metrika yandex
  • $32.57
  • 34.69
  • GA19020
İtidal

İran Devrim ve Doğu Guta

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
26.02.2018

Dilerseniz bir soru ile başlayalım; İran, Eylül 1980’de başlayan ve Ağustos 1988’de BMGK’nın 598 sayılı ateşkes kararını kabulü ile sona eren İr an-Irak savaşını niçin 8 yıl sürdürdü? Diğer yandan savaşın sadece Irak’taki Baas rejimine karşı devam ettirildiğini, Irak halkı ile bir problemleri olmadığını sıkça dile getiren İran, Baas’ın diğer bir parçası olan Suriye ve Esat rejiminin arkasında niçin duruyor?

 

İran, 11 Şubat 1979’da İslam adına bir devrim gerçekleştirdi. Üstelik de Osmanlı sonrası bütüncül İslam, ya da Siyasal İslam’ın bittiğini ve bir daha akidesi, ibadeti, siyaseti ile insanlığın gündemine gelmeyeceğinin ilan edildiği bir zaman diliminde gerçekleşti devrim. Devrim önderi Humeyni ve yakın çalışma arkadaşları devrim öncesi lider bir fikir ortaya koyarak ve bu fikre liderlik yaparak devrimi gerçekleştirdi. Devrimin lider fikri TEVHİD’de vahdet idi. Tevhid inancında asla Allah’a ortak koşmak yoktur. İnsan ve toplumlar inandık dedikleri Allah’ın bütün hükümlerine pazarlıksız evet demek durumundadırlar. İtikadi, ibadi ve siyasi olarak O’ndan başkasının buyruğuna “evet” demek tevhidi bilinçle bağdaşmaz. Zira Kur’an bu gerçeği ortaya koyuyor: “O Allah’ın dinine iman edenlere yeryüzünde iktidar verdiğimizde onlar zorbaların sapkınların yoluna sapmazlar, onlar namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emreder kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar.” (22/41) Ve yine; “Ey insanlar! Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (7/3)

 

Tevhidde vahdet prensibinin yanısıra Müslümanlar arasındaki parçalanma, tefrika ve benzeri oluşumlara karşı da; “Şiilik de yok, Sünnilik de yok. Ancak İslam” dendi ve devam etti; “Ne doğu ne Batı, ancak İslam.” Devrimin lider fikri bunlardan oluşuyordu. Ne var ki bunları kabul etmeyen İslam dışı kaynaklardan beslenen ve onlara inanan bir yığın insan yaşamaktaydı İran’da ve İran dışında.. Onlara da bir formül bulundu; “Şah’a ve Şahlık rejimine karşı olmak” ortak paydası belirlendi. Devrim sürecinde ve sonrasında devrim önderi ve çalışma arkadaşları hiçbir şekilde İslam’dan taviz vermeyerek, farklı mezhep ve meşrep mensubu Müslümanları ötekileştirmeden, Şah ve yandaşlarıyla uzlaşmaya gitmeden devrimi tamamladılar.

 

Bilindiği gibi 1945 Yalta antlaşması sonrası çift kutuplu dünya ki, aslında 1945-1990 arası Dünya çift kutuplu değil, tek kutupludur. Zira 2. Dünya Savaşı’nın tek galibi Amerika’dır. Her neyse bu kutup ya da kutupların tamamı, tüm İslam dışı güçler, halkı Müslüman olan ülke yöneticileri Humeyni’ye ve devrime düşman oldular. Zira bu devrim onların sömürü düzenlerini, oligarşik yönetimlerini sarsmaya namzet idi. Bu nedenle tez elden İran’a bir savaş tahmil edilmeliydi. Nitekim Eylül 1980’de Saddam’ın lideri olduğu Baas rejimi İran’a saldırdı. Savaş 8 yıl sürdü. Savaş esnasında İran şayet Irak’a yönelik saldırı gerçekleştirecekse öncelikle o bölgedeki sivil halkı uyarıyor ve bölgeyi terk etmelerini istiyordu. Yani sivil halkın zarar görmemesi için özel bir hassasiyet gösteriyordu. İran, elinde birçok önemli silahlar bulunmasına rağmen bu silahların tamamını Irak’a karşı kullanmıyordu. 1973-1974 petrol krizi sırasında Kıssenger’in teşviki ile İran Şahı yaklaşık Amerika’dan 100 milyar dolarlık silah almıştı. İran’ın kara, hava ve deniz gücü fevkalade güçlüydü. Ama bu gücünü Irak’a karşı kullanmadı. Niçin? Bu soruya 1987 Aralığında İranlı bir yetkiliye sorduğumuzda: “ Biz Irak halkıyla savaşmıyoruz. Irak’taki Baas rejimiyle savaşıyoruz ve Baas rejiminin tahmil ettiği savaşı durduracak kadar silahlarımızı kullanıyoruz. Unutulmasının ki bizim İslami kimliğimiz devam ettiği sürece daha nice savaşlarla yüzyüze geleceğimizin bilincindeyiz. Kullanmadığımız silahları o günler için saklıyoruz” demişti.

 

Nitekim savaş bitti. Daha doğrusu savaşa son noktayı Amerika koydu. 3 Temmuz 1988’de Basra körfezindeki ABD donanmasına ait Viskonsin uçak gemisinden atılan bir füze ile İran’ın, içersinde 296 yolcusu bulunan Airbas 300 uçağını körfeze gömerek savaşın bitmesini sağladı. İran ve bölge ülkeleri gördüler ki Ortadoğu’da, Körfez’de cereyan eden savaşların asıl tarafları kendileri değil. Kendileri sadece bir figür konumundalar.

 

Keza bugün de yaşadıklarımız bundan farklı mı. Saddam’ın Kuveyt’i işgali, körfez harekatı, Irak’ın işgali, Arap Baharı, Yemen trajedisi, Suriye katliamı hepsinin de arkasında başkaları var. Elbetteki  o başkalarının da yerel yandaşları vardır. İşte o başkalarının amaçları da bizim, bölge halkının, Bilad-ı Şam’ın, Bereketli Hilal’in yeraltı ve yerüstü kaynaklarını talan etmek İslam’ı ve Müslümanları emperyal odaklara ve onların sistemlerine alternatif olmaktan çıkartmak, Siyonist İsrail’in güvenliğini sağlamaktır.

 

Emperyal güçler böyle düşünürken ve bu düşünceler doğrultusunda ortalığı yakıp yıkarken İran’a ne oluyor? Neden İran Baas’ın Suriye kanadına kol kanat geriyor? Gerek Yemen gerekse Bahreyn ve Suriye politikalarında kendilerince birtakım haklı gerekçeler olabilir, olsun. Bunların hiç birisi Doğu Guta’daki sivil, masum insanların, çocukların katledilmesine meşruiyet kazandırmaz. Asırlar boyu Zeydilerin yönetiminde olan Yemen’de Müslüman halkın kedi köpek eti yiyecek kadar, açlıktan ölecek kadar harap ve bitap düşmesini mazur göstermez. Bunun bir tarafı Suudi Arabistan olabilir ya da başkaları. Ama eğer İslam Devrimi yapmış İran kendisini Suudi Arabistan seviyesinde görüyorsa diyecek bir şey yok. Şayet bu yaklaşımların İslam’dan, devrimden, devrim ilkelerinden kaynaklandığını söylüyor iseler bu da inandırıcı olamaz. Ve yine bunları Şia inancının yaygınlaşması, İran yayılmacılığı ya da ekonomik, enerji amaçlı yapıyorlarsa bu da devrimin temel ilkelerini inkar ettikleri sonucunu çıkarır. Tevhidde vahdet, ne Şiilik ne Sünnilik ancak İslam ilkesi harap olur. Keza bu duruma sessiz kalan Suriye’deki, Yemen’deki katliam açlık ve sefalete seyirci kalan tüm insanlık bu felaketin altında kalır. Dünya Müslümanlığı, insanlığını ve Müslümanlık iddiasını kaybetmiş olur. Hele hele ünvanı büyük İslam alimleri, kızların evlenme yaşıyla uğraşanlar, asansör fetvası verenler, imsak vaktinin tartışmasını gündem konusu yapanlar, günahkarlara günahkar diyemeyen zavallılar en önemlisi de Suriye’de Eset rejimini arkasında duran, Doğu Guta faciasına aldırış etmeyen Yemen’deki facialardan nasipdar olan İran’ın anlı şanlı Ayetullahları siz Humeyni’den onun insan sevgisinden İslami hassasiyetinden hiç mi ders almadınız? Zalim Şahlık rejimine meydan okuyuşuna hiç mi dikkat etmediniz?

 

Bakınız, Humeyni bir Muharrem ayının başında yayınladığı fetvada ne diyor: “Vaizler, Müslüman halka dini hükümlerin hayata geçirilmesini hatırlatmalıdırlar. İmam Hüseyin’den ders almalı, İslam’ın yaşanması için çaba harcamalıdırlar. Hapisten, tehditlerden yılmamalıdırlar. Zalim iktidara karşı besledikleri nefreti haykırmalıdırlar. Sükut etmek bugünlerde, bu zalim yönetimi teyit etmektir. Sessiz kalmak İslamiyet’in düşmanlarına hizmet etmek demektir. Allah’ın gazabından korkunuz. Allah’ın huzurunda sorumlusunuz. Eğer İslamiyet’e bir zarar gelecekse bunun sebebi sizin sükutunuz olacaktır.” (İran’da Devrim ve karşı Devrim, Asaf Hüseyin, s. 156)

 

Suriye’deki, Doğu Guta’daki, Yemen’deki katliamlara sessiz kalanlar, Baas’ın Irak versiyonu ile savaşanlar ancak Suriye’deki Baas’a gülücükler atanlar, yardımcı olanlar lütfen şunu açıkça söyleyin; biz devrim ve onun ilkelerinden uzaklaştık deyin, ne Şiilik ne Sünnilik ancak İslam esasından vazgeçtik deyin. Zalime zalim demekten vazgeçtik deyin. Ya da önce kendi vicdanınız, ardından tüm insanlığı, Müslümanları tatmin edecek gerekçeler ortaya koyunuz. Aksi halde bir Müslüman olarak dinim adına yapılan İran İslam devrimini başından beri takip eden birisi olarak sorumlulara, zulüm ve zalimler karşısında susanlara şayet varsa hakkım helal etmiyorum. Ve bir ayet: “Sakın zulmedenlere dayanmayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım edilmez.” (11/113)

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş