metrika yandex
  • $32.61
  • 34.71
  • GA18500

Onlara Şu Kasaba Halkının Hikâyesini Anlat!

OSMAN KAYAER
02.05.2018

Onlara şu kasaba halkının hikâyesini anlat.[1]

Yasin Suresi’nin ikinci sayfası yukarıdaki ayet ile başlar. Buna rağmen günümüz Müslümanları surenin tefsirinde şehirden ve şehir hayatından hiç bahsetmezler. Hâlbuki artık tüm dünyada neredeyse nüfusun % 75 den fazlası şehirlerde yaşamaktadır, geri kalan kısmı da şehirlilerin yayınladığı televizyon programlarını izleyerek ve yine şehirlilerin ürettiği alet ve edevatı kullanarak yaşamaktadır.

Daha önceki yazılarımızda birkaç kez dile getirmiştik. Allah, Kur’an’da hikâyesini anlattığı bütün peygamberleri şehirlere göndermiştir. Son peygamberi de şehirlerin anasına, yani yeryüzünün ilk binasının yapıldığı, Mekke’ye göndermiştir. Çünkü o dönemde Mekke, Çin’den İstanbul’a hatta Roma’ya kadar giden geniş bir ticaret yolunun kurucularının yaşadığı önemli bir merkezdi. Bugünkü dil ile söyleyecek olursak: Mekke, Hz. Peygamberin zuhuru esnasında uluslararası bir ticaret merkeziydi, ve belki de Mekkeliler, dünyanın nasıl bir yer olduğu hususunda bizim zannettiğimizden daha fazla bilgiye sahiptiler. Çünkü Mekke’nin pek çok şehir görmüş büyük tüccarları vardı. Bu tüccarların gördüklerini Mekke halkına anlatma konusunda ketum davranmalarını gerektirecek herhangi bir gerekçe de yoktu.

Kasaba halkı kıssasında Allah, bahsi geçen şehre önce iki elçi gönderiyor. Şehir halkı onları yalanlıyor. Allah, üçüncü bir peygamber ile onları destekliyor. Yani bir şehre üç peygamber gönderiyor. Hatırlayın! Allah, hazreti Musa’ya peygamberlik görevi verdiğinde, o kardeşi ile kendisinin desteklemesini istemişti. İsa aleyhisselam ise bana kim yardımcı olacak dediğinde, kendisine on iki havari, yardımcı ve destekçi olarak veriliyordu. Hazreti peygamber ise ilk günden hanımı, yeğeni ve en yakın arkadaşı tarafından tasdik ediliyor ve kayıtsız şartsız destekleniyordu.

Buradan hareketle şu sonucu çıkarabiliriz. Şehir hayatı tek başına üstesinden gelinebilecek bir hayat değildir. Bu günlerde yalnızlaşmaktan şikâyet etmemizin sebebi bu olsa gerek. Hele bir de, bir inancı ya da bir davayı, yaygınlaştırmak istiyorsanız, destek ve yardımcıya olan ihtiyacınız katlanmış demektir. Yeni dönemin diliyle söyleyecek olursak eğer, şehirde inancı yaygınlaştırmak ancak örgütlü bir mücadele ile mümkündür. Hiç kimse tek başına ortaya çıkarak koca bir şehri düzelteceği hayaliyle kendine yazık etmemelidir. En azından üç kişi olmadan yola çıkmamalıdır.

Şehir halkı çok meşguldür! Kafasını kaşıyacak vakti yoktur. Ne olduğuna, nereden gelip, nereye gittiğine dair düşünecek zaman da bulamaz. Bu yüzden Allah’a inansa bile, onun da kendisi gibi çok meşgul olduğunu düşünerek ona vakit ayırmaz. Kıssadaki şehir halkı da elçilere: “Allah, peygamber göndermez, sizler yalancısınız ve sadece bizim gibi birer insansınız”, diyerek itiraz ediyor ve inanmaya yanaşmıyorlar.

Surede, peygamberler ile şehir halkı arasındaki tartışmalar ana hatları ile anlatılıyor. Ancak biz, burada, bunlara değinmeyeceğiz. Biz daha çok “Şehrin uzak bir yerinden koşarak gelen ve sizden bir ücret istemeyen bu peygamberlere inanın” diyen adamın mantalitesi ile ilgileneceğiz.

İlginçtir gönderilmiş üç peygambere sadece bir kişi inanıyor. O da bu günkü dil ile söyleyecek olursak varoşlardan biri. Şehirlerimize sosyolojik olarak baktığımızda hikâyedeki şehrin aynısını görmek mümkündür. Aradan geçen binlerce seneye rağmen şehirlerin merkezindekiler, kendi kendilerine yeterli olduklarını düşündüklerinden Allahsız bir hayatı tercih etmiş, varoşlarda oturanlar ise Allah’a iltica etmekte bir beis görmemişlerdir. Çünkü insan, kendini yeterli (müstağni) görünce azan, aczini görünce, teslim olan bir varlıktır.

Gariptir şehirler insana pek benzer. Aşağı yukarı bütün şehirlerin merkezinde insanın karın bölgesindekine benzer bir durum vardır. Daha açık söyleyecek olursak: bağırsak bölgesine benzer, şehirlerin merkezleri. Ve maalesef şehirlerin pislikleri de (fuhuş, uyuşturucu, çeteler ve mafya) karın bölgelerinde yuvalanırlar. Neyse ki Anadolu şehirlerinin Hacı Bayram, Mevlana, Eyüp Sultan, gibi kalp bölgelerini oluşturan kısımları da vardır.

Varoşlardan koşarak gelen adamın, peygamberlere inanmak hususundaki gerekçesi ilginçtir: “Sizden bir ücret istemeyen bu peygamberlere inanın”. Demek ki şehirler, o zaman bile her şeyin para ile satıldığı yerleşmiş, tıpkı bugünkü gibi. Para olmadan şehirlerde yaşamak o günde mümkün değilmiş. Şimdi birilerinin “Zaman ne kadar bozuldu, insanlık kalmadı, her şey para pul oldu” diye yakınmaları da doğru değilmiş. Çünkü toplumun bozulmuşluğu zaman ile ilgili değil, iman ve küfür ile ilgili bir durumdur. İnananların çoğunlukta olduğu zaman ve mekânlarda iyilik, küfrün hükümran olduğu zaman ve mekânlarda kötülük yaygın olur. O halde toplumdaki fesat ve kokuşmuşluğa bakarak zamanımız ne kadar bozuldu demeye gerek yok. Çünkü bozulan zaman değil, şehir halkıdır, başka bir deyişle şehrin sosyolojisidir.

Kıssadaki şehir halkı, inanmış tek kişinin varlığına bile tahammül edemeyerek onu öldürür. Ancak sure, işin bu kısmını anlatmaz. Biz onun öldürüldüğünü ona “cennete gir” denildi ayetinden anlıyoruz. O iman sayesinde öyle engin gönüllü biri olmuştur ki kendisini öldürenler için bile: “Keşke kavmim benim ağırlananlardan kılındığımı bilseydi” demek suretiyle onların da inanmalarını temenni ediyor.

Bu kıssadan şehir hayatının toplumu ve nihayet insanı bozduğunu çıkarabiliriz. Bu yüzden şehir halkını iyiye, doğruya ve güzele çağıracak bir topluluğun bulunması gerekir. Bunlar da müşterilerinin şehrin kenar mahallelerinde yaşadığı bilincinde olarak çalışmalarını sürdürmelidirler.

Bu arada dinini ciddiye aldığını söyleyen insanların iktidar nimetiyle varoşlardan merkeze taşındığında da aynı akibete uğramaktan kurtulamadığını bizzat kendimizde müşahede ettiğimizi de belirtmekte fayda var. Bundan kurtulmanın tek yolu, ölümü ve ahireti ciddiye almaktır.[2]

---

[1] Bu yazıda, ne demek istediğimizin anlaşılabilmesi için Yasin Suresi’nin ikinci sayfasında “onlara şu şehir halkının hikayesini anlat” diye başlayan ve “keşke kavmim, benim bağışlananlardan ve ağırlananlardan kılındığımı bilseydi” diye sona eren bölümü okumaları tavsiye olunur. Hatta bunu okumadan yapsalar daha iyi olur.

[2] Dün ortak bir arkadaşımızın çocuğunun düğününde fenalaşan ve hastahaneye kaldırılan, şu anda yoğun bakımda olan sınıf arkadaşım Kemal Yirmili’ye Allah’tan acil şifalar niyaz ederim.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş