metrika yandex
  • $32.63
  • 35.2
  • GA17640

Modern Kabile Anlayışı.

MUSTAFA YILDIZ
11.07.2018

İnsanlar toplu olarak yaşamaya başladıkları tarihten itibaren bireysel olarak karşılaştıkları her türlü dış baskı ve saldırılara karşı kendilerini koruma/kollama ve güvende hissetme gereği duymuşlardır.Bu olası durumlar karşısında savunma mekanizması olarak çareyi bir yerlere sığınmak, güçlüden yana olmak, bir gruba dahil olmak gibi…çözümleri tedbir olarak görmüşlerdir.Bu nedenledir ki, kabilecilik, soy-sop, asabiye ve mensubiyet duyguları Arabistan yarımadasında özelde de Hicaz bölgesinde islam öncesi dönemlerde yaygın ve ön planda idi.

Kabile’nin otoritesi öylesine ileri boyutlardadır ki, can ve mal güvenllği için alınacak önlemler, kutsallarıyla ilgili kriterler belirleme, toplum içinde var olan sosyal statünün kuralları bile mensub olduğu kabile veya aşiretin tesbit ettiği çerçevede olmakla ancak meşru kabül edilirdi.O dönemlerde ortaya çıkmış/çıkan sürtüşmeler ve kanlı savaşların büyük bir bölümü genelde kabilelerin gücünü kabul ettirme,otoritesini sağlama arzuları nedeniyle olmuştur.

İnsanlar kişisel aşkın değerlerinin tespitini yaparken bile kendi aklını kullanarak değil, mensubu olduğu soy-sop, aşiret ve asabiyet duygusu ile bağlı olduğu kurumların tercihleri doğrultusunda şekllendirmek zorundaydı.Yani kabile merkezli bu sosyal yapı her insanı mutlaka birilerinin himayesinde yaşamayı mecbur hale getirmişti.Kabile ve aşiret aynı zamanda kişinin istikbalini teminat altına alan, dünyevi imkanlar sunan kurum işlevi de gördüğü için dışarda kalmak çok risk taşıdığından tercih edilmezdi.

Kişiler varlıklarının devamını kabilelerine borçlu olduklarına inandıkları için, kabile ve aşiretin çıkarlarını korumak aynı zamanda onlar için kutsal bir görev olarak algılanır ve öyle de kabül görürdü.Bundan dolayıdır ki, asabiyeyi rededen ilahi mesajlar kendilerine ulaştığında, doğruluğunu kabül etmelerine rağmen “Biz atalarımızdan böyle görmüştük”,”Bunların hepsi mi yanıldı?” diyerek yeni bir kabulü atalarına ihanet saymış ve ret etmişlerdir.

Mensubu olduğunuz kabilede bağlar öylesine güçlü idi ki, kabileye mensub kişilere karşı yapılan her türlü saldırı bütün kabileye yapılmış kabül edilir, sevmedikleri biri dahi olsa top yekün savunma yapılırdı.Böylesine güçlü bir şekilde oluşmuş zihni yapı nedeniyledir ki, peygamber’e saldırı yapılmazken, habeşli Bilal’e, Faris’li Salman’a, Ammar bin Yasir’e, Habbab bin Eret’e vs.gibi sahipsiz, güçsüz insanlara sürekli tacizler ve işkenceler yapılırdı.

İslam geldikten sonra bu yapı “Cahiliyye” geleneği sayıldı ve asabiyecilik yasaklandı.İslam kardeşliği ortak payda olarak kabül edildi.Böylece her kabile insanından, “Din kardeşliği” şemsiyesi altında birliktelikler oluştu.Bizzat peygamber tarafından değişik kabile ve aşiretlere mensub kişilerle ünsiyet sağlandı.Din kardeşliği öne çıkarılarak asabiyenin ayaklar altına alındığını peygamber’in kendisi alanen ilan etti.

Mekke’den göç eden ve bir araya gelme ihtimali çok zayıf olan farklı kabile ve aşiretlere mensub insanlar bir başka şehirde (Medine) yaşayan yine farklı kabilelere mensub kişilerle “Dinde kardeşlik” bağı kurularak insanların kaynaşması sağlandı.Tarağın dişleri gibi eşit olduklarını soy-sop, aşiret, kabile ve sosyal statüsünden dolayı üstünlük taslamanın doğru olmadığı/olamayacağı ısrarla bizzat Hz.Muhammed (s.a.v) tarafından vurgulanmış oldu.

Medine site devletinde her kesimden ehliyetli ve liyakatlı kişilere görevler verilmesi de bir yönüyle peygamber söylemlerini pratik uyğulamalarla da göstermiş oldu.

Ne yazık ki insanoğlunun bazı alışkanlıklarını hayatından tamamen söküp atmasının zor olduğu da bir hakikattır.Mesela, peygamberimizin vefatı esnasında aynı alışkanlıklar zuhur etmiş, peygambersiz yaptıkları ilk icraat olan halife seçiminde bile asabiyet duygusu öne çıkmış, seçimi bir kaç kabile kendi arasında gerçekleştirmiş, müslümanların içinde ilk kırgınlıkların yaşanmasına sebep olunmuştur.

İslam’ın iktidar olduğu ilk dönemde yöneticilerin titiz davranmaları sayesinde devam eden huzur ve güven ortamı çok geçmeden cahiliyye geleneği sayılan ve ısrarla yasaklanan asabiye hastalığı tekrar devreye sokulmuş, bölünmelere bile sebep olabilmiştir.

Demek ki, iktidarın gücünü kullanarak toplumsal birliği sağlamak ve uzun süre muhafaza etmek çok zordur.Toplumun huzuru, idarenin aynı zamanda idarecilerin ehliyet, liyakat ve adalet çerçevesinde yaptıkları/yapacakları icraatlar neticesinde oluşacak güven ortamını tesis etmekle mümkün olabilir.

Aksi takdirde hemşehricilik, particilik, herhangi bir sivil toplum örgütü mensubu olma, akrabalık yahut çıkar ilişkileri ile oluşan birliktelikler devlet imkanlarını paylaşmada veya kamu hizmeti almada daha etkili ve belirleyici olmuşsa/oluyorsa, bu da cahiliyenin başka bir vesiyonu olur.Yani birlikte fedekarlık yapılarak oluşan devlet imkanlarından yararlanmak dün mensubu olduğunuz kabileniz size referans aracı iken, bu günde aracı kurumlar partiler veya sivil toplum kuruluşları aynı görevi ifa ediyorlarsa şayet cahiliyye gelenekleri devam ediyor demektir

Herhangi bir örgütlü kurumla bağı olmayanların durumu da “Nasibin ve kısmetin varsa olur inşaallah.”a kalmış olur.İmkanların kıt oluşuda daireyi gittikçe daraltmaktadır.“…Mallar ve servetler aranızda dönüp dolaşan bir güç olmasın.” (Haşr:7) ayetinin hükmü pratikte karşılığını hiç bir zaman bulmayabilir ve hep söylemde kalır.”Böyle gelmiş, böyle gider.” sözü haklı konum kazanır.

Toplumsal homurdanmaların kahir ekseriyeti paylaşımda adaletin sağlanamadığı inancının yaygın olmasından dolayıdır.”Sizin en hayırlınız insanlara yararı olandır.” düsturu ile herkesin imkanlardan yararlanma hakkı olduğuna inandığımız gün çok şeyleri aşmışız demektir.Bu davranış biçimi ancak inançlı insanlardan beklenir.Bizim de nazımız onlaradır. 

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş