metrika yandex
  • $32.63
  • 35.16
  • GA17940

Gitti muallim, geldi öğretmen...

OSMAN KAYAER
01.12.2019

 

Eskiden, “muallim” derdik ders veren kişilere. Ders alan çocuk ve gençlere de “talebe” denirdi. Arapçadan dilimize geçen “alim” kelimesi, bilen ve bildiği ile amil olan kişi, “muallim” ise hem lisanı hal ve hem de söz ile bildiğini başkasına öğreten kişi demekti. “Talebe” de ilim ve bilgi peşinde koşan, marifet elde temek isteyen genç demekti. Muallim ile talebe arasındaki bağı anlatmak üzere Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretene kırk yıl köle olurum” sözü dilden dile dolaşırdı.

Sonradan devletlülerimiz Türkçeyi sadeleştiriyoruz diye muallimi “öğretmen”e talebeyi de “öğrenci”ye inkılap ettiler.

İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Geçmişte hem muallimin hem de talebenin cemiyet nezdinde değeri, itibarı ve saygınlığı vardı. Veliler de, talebeler de muallimlere karşı büyük bir itimat besler, onlara hürmet gösterirlerdi. Muallimlere o kadar çok güvenilirdi ki, “eti senin kemiği benim” diyerek teslim edilirdi çocuklar. Muallimler de o çocuklara canı gibi bakar, sahip çıkar ve eğitmek için elinden geleni yaparlardı. Sanki kendi evladı gibi ilgi ve alaka gösterirlerdi.

Şimdi artık muallim de talebe de yok. Onun yerine ihdas edilmiş öğretmen ve öğrenci var. Bir de öğretmenlerin günü. İşte, yılda bir gün güya saygı gösterilen, prestij edilen öğretmenlerin zihnimizdeki yeri hakkında birkaç misal.

Geçen sene öğretmenliğe geri döndüğüm ilk gündü. Müdürün odasında oturuyorduk. Bir kadın öğretmen, ağlayarak girdi içeri. “Ben o sınıfa bir daha girmem” müdür bey diyerek. Daha sonra anladık ki öğrencinin biri öğretmene hakaret etmiş ve tehdit ederek üzerine yürümüş. Kadıncağız da ağlayarak sınıfı terk etmiş ve şikayet için soluğu müdürün odasında almış.

Başka bir misal… Yine bir gün dersimin olmadığı bir saatte müdür beyin odasında oturuyoruz. Bir adam hışımla girdi içeri. “Benim çocuğuma vatan haini muamelesi yapamazsınız!” diyerek başladı tehditler savurmaya. Müdür bey, “Beyefendi biraz sakin olun, buyurun oturun bir soluklanın” dediyse de, adam bildiğini okumaya devam etti. Epeyi verip veriştirdikten sonra “Gerekirse buraya bin kişi yığar, size dünyanın kaç bucak olduğunu gösteririm.” dedi ve geldiği gibi gitti.

Meğerse bu velinin çocuğu birkaç kez istiklal marşı merasimine katılmamış. İdare de aynı durumda olan on-on beş öğrencinin ailesine birer mektup göndererek durumdan haberdar etmiş. Beyefendi buna bozulmuş, hıncını okul idaresinden çıkarmaya gelmiş! Sonradan öğreniyoruz ki bu veli, çocuğuna “evladım neden okula geç gidiyorsun?” diye sormamış bile.

Son misali televizyonlardan öğreniyoruz, hep birlikte. Öğretmenler gününde, öğretmenlerin onuruna düzenlenen bir merasimde vali bey, salondaki bir kişinin oturuşunu beğenmediği için “Birader sen öğretmisin?” diye küçümseyici bir eda ve kızgın bir yüz ifadesi ile soruyor. Valinin gözünde öğretmen genç, toy ve oturmasını bile bilmeyen biri çünkü. Bu yüzden toplum önünde öğretmenler gününde haddinin bildirilmesi gerekir.

Buna benzer misalleri çoğaltmak mümkün. Hamdolsun! Artık öğretmenin ne toplum nezdinde, ne veli nezdinde ve nede öğrenci nezdinde bir itibarı yok. Elbirliği ile muallim yerine ihdas ettiğimiz öğretmenin itibarını da iki paralık ettik. Adı üstünde yarı Türkçe, yarı İngilizceden uydurulmuş bir kelime ile tanımladığımız “öğret-men” (ezberleten adam) sentetik bir varlık olarak insana ne verebilir ki? Biz ona prestij edelim, saygı gösterelim, önünde ceket ilikleyelim, meclisimize girdiğinde neden ayağa kalkalım, elini neden öpelim ki?

“Hey birader, sen öğretmen misin yoksa? Sen de nerden çıktın?”

 

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
ALİ AKILLI | 01.12.2019 15:01
Öğretmenin itibari kalması da doktorun kaldı mi ?Hastane açılışlarında "doktor edendi ! Doktor efendi, haddini bileceksin! Patronun hastandır, yanlış yaparsan külahları değişiriz" diyen devlet adamları sayesinde vergi. Doktor çözülüyor hatta öldürülüyor.