanda- bugün-var mıyız.?

Bizim inancımıza göre varlığı vacip -mutlak,zaruri, gerekli, hakiki-olan sadece  Allahdır.Allahdan başka bütün varlıkların varlığı  vacip-mutlak, zaruri, hakiki - değil mümkindir.

Varlığımızın anlamı nedir,niçin varız sorusunun cevabını, kalbimizi-aklımızı tatmin edecek bir şekilde  verdikten sonra, varlığımızın nasıl olması gerektiğine dair de aynı mutmainlikte bir inanç-düşünce  sahibi olmamız gerekir.

Varlığımızın nasılına dair söyleyebilecegimiz ilk cümle tamamen kendi dilimizle ve kelimelerimizle, ilkelerimiz ve yöntemimizle olması gerektiğidir.Ancak böyle olursa varlığımız bir kıymet ifade eder.

Yeryüzünün farklı coğrafyalarında varlığımızın anlamı nedir? Kendi ilke ve yöntemlerimizle hakiki olarak mı varız,yoka kafirlerin düşman ihtiyacı için ötekileştirmelerinden dolayı kendimizi var mı sanıyoruz?.

Bu soru varlığımızla alakalı cevaplanması gereken hayati bir sorudur.

S.Huntington, medeniyetler çatışması isimli kitabının girişinde şöyle diyor “düşmanın varsa sen varsın, düşmanın yoksa sen yoksun”. Kitabın ana eksenini bu düşünce oluşturmaktadır. Necip Fazıl’ın “ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın;gündüz geceye muhtaç sen bana lazımsın” dizeleri de aynı  mantıkla dile getirilmiştir. Yani varlığını kendi kimliği ve ilkeleriyle değil,düşmanlık ve düşmanın varlığıyla tanımlama mantığıyla….

Dünya Düzeni  isimli kitabında Naom  Chomsky ise şöyle der: “Yıllardır  Amerikan dış politikasının üzerine oturduğu temel kural şudur; bir düşman kabul edilir, ya da düşman var edilir ve bu düşmana düşmanlık yaparak, çıkan  çatışma üzerinden uygulamak istedikleri politikaları gerçekleştirir. Düşmanın fiilen - fiziken varlığı ya da yokluğu önemli değildir. Bazen hayali düşmanlar üretir, bunlara kendi halkını ve dünyayı medya, propaganda, algı operasyonlarıyla inandırır, bu hayali düşmana düşmanlık yaparak politikasını uygular; yıllardır bu böyle olmuştur.” Kominizm tehlikesi de aslında böyle bir tehlikeydi,her iki blok da karşılıklı tehlike - öcü politikasıyla dünyayı parsellenmiştir. 

Doğu blokunun çökmesinden sonra gündeme gelen medeniyetler çatışması tezi İslam dünyasına karşı başlatılacak yeni haçlı seferinin altyapısını hazırladı. NATO'nun yeni düşman olarak terörü,küresel terörü işaret etmesi,aslında var olmayan, var olduğu hayal edilerek bir düşman icat edilmesiydi. Burada terörden kastedilen ABD politikalarıyla ters düşen ülke ve organizasyonlardı. Bu düşmanla çatışma ve savaşta yeni politikalarını icra etmeye başladılar. 11 Eylül ikiz kuleler olayı bunun için planlanmış ve yapılmıştır. Irak'ta Saddam'ın, Libya'da Kaddafi'nin  şeytanlaştırılarak düşman ilan edilmeleri neticesinde enerji ve su kaynaklarına bunların güzergahına hakimiyet ve İslam coğrafyasında kargaşa ve  kaosun hakim kılınması  hedeflerinde önemli bir seviyeye ulaştılar. ABD'nin önleyici savaş doktrini de belirttiğimiz politikayı tamamlamaya yöneliktir. İstediği her konuyu bunu tehdit olarak algılıyorum deyip tüm cinayet ve katliamlarına gerekli olan meşru zemini hazırlıyor, arkasından medyayı yoğun olarak kullanıp dünya halklarını da, kendi kamuoyunu da buna inandırıyordu.

Aslında bu konuda batılıların tecrübesi eskiye dayanır. Oryantalist araştırma ve yaklaşımlar buna dair pek çok ipucu veriyor. Olmayan, aslında öyle olmayan, ama öyle olduğu kabul edilerek ötekileştirme-kurgulama  ve  ötekileştirdiği doğuyu da güçlü bir propaganda diliyle öyle olduklarına inandırma…

Siyonist çetenin Filistin topraklarında yaptığı zulümlerin dünyada bir benzeri neredeyse yoktur. Yahudi olmayan herkesin köle ve  kendilerine düşman olduğu esasına dayanan siyonist politikalar sonucunda  yahudi  de tam bir paronayak halk yapmışlardır. İslamafobi - islam korkusu - propagandası, köklerini oryantalizm, düşman icat etme, ötekileştirme düşüncesinden almaktadır. Daha işlevsel bir yol buluncaya kadar bu yöntemi uygulayacakları anlaşılıyor.

 Tam burada ülkemize dair bir parantez açalım. Yaşadığımız coğrafyada Kemalistlerin 80 yıldır uyguladıkları yöntem de aslında bunun kaba bir kopyası olmuştur.  "İrtica tehlikesi”, “Etrafımız düşmanlarla çevrili”, “Türk'ün Türk’ten başka dostu yok” ve benzeri söylemlerle 80 yıl idare ettiler. Devletin resmi ideolojisi kurulduğu günden yakın zamana kadar türkçülük olmuştur. Resmi ideolojinin devamı için de son yıllarda  kürtçülük ve PKK  icat edilmiştir. PKK’nın devlet eliyle icat edilmesi ve çatışma üzerinden sadece resmi ideoloji ayakta kalmamış, yanısıra bölgedeki bağımsız kürt hareketlerinin tamamı da PKK eliyle ortadan kaldırılmıştır.

Mazlum Kürt halkı “türkçülük için”, türkçülüğün ayakta durabilmesi için düşmanlaştırılırken, Türk halkı da irtica ve sair sebeplerle düşmanlaştırılmıştır. Müslümanlar düşman, Kürtler düşman, Aleviler düşman, herkes düşman. İsmet İnönü'ye atfedilen ”bu halk da sizin düşmanınızdır ”cümlesi bu  politikayı anlayıp uyguladığını göstermektedir.

Batılılar kendi dışındakileri düşman ilan edip politikalarını icra ederken, Kemalistler kendi halkını düşman ilan edip politikalarını icra ettiler. Veya şöyle de denebilir; batı için de, ve batının emirlerinin uygulayıcısı Kemalistler için de düşman “müslüman halktı”. 

Müslüman ülkelerin tamamında ve ülkemizde bulunan güçlü ordu ve şehirlerin göbeğindeki askeri birlikler kendi halkını düşman gördükleri  için vardı,yani rejimi halktan korumak için. Devletin resmi ideolojisi olan türkçülüğün içeriğini ideolojik olarak doldurabilecekleri bir şey olmadığı içindir ki; bir düşman veya düşmanlar icat edersiniz, onlara düşmanlık yaparak kendinizi var edersiniz. Böyle bir politikayla bir yandan rejimin askeri bir rejim oluşunu dikkatlerden kaçırırsınız, diğer yandan askerin otoritesine hiçbir zaman halel gelmez. Askerin yaptığı hiçbir zaman, hiçbir şekilde sorgulanamaz,yaptığı darbelerden, harcamalarına kadar...

PKK ve kürtçülük yıllardır bu otoritenin ve sistemin resmi ideolojisi türkçülüğün  devamı için mi vardı yoksa Kürt halkının haklarını savunmak için mi?

PKK Türkçülüğün, bu politikanın devamı için var edilmiş  olan bir düşmandı. PKK nın niçin oluşturulduğuna dair önemli bulduğumuz başka görüşler de var. Örneğin, Abdülbaki Erdoğmuş MAHZUN MEZOPOTAMYA isimli  raportaj kitapta şöyle diyor; "devlet 1923'ten bu yana Türkleri modernleştirmeyi başardı ama Kürtleri modernleştirmeye başaramadı. PKK hareketi devlet eliyle Kürtlerin modernleştirilmesi operasyonudur.” Bu da önemli bir tespittir ve bizim kanaatimize ters düşmez. Bir taşla birden fazla kuş vurulması olayıdır.

Yakın döneme ilişkin bir parantez açalım...

Muhafazakar demokrat  Ak Parti iktidarıyla beraber devletin kendi halkına düşmanlık politikası kademeli olarak değişmeye başladı. Namaz kılan ve eşlerinin başları kapalı  başbakan ve  cumurbaşkanı, kamu kurum ve kuruluşlarında başörtüsü kullanmasının serbest bırakılması, rütbeli  askerlerin asker cenazeleri  ve cuma namazlarına katılmaları, eskisi gibi Müslümanlara ve İslam'ın kutsallarına hakaret etmemeleri ve benzeri dini görüntüler devlet millet kaynaşmasını sağlamış oldu. Bu kaynaşma “ben müslümanım” diyen halkı ,hatta İslamcıların pek çoğunu demokrasiye, laik rejime sahiplenme noktasına getirdi. 15 Temmuz gecesi kahir ekseriyetini Müslüman halkın oluşturduğu kitleler Amerika - nato darbesini engelledi. Darbeyi savuşturmakla birlikte cumhurbaşkanına, seçtikleri meclise, devlete, sisteme de sahip çıkmış oldular. Daha önce düşman ilan edilen bu halk düşmanlıktan kademeli olarak çıkarıldığı için artık askeri birliklerin, garnizonların şehrin göbeğinde olup sistemi-rejimi halktan korumasına da gerek kalmadı. Yeni düşman tanımı küresel sistemin diliyle uyumlu bir hale geldi ve düşman koltuğuna terör oturtuldu.

Artık yeni düşman fetö, daeş, pkk, pyd  vs. terör örgütleriydi. Tabi bunları söylerken “cemaatin” ihanet noktasına kadar varmış olan işbirliklerini, kendi milletine vatanına düşmanlığını, yıllardır müslümanları bile kendilerine bir tür düşman görüp, İslam düşmanlarına her türlü dostluğu göstermelerini yok saymıyorum. Gerçekten de”hoca efendi” şimdiye kadar kâfirlere, fasıklara, zındıklara, laiklere, Hiristiyanlar'a, Yahudilere gösterdiği yakınlığı dostluğu güler yüzü (ya da gülen yüzünü)ne yazık ki müslümanlardan esirgedi.Mesela Deniz Baykal’a gösterdiği dostluğu güler yüzü merhum Erbakan hocaya  göstermedi. Parantezi kapatıyoruz.

- Bizler emperyalizmin yeni sömürü sisteminin, zulüm - katliam sisteminin hayali düşmanlarıyız.

Zalim ve sömürgecilerin düşman gereksiniminden kaynaklanan var olmak nesne olarak var olmaktır, aslında var olmamaktır,hakiki olarak var olmamaktır.

İslam'ın , insana ve varlık alemine ilişkin tanımlamaları, bizden istediği ekonomik - sosyal - siyasi - ahlaki-insani değerler vardır. İslam; insan fıtratına uygun olması itibariyle, adalet, özgürlük, insanca yaşama idealleriyle mevcut emperyalist - zülüm sistemine karşı koyabilecek tek dindir.  İslam'ın insana insani yönünü yeniden kazandıracağı, küresel zülüm sisteminin tek alternatifi  olduğu, bu potansiyele sahip olduğu doğrudur.

Ancak bizler ne kadar bu değerlerin ifadesiyiz, insani değerleri, anlamları, adaleti, insan olmayı ne kadar temsil ediyoruz; bunun üzerinde durmamız gerekiyor.

Emperyalistlerin yeni sömürgeci politikaları sebebiyle bizi düşman olarak tanımladıkları için, yani düşman ihtiyaçları sebebiyle  var olduğumuzu anlamamız gerekiyor.Bu şekilde  var olmanın  asli bir varoluş değil arızi bir varoluş olduğunu bilerek hareket etmemiz lazımdır. Gerçek olarak  var olduğumuz yanılgısına düşmemeli, “meğer biz neymişiz” kabilinden büyüklenmek yerine olayların arkasındaki gerçekleri anlamak gerekir.

Cihattan, kâfirlerle - zalimlerle mücadeleden eden söz eden ve bunu tüm dünyaya yayacaklarını savunup küresel cihat, küresel intifada ve benzeri büyük iddialarla konuşan Müslüman grup ve fertlerin aslında neye hizmet ettiklerini anlamaları  gerekiyor. El kaide, Boko haram ,ışıd  ve benzeri örgütler ABD ve Batı'nın düşman gereksinimleri  ve İslam korkusuna uygun zemin için mi vardır, yoksa İslami bir gereklilik ve müslümanca bir varoluş için mi?

Allah yolunda cihat, kâfirlerle mücadele ve benzeri samimi duygularla bu örgütlere katılan insanların içtenliklerine, fedakarlıklarına ve bu konuda hiçbir çıkar gözetmeden sadece Allah rızası için bir takım şeyler yapmaya çalıştıklarına bir sözümüz olamaz. Ancak bu samimi duyguların kimler tarafından kullanıldığını-sömürüldüğünü, kimin çıkarlarına hizmet ettiğini ve nerelere kanalize edildiğini  iyi düşünmemiz gerekiyor.     

Cihat adına, cihad ederken kısası uygulama adına bir esiri yakarak öldürürseniz bu hareketiniz sadece İslam korkusuna ve dünya kamuoyunun İslamdan ve Müslümanlardan nefretinin artmasına yol açar. İslam'a hizmet etmek değil, kâfirlerin Müslümanları şeytanlaştırma - ötekileştirme politikalarına, islamofobiye hizmet etmiş olursunuz. Bu insanların islami bir vecibeyi yerine getirdiklerini sanmaları,yollarımıza  oturan İblisin bize sağdan yaklaşmasından başka bir şey değildir.

Cihat etmek, diğer İslami vecibelerden bağımsız değildir. Mesela cihat; tebliğden, adaletten, avf ve merhametten,insanlara  insanca muamele etme ahlakından, kâfirlerin bile sahip olduğu haklardan bağımsız değerlendirilemez. Kâfirlerin oyunlarına gelerek nefsin arzularına boyun eğerek; kâfirlerin kalplerine korku salma adına yapılan canavarca eylem ve hareketler islama hizmet etmek değildir. Bunlar sadece kafir ve zalimlerin memnuniyetlerini ve dünya halklarının müslümanlara düşmanca ön yargılarını arttıracaktır.

Tarihimize hamasetle bakarak bugün büyüklenmek ve ayaklarımızın yerden kesilmesi sadece bir rüyadır. Tarihi geçmişimizin büyüklüğü bu gün de büyük olduğumuz anlamına gelmiyor. Bizlere büyük laflarla, geçmişten örneklerle "medya uyuşturucuları" ve propaganda yoluyla rüya gördürüyorlar. Üstelik bu rüyayı uyku halinde olmadan uyanıkken gördürüyorlar. Bu aldatmacayı gerçek sanmak zavallılığımızı ortaya koyuyor. Sadece slogan ve söylemlerden ibaret köksüz, içeriksiz hayalden ibaret bir anlayışla kafirlere karşı koyduğumuzu sanıyoruz.

Zalim Saddam - Irak devrimi, zalim Kaddafi - Libya devrimi, zalim Esad - Suriye devrimi ve benzeri kelimelerle bir yere varamadığımız gibi. Vardığımız netice sadece harabeye döndürülen  şehirler parçalanan ülkeler, psikolojisi bozulan insanlar, öldürülen kadınlar ve çocuklar göç eden milyonlarca insan ve 50 yılda zor düzelecek İslam beldeleri ...

İslam, Şeriat, cihat, İslami devrim ve benzeri kelimelerle Libya'da çokça konuşan, savaşan, bunu dillendirip  çok büyük laflar edenler şimdi neredeler? Bunların hiçbirinin şu an ne sesleri çıkıyor ne de büyük kelimeleri duyuluyor. Bu kelimelerle konuşanlar Kaddafi'nin devrilmesinden sonra İslam adına ne ortaya koyabildiler?

Bir programları, önerileri, bunu uygulayacak toplumsal ve siyasi hazırlıkları, örgütlenmeleri, vizyonları, düşünsel  dirayetleri olmadan bir şey ortaya koymaları mümkün mü? Aynı durum Suriye için de geçerli değil mi?          

HAKİKİ VAROLUŞ

Peygamber AS’ın hayatında  ve onu takip eden dönemlerde İslam'ın ve müslümanların varlığı  gerçek olduğu için düşmanın varlığı da gerçekti. Bugün ise düşmanın varlığı gerçek bizim varlığımız ise hayalidir.

İslam'ın ilk dönemlerinde Müslümanlar düşmanın varlığına ihtiyaç duymadan sadece kendi değerleriyle vardı. Hakkı, hakikati, vicdanı ,adaleti, doğruluğu, iyiliği, dürüstlüğü, güzel ahlakı temsil ederek var oldular.Atasoy ağabeyin tabiriylebütün insani erdemleri temsil ettikleri için” vardı.

Varlığımız  hakka dayandığı için hakiki idi. Gerçek varoluş;hakikatın yanında olmakla,hakikati temsil etmekle, her hal ve şartta hakikatten yana olmakla mümkündür. Bu sebeple düşman da tamamen hakka adalete, iyiliğe,vicdana karşı olduğu;zülmü ahlaksızlığı sömürüyü caniliği seçtiği için düşmanlık ediyordu.

Çünkü dünyevi çıkarları buna dayanıyordu.

Bize göre hakikat - gerçeklik varlığını alemlerin rabbi olan Allah'tan alır. Gerçek anlamda varolabilmek ise rabbimizin istediği yöntemler, dil ve kelimelerle ancak mümkündür. Hayali zeminlerde kafir ve zalimlerin düşman ihtiyacı için var olanlar hayali olarak var olurlar. Bu şekilde var olanların hayatın gerçeklerine müdahale etmeleri, hayatı dönüştürebilmeleri, bu zamanda var olabilmeleri mümkün değildir.

Allah'a ait olmak, bütün insanları buna çağırmak demek bütün insani anlamlara çağırmak demektir. Bu çağrı ile varolmak neticesi ne olursa olsun gerçek bir varolmadır. O zaman varlığımızın bir anlamı olduğu gibi düşman olarak görülmenin de bir anlamı olacaktır. O zaman hayatın bir anlamı olduğu gibi ölümün de bir anlamı olacaktır. Şöyle de denebilir; ölümün anlamı olduğu zaman ancak hayatın bir anlamı olur.

Tevhid'in anlamlarının var olduğu bir hayatta hayatın da ölümün de, dostluğunda düşmanlığın da, darlığın da genişliğin de anlamı birdir.

Kendi değerlerimizle var olmak öteki ve düşman oluşturmaya ihtiyaç duymaz. İslam,  İnsan fıtratına uygunluğu vicdanlara, akla ve kalbe hitap ettiği için düşmana ihtiyaç duymadan tüm insanlığa sunacak değerleri olan davetin adıdır.

Yüceler yücesi rabbimizin kelimelerinin yüceltilmesi asıl amacımızdır. Onun kelimeleriyle inanmak, konuşmak yaşamak hayatımızın amacıdır. Batılı kelimelerle konuşmak ve onları yüceltmek İslam'a bağlı olanlar için alçalma vesilesidir.

İzzet ve şeref ancak izzet sahibi olan, şanı yüce rabbimizin buyrukları doğrultusunda olmak ve onun kelimelerini yüceltmekle mümkündür. Konjonktürün veya yaygın ideolojik kültürün kelimeleriyle var olmak İslami anlamda bir kıymeti olmayan hayali bir varoluştur. Konjonktürle var olanlar konjonktürle yok olurlar. Değerler ve ilkelerle var olanlar ise ancak o ilke ve değerleri kaybedince yok olurlar.

Temsil ettiği anlam ve değerlerle var olanlar için düşmanın varlığı anlamlıdır. Yoksa düşmanı önce tanımlayarak var olmaya çalışmak, varlığımızı düşmanın varlığıyla tanımlamak hastalıklı bir durumdur ve bizi büyük yanılgılara düşürür. Bu yanlışa düşmemeliyiz. Emperyalist zalimlerin paronayak yaklaşımları veya düşmana olan ihtiyaçlarından dolayı düşmanlık ve zulme maruz kalarak var olmak, aslında var olmamaktır. Hak üzere olmak ve bunun için düşmanlık ve zulme muhatap olmak ise yukardakinden çok farklıdır. Hak üzere olmadığı halde zulme maruz kalmak ise apayrı bir durumdur. Hak üzere bulunup hakikatin sesi olanlar karşısında zülüm ve tuğyan cephesi hep var olagelmiştir. Haktan sapmanın bütün dereceleri o derecede tuğyan demektir. Burada sorulması gereken pek çok soru var. Zulmün çok sebebi ve çeşidi olduğu gibi zulme maruz kalmanın da sebepleri ve çeşitleri farklıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi hak üzere ve hakikatin sesi olduğumuz için mi düşmanlığa  maruz kalıyoruz, yoksa zalimlerin paranoyaları ve düşman ihtiyaçları için mi?

Her hal ve şartta hak üzere olmak ve haklı kalmak, izzetli olmayı beraberinde getirir. Zulüm ve tuğyan ehline benzeyerek izzetli olunmaz zilletli olunur. İtalyanların yaptığı zülüm ve eziyetlerin aynısını  esir alınan İtalyan askerlerine yapmak isteyen savaşçı ve komutanlarına, merhum Ömer Muhtar’ın söyledikleri çok önemlidir. Şöyle diyor:” bizim öğretmenimiz onlar değil”. Savaş, öfke, zulme uğramak, canının yanması durumunda bile hak üzere kalabilmek... Bu hassasiyeti, böyle bir erdemi günümüzde cihat yaptığını söyleyen zavallıların anlaması böyle davranması, mümkün mü?

Bugün içinde bulunduğumuz durumun sağlıklı bir değerlendirilmesi yapılmalıdır. Müslüman olduğumuz için zulme maruz kalıyoruz tespitinde bulunmak çok yüzeysel bir yorum olur. Bugün içinde bulunduğumuz zillet asla İslam'ın-hakikatin ifadesi olan müminler için söz konusu olamayacak bir haldir.

Büyük düşmanın varlığı bizim de büyük olduğumuz anlamına gelmiyor. Büyük düşman edinerek var olmak değil, büyük ve yüce değerleriniz ve varlığınız sebebiyle büyük düşmanlığa muhatap olmak asıl olmalıdır. Tabii ki en güzeli düşmanın değerlerimizin güzelliğini itiraf edip düşmanlık yapmamasıdır.   

Büyüklüğümüz ve varlığımız kıymetini yaşayıp yücelttiğimiz değerlerden alır. Yaşayarak yücelttiğimiz değerlere ancak bizim değerlerimiz diyebiliriz. Sloganik, kuru söylemden ibaret bazı kelimelerin dillendirilmesinin bir anlamı yoktur. İslami değerleri yaşayıp yüceltenler ancak yücelirler ve  izzet sahibi olurlar.    

Kelimetullahı yüceltmek için çaba sarf edenlerin karşısında durmaya çalışan hiçbir gücün bir kıymeti yoktur.

Bu bağlamda kelime-i tevhidin anlaşılması da dahil  düşülen bir yanlışlığa dikkat çekmek istiyorum. Bu yanlış anlamaya 1960 lı yıllardan itibaren gelişen siyasi bilincin tek boyutlu olması, bir ideoloji gibi İslam'ı anlamaya çalışmak ve konjonktürel bakış açısı sebep olmuştur.

Bu durumun “ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın;gündüz geceye muhtaç sen bana lazımsın”dizeleriyle başlayan altyapısı “putların reddi”,”tağutu inkar”söylemleriyle devam etti.

La ilahe illallah”derken devamlı ana vurgu la ilahe kısmına yapıldı. Tabiri caizse illallaha bir türlü gelinemedi. Bunun pratikteki tezahürü ise hep tağuta, tuğyana, zulme ,küfre ,düşmana dikkat çekip, onları reddetmenin esas olduğu düşüncesi tüm davranışlarımızda belirleyici oldu . Yani düşmanın varlığıyla kendimizi tanımlama ve var etme (öteki ile-  reddedilmesi gereken ile) yanlışına düştük. Zalimlerin kafirlerin sömürgecilerin düşmanla var olmaları anlayışı bize de sirayet etti, iliklerimize işledi. Bu yanlışı içselleştirerek onlara benzedik.

Düşmanlığa-muhalefete sebep olan bir konu mesela başörtüsü yasağı ortadan kalkıp kimi dini makyajlarla sistem güzelleştirildiği zaman ,müslümanların büyük çoğunluğunun muhalefeti de bitmiş oldu. Önce Özal döneminde arkasından Ak Parti döneminde yaşanan sönüklüğün ve bozulmanın buna bağlı olduğunu düşünüyorum.

Halbuki arapçada nefy lamı ile bir şeyi ne nefyetmenin (yani reddetmenin) ve arkasından illa istisna edasıyla birini veya bir kısmını istisna saymanın anlamı,istisnayı güçlü kılmak,istisnayı güçlü bir şekilde inşa etmek, bu inşayı tahkim etmektir. Müstesna tutulandan başka her şeyi nefyederek(olumsuzlayarak-reddederekasıl olanı  güçlü olarak ortaya koymaktır.

Bunun içindir ki asıl illallahtır, tali olan ise la ilahedir. Asıl olan Allah'tır ve ondan başka bütün ilahlar asıl değil arızidir. Bırakın ondan başka ilahları ondan başka her şey sonradan olma olduğu için arızidir yani sonludur. Bize göre mevcudat,yani varlık âlemi varlığını O’ndan alır ve anlamını da, varlığını da sadece Allah'a borçludur. Mutlak hakikat, ezeli ve ebedi olan O’dur; mutlak hakikat  sadece onun katından gelendir.

Sadece Allah'tan başka ilahları reddetmeye, şirki küfrü, tağutu inkara yapılan vurgudan ve bunun öne çıkmasından ibaret olan kuru siyasi söylem bütün gündemimizi işgal etti. İslam'ın bizden istediği kulluk ve derinlikten uzak, varlığını yaşattığı ilke ve prensiplere ve hak üzere olmaya değil düşmanın varlığına borçlu, söylemi olup eylemi olmayan yavan, kuru insanlar ortaya çıktı.

Ahlaki - İrfani boyuttan yoksun, temel insani - İslami anlam ve  amaçlar konusunda köklü bir bilince sahip olmayan, İslam'ın istediği ilkelerden nasibini almamış, esen rüzgâra  göre yön değiştirebilen, redde dayalı slogan ve yüzeyselliklere itibar eden bir anlayışla nereye varılabilir?

Halbuki buyruk çok açıktı; "Allah'ın ahlakı ile ahlaklanın", "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim."

Böyle bir ahlaka,duruşa sahip olduğu için var olmak asıldır, aslidir, hakikidir, gerçektir. Gerçekten  var olmaktır. Böyle bir durumda Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak demek varlığımızı Allah'ın belirlemesi,peygamberi ahlakın belirlemesi demektir. Allah'ın halifesi olmak demektir. Böyle var olanlar düşmana ihtiyaç duymaz, varlığı hakka dayandığı için hak olarak var olurlar. Çünkü kendisini ve varlığını hak tanımlar.

Karşıda düşman olduğu için var olmak ise arızidir, illetlidir, hakiki değildir. Varlığını, reddettiği düşmana (tağut-zalim-kafir vs)bağlı olarak tanımlayacağı için kendisi de illetle var olur. Varlığını hakla değil karşıdaki düşmanla tanımladığı için hak olarak var olamaz. Batılla var olacağı için, kendini yani varlığını batılla tanımlamış olduğu için ta baştan batıl olur.

Sadece eleştiri ve inkardan ibaret bir dil tüm bu sebeplerle illetli,eksik ve sığ bir dildir.

Hakka tabi olduğu için hak olarak var olanlara selam olsun.

(Not: Bu yazı aynı zamanda İslami Analiz de yayınlanmıştır)

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
y karakan | 09.01.2020 23:25
üsdad okudum altına imzamı atarım. türkiyedeki çoğu güya islamcı yatarlar tarafından katil ilanedilen ŞEHİD SÜLEYMANİ, hakkında yazmanı istiyorum,