Bugün yaşayan insan varlığının dörtte biri Müslüman kabul ediliyor. Ancak Müslüman nüfusun hakim olduğu coğrafyalar genel olarak daha yoksul; kan banyosu hayatın doğal akışı gibi; insan olmaktan kaynaklı bir çok temel hakkın çok iyi olmadığı toplumsal düzenlerle yönetiliyorlar. İnsanlar akın akın başka coğrafyalara ulaşmaya çalışıyor. Bunun için denizlere açılıyorlar binlerle. Bazı seneler denizlere açılanların üçte biri hayatını kaybediyor; iyi haber, bazı seneler bu ölümler dörtte bire düşüyor. Sorunların genel kaynağı olarak emperyalizmi, ABD, İsrail vs. dünyanın önemli güç odaklarını sorumlu olarak belirleyip rahatlıyoruz.,
Halbuki bir zamanlar tam tersi yaşanmıştı. Bilinen dünyanın en yaşanılası yerleri, refahın ve güvenliğin parladığı coğrafyalar Müslümanlara aitti;
Dünyanın bilinen ana karalarında İslam medeniyetinin tatışmasız bir üstünlüğü vardı. Bu üstünlük nasıl oluşmuştu? Hangi dinamikler bu başarıyı sağlamıştı? Farklı bakış açılarından farklı yorumlar yapılabilir. Somut olgu ve verilerle başarının sebepleri için neler söylenebilir?
Öncelikle o yüksek medeniyetin temel belirleyeni İslamdı.
Peygamber'in tebliği tamamlaması ile birlikte hızla büyüyen İslam Devleti kısa sürede geniş coğrafyalara hakim oldu. O gün şöyle denilmedi: "Kuran bize yeter, başka hiçbir şeye ihtiyacımız yok." Kuran bir hayat felsefesi, dünyaya bakış açısı getirmişti. Temel değerleri vermişti. Ancak hayatın karmaşıklığına cevap verecek, akıp giden hayatın bütün ayrıntılarına karşılık gelen bir teferruat kitabı değildi. "İlim Çin'de de olsa gidilmeli, alınmalı," idi. Dünyanın bütün bilgilerine ulaşmak üzere, özgüvenle, cesaretle, büyük bir azimle, bütün kaynaklar kullanılarak harekete geçildi. Matbaa yoktu. Kitaplar elle yazılıyordu. Şam, Bağdat, Kahire'nin kütüphanelerinde mülyonlarca cilt kitaplar vardı. Zenginliğin ölçüsü kütüphane sahibi olmaktı. Bir Müslüman zenginin kütüphanesinde bütün bir ortaçağ avrupasındaki kitap sayısından fazlası vardı. Aynen bugün fareleri, uzayı inceleyen üniversite bölümlerinin yan tarafında oturan oryantalistlerin aralarında dolaşan kitap sayısının bütün İslam dünyasındaki kitap toplamından fazla olması gibi..
Tarihin ironisi..
Müslümanların halifesi Mutasım ve Harun Reşit, Bizansı yendiklerinde, savaş ganimeti olarak Ortaçağ Avrupasında yasaklanmış kitapları savaş ganimeti olarak almışlardı; savaş ganimeti, kitap; tarihte başka örneği yok. Romanın, Yunanın, İskenderiyenin klasikleri Müslümanlar için, korunması gereken, insanlığın değerleri idi. Bu kitapları okuyanların ateşlerde yakıldığı engizisyon mahkemelerinin arkasındaki o karanlık aklın mantığı ile, dinimizi bozar endişesi ile dünyaya bakmıyordu Müslümanlar; kralları savaş ganimeti olarak kitap almanın dışında, büyük servetler harcayarak, ajanlar savaşı ile bilgiye, kitaba yatırım yapıyorlardı. İnsanlığın kadim bilgisini aldılar, üzerinde çalıştılar, geliştirdiler, korudular, Endülüs ve Sicilya üzerinden bu bilgi hazineleri Avrupa'ya aktı ve Rönesansın doğumuna vesile oldu.
Devletler belirli yorumları, değişik etkenlerle benimseseler de, sonuçta çoğulcu yorumlar hakim oldu. Mezhepler, ekoller, okullar buna hizmet etti. Ruhban sınıfı olmadı. Papalık gibi bir kurum olmadı. 'Aforoz'cular sınırlı alanlarında kaldılar o gün. "Benim görüşüm, yanlışlanma ihtimali olan doğru, seninki, doğru olma ihtimali olan yanlış," tı.. "Onlar, sözü dinler, en güzeline uyarlar," dı. Yani, yalnız uyacakları söze izin verip, diğerlerini yasaklayıp, sahiplerini yakmayı dinlerine uygun görmüyorlardı. Dönemlerine göre, başkalarına göre artıları olan, ancak, bugünle karşılaştırıldığında çok da savunulamıyacak olgular da vardı elbette. Ancak sonuçta kültürü koruyan, geliştiren, özgürlükleri artıran, medeniyet gelişimi için gerekli olan münbit bir iklim vardı.
Şu oldu, bu oldu; sonuçta tarih döndü, medeniyet el değiştirdi. Bilgiden korkulan, yasaklarla korunmaya çalışılan günlere geldik. İnsanları neden öldürüyorsunuz sorusuna, konuşuyorlar, cevabını verebilen, kendisini dinle tanımlayanlar çıktı ortaya.
Sadece bir yönetici seçmek üzere insiyatif kullanmayı ölümle cezalandıran günlere geldik. Mantıksızlığı sorgulamayı bile düşünemiyen bir kilitlenme yaşıyoruz.
Gücü eline alanın istemediği her insanı yok etmesini, önüne geleni kesmeyi din kabul eden bir kültürü tartışamıyoruz bile.
Kimsenin güvende olmadığı bir iklim, belki de sorunların temel kaynağı. En baştakinin de alttakinin de kendisini emin görmediği bir dünya. Düşünenlerin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ortamda, başını vücudunun üzerinde tutmaktan, karnını doyurmaktan başka bir kaygıyı taşıyamayan insanlardan başka ne beklenebilir? 'Can havli' tek davranış kalıbı ise, hangi üstün değer gelişebilir?
Teşhis tedavinin yarısı, denilmiş. Sorunların temel kaynağını belirlemek ilk adım olmalıdır. Asıl sebepler doğru belirlenebilirse çözüme ulaşmak çok kolay olacaktır.
Teşhis doğru yapıldıktan sonra, geriye sadece sefer lazımdır; gerisi Allah'ın elindedir.
Devlet mevzuuna giriş|Sait Alioğlu
26.03.2024
SÖMÜRGECİLİKTEN KÜRESELLEŞMEYE |Noam Chomsky
24.03.2024
BU UTANÇ BİZ MÜSLÜMANLARINDIR|MUSTAFA DOĞU
26.03.2024
Yusuf Yavuzılmaz ile Derkenar..
27.03.2024
Süleyman Arslantaş ile Derkenar
14.03.2024
FİLİSTİN CEPHESİNDE NİLİ CASUSLARI
04.03.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024
EBU UBEYDE'NİN YALNIZLIĞI KADİR ÇİÇEK 24.03.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024