metrika yandex
  • $32.48
  • 34.8
  • GA18240

“Öteki”nin Gözündeki “Ben” ve “Biz”

MEHMET YAŞAR SOYALAN
05.03.2018

Ait olduğu, içinde doğup büyüdüğü çevreyi, bu çevreyi var kılan sosyal ve kültürel alışkanlıkları, kabulleri hatta değerleri kendisinin kılarak veya aşarak kişinin kendisi olabilmesi gerçekten zor. Böyle bir şeyin gerçekleşebilmesi ancak kendi dünyasının/kozasının dışına çıkarak, başka dünyaların keşfedilmesi ve sonrasında bu farklı dünyaların birbiri ile kıyaslanmasıyla mümkün olabilir. Bu konuda atılabilecek ilk adım, kendi kozasından çıkılarak kendi kozası dışındaki insanın ve kendi toplumu dışındaki dünyanın farkına varabilmektir. Farkına vardığı bu dünyanın sakinlerinin de tıpkı kendileri gibi aynı havayı teneffüs eden, aynı gökyüzünü seyreden, var olan ve olacaklarla ilgili kendi tasavvurları ve kabulleri olduğunu ve bu kabuller üzerine bir kültür ve hayat inşa ettiklerini kabul etmektir. İşte bireysel ve toplumsal her değişim, dönüşüm ve yenileşme, hatta gelişme bu kabulle başlar.

 

Bu “ötekini” görebilme ve dışarıda olabilme hali ona içinden çıktığı kozasını dışarıdan seyretme, kozayı daha bütüncül bir şekilde keşfedebilme, her ayrıntının kendi özel halini ve bütün içindeki durum ve rolünü görebilme imkânı sunar. Bu seyir durumu, aynı zamanda o kozanın/ çevrenin bir parçası/nesnesi olan kendisini görmesine, tanımasına, kendisi ile yüzleşmesine de kapı aralar. Kuş bakışı seviyeden, alışkanlıklarının, geleneklerinin, toplumsal yapılarının fotoğrafını çekebilmek ona kendi seçimini yapabilme ve kendisi olabilme yolunda önemli doneler sunacaktır. Çünkü insan, kendi ailesinin veya mahallesinin dışına çıkabildiğinde, dışarıdaki ile tanış olabildiğinde ancak gerçek anlamda kendi varlığının ve farklılığının farkına varabilir, farklılığının mahiyetini kavrayabilir.

 

Karşısındaki, yani “öteki” dediği kendisine ayna olduğunda veya bir adım daha ileri giderek kendisini onun gözünden gördüğünde hem kendini ve kendi niteliklerini hem de içinde yaşadığı toplumu ve özelliklerini daha bütüncül ve gerçekçi biçimde kavrayabilir. Bu tanış olma ve görme hali bir acıma veya onu kurtarma, hidayete çağırma/erdirme çabasının bir insiyakı olarak değil, sadece keşfetme ve anlama insiyakı ile yapıldığında ancak kendisini ve kozasını da görme, keşfetme imkânı verir. İşte o zaman ancak “öteki” kendisi ve kozası için bir ayna olma fonksiyonu kazanabilir. İşte o zaman ancak “öteki” dediği kendisi için iyileştirici, sağaltıcı, geliştirici, çoğaltıcı bir partnere, bir rakibe dönüşebilir. Zaten bu aşamaya gelindiğinde “öteki” öteki olmaktan çıkar.

 

Elbette her kozanın dışına çıkış veya kaçış her zaman bu şekilde sonuçlanmaya bilir. Burada en temel belirleyici, kozanın dışına çıkıştaki niyet ve amaçtır. Kişi genellikle niyet ve amacına uygun okumalar yapacağı için kişilerin, “öteki” dediklerinin aynasında gördüğü şey farklı farklı olabilir. Ama her durumda onlara bir yenilik katar, hayatlarına yeni bir pencereler açabilir. Bu kıyaslama ve görme süreci, zihninde yeni bir “değerler” havuzunun oluşmasına neden olabilir. Onlar, bu “değerler”in izin verdiği ölçüde ötekini görebilir veya kendisi ile yüzleşebilirler. Aynalar duruma göre ya netleşir ya da matlaşır. Ve o/onlar bu aynaya baktığında şu üç halden/görüntüden birisi ile karşı karşıya kalır:

 

  1. Dış dünyada gördükleri onu, kendi toplumunu daha bir kutsamasına, aidiyat duygusunun güçlenmesine, önkabullerinin daha da pekişmesine, aynı zamanda dışarı ile ilgili korku ve kuşkularının artmasına, “öteki”nin daha ötekileşmesine ve düşmanlaşmasına neden olabilir. Yani o dışarıya çıkarak içerinin daha bir bağımlısı haline gelebilir, kendi kozasının ''değerini anlayıp'' onu kutsayarak, önyargıları daha bir artmış şekilde “yuvasına” döner.
  2. Gördükleri onu, düşünmeye, sorgulamaya ve araştırmaya sevk eder. Gördükleri ile yaşadıkları arasında bir karşılaştırma yapar. Kendi kozası dışındaki dünyanın da kendi dünyaları gibi bir dünya, orada yaşayanların da hatalarıyla sevapları ile kendileri gibi faniler olduğunun fark eder. Bu farketme ve görmenin sonucu olarak başta korkuları ve önkabulleri hatta önyargıları olmak üzere pek çok şeyi yeniden anlamaya ve tanımlamaya başlar.
  3. Gördükleri onu cezbeder, bu cezbe ile kendi kozasından uzaklaşır hatta ona ötekileşir, “öteki” dediğinin “ötekisi olur. Kendi özüne yabancılaşır, çok zaman kendi kozası içinde başka kozaların adamı olarak yaşamaya başlar. Örneğin, Doğulu birisi, Doğu'da bir “Batılı olarak” veya “Batılı gibi” yaşamaya çalışır.

 

Bu görme şekillerinden ikincisi, birey olma yani tercih yapabilme kabiliyetinin ortaya çıkabilmesi yolunda ilk adım ve bir başlama noktası sayılabilir. Diğer görme şekilleri bakıp görememenin farklı tezahürleridir. Niye böyle olduğu da hem bir süreç ve zamanlama meselesi hemde zihninde biriktirdiklerinin sağlıklı bir görmeye izin vermemesiyle ilgilidir.

 

Farkında olmak, tercih edebilmenin, tercih edebilmek ise “kendisi” olabilmenin ilk aşamasıdır. Artık insan, tercih etme hakkını kullanıp, insiyatif ve sorumluluk alarak canlı olmanın bir üst kademesi olan ''ben'' ve ''birey'' olabilme aşamasına çıkmış sayılır. O bu ilk tercihiyle aslında hayatının her aşamasında bir tercihle karşı karşıya olduğunun farkına varır. Tercih yapma durumu ile karşı karşıya kalıp da tercih yapmıyor olması da bir tercihtir ve “insiyatif almak istemiyorum, kararı bir başkasına bırakıyorum” anlamı taşır. Aslında insanoğlunun hayatı bir tercihler zinciri olarak görülebilir. Bu tercihleri, onun hayatını zorlaştırır veya kolaylaştırır. O, her bir yeni durum karşısında, önce bir tercihte bulunup bulunmama konusunda bir tercihte bulunur, sonra nasıl ve hangi yönde bir tercih yapacağını tercih eder. Her durumda da bir bedel ile karşı karşıya kalır.

 

Görüldüğü gibi hem kişinin kendisini hem de çevresini inşa işi, sanıldığından daha zorlu bir süreci gerektirir. Çünkü her bir tercihi onun hem kendi hayatında hem de içinde yaşadığı toplumun hayatında olumlu veya olumsuz yönde pek çok gelişmenin ortaya çıkmasına neden olur. Dolayısıyla kişi ancak çokça çaba, gayret ve emek sayesinde mevcut anlayışları sorgulama, kendi olma, kendisi ve toplumu ile yüzleşme noktasına gelir. Bundan bir sonraki adımın, gerektiğinde içinde yaşadığı toplumun yerleşik yapı ve kurumlarını karşısına almak, bu kurumların kurallarını görmezden gelmek durumunda kalacağının da farkına varır. İşte bu farkına varış onu kendisi olma yönünde önemli bir katkı sağlar. Ancak kişinin kendisi olarak kalabilmesi de yaşadığı bu süreç kadar zorlu bir süreçtir. Üstelik bu süreci çok zaman tek başına, bir birey olarak yaşamak durumundadır.

 

İnsanların kahır ekseriyeti varlıklarının devamını sağlayacak uğraşılar içerisinde sıkışıp kalarak bir kimlik veya inanç tercihi yapmadan, bunun için hiç bir çaba harcamaksızın ve yaşayageldikleri durumu sorgulamaksızın, içinde doğdukları ortamın rengine bürünerek, farklı olmayı veya farklı olunabileceğini akıllarına bile getiremeden bu dünyadan göçüp giderler.

 

Hayatın bu şekilde akıp gitmesinde egemen yapıların elbette başat ve belirleyici etkisi izahtan varestedir. Bu egemenler, irade sahibi kişilerin işlerini zorlaştıracağının bilincinde oldukları için toplumun üyelerinin kendileri olmalarını sağlayacak işlere aracı olmazlar, hatta onların temel ihtiyaçlarının karşılanması noktasında bile zorluk çıkarırlar. Çünkü sıradan beşeri ihtiyaçlarını karşılamak için tüm enerjilerini tüketenlerin daha üst insani ihtiyaçların arayışına giremeyeceğini bilirler. Böylece kalabalıkları kendileri için uygun görülen “ısmarlama kimliklerle” hayvani/ içgüdüsel bir mutluluk içinde yaşamaya mahkûm ederler. Onlar mahkûm olduklarının elbette farkında değillerdir.

 

Bir lokma ekmek ve başını sokabilecek küçük bir mekân için ömürlerini harcayıp varlık yokluk mücadelesi verenlerin, bu var olma mücadelesinde pek çok tehdit ve saldırıya maruz kalarak bütün enerjilerini bu yolda tüketenlerin bir inanç, özgürlük ve kimlik mücadelesi vermeleri ve kendilerini yeniden inşa etmeleri istisnai örnekler dışında neredeyse imkânsız gibidir.

 

Ancak karnı tok, sırtı pek, üstelik saray yavrusu evlerde yaşayan ve hayati manada hiçbir güvenlik endişesi taşımayan ve bu anlamda her türlü koşula sahip bir o kadar insan da içinde doğduğu ortamı ve anlayışını sorgulama gereği duymamaktadır. Yeni bir inanç veya kimlik noktasında bir tercihte bulunma yerine kendilerine sunulan “toplumsal kimliği” kendi kimliği sayarak, ısmarlama kimliklerle yaşamayı bir hüner saymaktadırlar. Zaman zaman da sanki özel kimlik sahibi bir fertmiş gibi davranmaktan da geri durmamaları yaşamın trajikomik durumudur.

 

Kısacası insan, kozasının içinde kalarak kendisi olamayacağı gibi kozasından çıkması da kendisi olması için tek başına yeterli olmayacaktır. O başkasının, dışarıdakinin, “ötekinin”, hatta “düşmanın” gözünden kendi görmedikçe, onun zihninden kendini okumadıkça bir “ben” ve “biz” olması mümkün olmayacaktır. Ama bu “ben” olmanın ilk aşamasıdır. “Ben” kalarak “biz” olabilmek ise daha zorlu bir süreci gerekli kılar. İnsan olmak hem kolay hem zor. Belki de bu zor dediğimiz süreçler “ben” olmuş bireyler, “biz” olmuş topluluklar için bir zevk ve sefa işidir. Cefa diğerlerinindir. Kim bilir, denemek lazım.

 

mysoyalan@gmail.com

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Reşat YILDIZ | 07.03.2018 12:31
Tercih diyince, Coca Kola vs Pepsi, M’Donalds vs Burger King’in, Ben diyince içinde tüm değerler manzumelerinden azade bayağı arzuların, biz diyince ise bayağılıkta kümelenmişliğin anlaşıldığı bir zaman diliminde, harikulade bir hatırlatma, teşekkürler Yaşar abi.