metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Kendimize Ait ve Kendimize Uygun Olan Nasıl Olmalı ?

MUSTAFA YILDIZ
04.11.2017


İçinde yaşadığımız dünya’yı bizlere sevimli gösteren, canlı/diri kılan, bir tablo misali süsleyen, göze hoş gelen görüntüler sergileyen, üzerinde yaşamını idame ettiren canlı varlıklarıdır.Yani ağaçtır, çiçektir, böcektir, insandır, hayvandır v.s…Bu seyrine doyamadığımız tabiatın güzelliklerine anlam ve değer yükleyen, nizam/intizamını sağlayan, hiyerarşik şekilde konumlandırma ile vazifeli olan “Müstesna” varlık ta, insandır. Bu nedenle; “İnsan” bir yönüyle yaşayan canlı varlıkların hükümdarı/hükümranı konumundadır.Bu yetkisi O’na yaratanı tarafından bahş edilmiş bir lutuftur.“Yeryüzünün imarı ve inşası” ile yeryüzünün “halifesi” olma (Yönetme) görevi de, kendisine “hesap verme”, “Sorgulanma” ve “mes’uliyetine müdrik” olması karşılığında O’nun emrine bir emanet olarak verilmiştir.O’da anlık heyecanına/hevesine yenik düşerek, görevi hemen “Kabül” etmiştir.Çünkü O çok acele karar verendir.Aslında gafil olduğunun, zor olanı tercih ettiğinin farkında bile değildir.


“Yaratılmış varlık”ların ortak noktalarından biri, canlılık ve hayatiyet arz etmeleridir.Canlı varlıkları üç başlık altında toplamak ve tasnif etmek mümkün olabilir.Uzay’ıda, ayrıca kendi başına bir dünya olarak muaf tutarsak, içinde yaşadığımız arz’ın canlı varlıklarını; İnsan, hayvan ve nebatat olarak tasnif edilebiliriz.Nebatat’ın “genetik kodlama”larında sadece “büyüme” ile ilgili proğramlar yüklü olduğundan sadece büyürler, bize; yetiştirdikleri ürünleri ayırım yapmadan, herkese ikram ederler.Buna mukabil, hayvanlara da ilave olarak “His etme” duygusu genetik proğramlarına yüklenmiştir.Bu nedenle, yaşamlarını sürdürürken, “hisleri” doğrultusunda davranışlar sergilerler.İnsan’a ise, verilen görevlerden mesul tutulmasının gerekçesini teşkil edecek “Akıl” verilerek, adeta canlılar içinde yegane muhatap olarak, kabül edilmiştir. 


Bu itibarla insan; kendisine bahş edilen bu meziyeti sayesinde diğer canlılar da olmayan, O’ndan başkasının yapmadığı/yapamadığı “Sorgulama”, “Tefekkür” ile “yönetme/Yönetilme” kabiliyeti de verilmştir.Bu çok yönlü olma aynı zamanda O’nun yaratılmışlar içinde, farklı bir pozisyonda/statüde olmasını sağlamıştır.Keza; yine “Akıl” sayesinde, doğruyu/yanlıştan, faydalıyı/ zararlıdan, iyiyi/kötüden ayırt edebilme gibi yetenekler kazanarak, kendisini “Gıpta” edilecek konuma/seviye’ye getirmiştir.Bu meziyetleri O’nu mutlu edip sevindirirken.Öte yandan da kendisi ile bir ömür savaşacak olan düşmanı da var olmuştur.Ama Maalesef insan; kendisine bahş edilmiş bu vasıflarının farkında bile olmamış/olamamiştır.Ta’ki imkanları elinden alınıncaya kadar.İşte o zaman sorunları ile baş başa kalmış, çaresiz çözümleri aramak/bulmak vazifesi de ona kalmıştır.


Yaradanı O’nun acz’iyetini bildiğinden, O’nun barış ve huzur içinde yaşaması için, kendisine uygun yasal düzenlemeleri yapabilme ve yönetme kabiliyeti/yeteneği vermiştir.O’nun için de önce kendisini tanıması önerilmiştir.Çünkü; O “Alemin numunesi” olarak, kendi başına bir dünya’yı temsil edebilmektedir.Yani;kendini idare eden insan, dünyayı da idare eder.Kendisine yol haritası çizmesi için, öncelikle kendisinde ki mevcut cevheri keşfetmesi/bilmesi gerekir.


Kendisiyle uyumlu, taşıdığı meziyetlerine uygun, inaçlari ile örtüşen yasal düzenlemeler yapılabilmesi için, “İnsanın” kendisinin “Ruh” dünya’sını tanıyarak, O’na göre “Uyulması gerekli kurallar” koyması gerekir.Çokça meziyetlerinden birkaç tanesini kısaca izaha çalışalım.


İnsan’ın iyi ve kötü olanı ayırt etme hasleti/özelliği, toplumda ortak değer haline dönüşünce “Ahlak” başlığı altında, “Hukuk”i boyutu olan, bir kurum olarak ortaya çıkar.Yani kurumsallaşması gerekli hale gelir.Belli kriterler baz alınarak, müşterek bir tanım ve tarifin kabül edilmesi zaruri olur.Yani; kişiye göre değil de, herkes için iyi, herkes için kötü olan şey, “Ortak değer” olarak kabul edilmelidir. Zaten; toplumun “Örf” ve “Gelenek”leride böyle oluşur.Bu da toplumun kendi içinde “Otokontrol” yapmasını sağlar.Zira; toplumun hoş karşılamadığı davranışlar/tavırlar, halk tarafından zaten kabul de görmez ve dışlanırlar.
Teorik olarak anlatımı çok kolaydır. Ama pratik hayatta öyle değildir. “İyi” veya “Kötü” kavramı, neye/kime göre tanımlanacaktır? İnsan “İyi/Kötü” tanımı yaparken hangi kriterleri baz alacaktır? Bileşkemiz neresi olacaktır? Kendisini doğrudan ilgilendiren bu tanımlamayı, yine kendisi yapmaya kalkarsa, yani kendisi hakkındaki hükmü, yine kendisi verecekse, ne derecede doğru ve adilane karar olabilir ki? sorun da işte buradadır.Belli bir kriteri olmadan, tepeden inme, baskılarla, Zorlamayla oluşan/oluşturulan toplumun bazı “Örf ve adetleri” de, bu nedenlerden ötürü pek sağlıklı olmayabiliyor.Oysa insan’nın hayatını direkman ilgilendiren bu konularda kendisi ile baş başa bırakılmamalıdır.Çünkü; zaafları/egosu O’nun “adil” davranmasına daima engel teşkil eder.


İnsan’ın bir başka hasleti faydalı ve zararlıyı tespit edebilme yeteneğidir ki, bu meziyet sahibi her insanın, faydalı/yararlı olanın kendi lehine olması/sonuçlanmasını arzu edeceği bir gerçektir.Toplumun tamamında zuhur edecek bu arzu/isteklerin bir şekilde zaptu-rapt altına alınması gerekir.Bu nedenle de; “insan merkezli”, “Adalet”e dayalı dağılımın/paylaşımın sağlanacağı, her işte olduğu gibi, Ekonomik/İktisadi bir kurumun kurulması, toplumun barışı/huzuru açısından zaruret olur.Belki de toplumsal barışın sağlanmasında en büyük rol’üde bu kurum oynar.Çünkü; huzursuzluğun büyük oranda nedeni; insanların hakkına razı olmamaları nedeniyledir.Toplumun teskin edilmesi imkanlar ölçüsünde, şeffaf ve adil işlev görecek kalıcı bir sistemi oluşturmak ta elzem hale gelir.İşte; burda da, toplum kimin insafına terk edilecektir? sorusu yine karşımıza çıkar.


Bu özellikleri ile “İnsan” hem sorunun öznesi/kendisi hem de sorunları çözen/çözücü pozisyonunda olabiliyor.Bu insana has kılınan özellikler/hasletler  toplumun yaşamında kaide/kural olarak kurumsal boyuta dönüşürken, şayet;ortak bir noktada buluşulmaz, kurallı/kontrollü bir hale getirilmezlerse, toplumun ayrışmasında zemin de oluşturabilirler.Çünkü;Her insanın kendisinde var olan “Kendine yontma” özelliği, “bencil kararlar vermesi” doğası gereğidir.Belli “Kriterler” çerçevesinde hukuki tarifler/tanımlar yapılarak, uyulması gereken müşterek kurallara dönüştürüp, toplumu bir arada tutan değerler haline getirilmesi sağlanmazsa, o toplumda barışın da, huzurun da sağlanması güçleşir.


İdare edilmesi en zor olan yaratık ta insandır.Bir arada yaşaması bir yönüyle mecburi/zorunlu olmasndan dolayı, kavgaya/kargaşaya mahal vermeden bu insan’ları toplu halde yaşamalarını nasıl sağlamalıyız? sorusuna verilecek cevap çok önem arz etmaktedir.Aslında, çözümün de kendisinde var olan, doğruyu/yanlışı ayırt edebilme özelliğinde bulmak mümkündür.
Bu hasleti O’nu “İlim”e sevk eder, daha doğrusu sevk etmesi gerekir.Neyin doğru, neyin yanlış olduğunun bilinmesinde, “ilim” elbette en büyük yol göstericidir. Nihayetinde; ilim “akıl” sayesinde anlaşılır. Ancak “Akıl” bazen tek başına doğru/yanlış ayrıştırmada her zaman yeterli olmayabilir.Gerçi, tecrübe, deney (Labaratuvar ortamı) aklın yardımcı elemanları olarak katkı sağlarlar ama yeterli olmadıkları, aciz kaldıkları durumlarda vardır. Çünkü; ”İlmin”de gelinen noktalar, zamana ve şartlara göre yeni bulgularla değişebilmektedirler.Bu da insanoğlunu sürekli bir arayışa sevk etmektedir. Mesela;yüz yıl önce okutulan bilgilerin, bu gün için sorun çözmede yetersiz/eksik kaldığını söylemeye gerek yok sanırım.1976 yılında yapılan ilk kalp ameliyatından önce, “Kalp durursa, hayat ta durur” teorisi mutlak doğru iken, bu gün kendiliğinde kalkmış oldu.Güneş sistemindeki 9 gezeğenden biri fazladan sayılmış dediler.Bugün için 8 deniliyor. Dün ”Maddenin en küçük parçası atom’dur” teorisi geçerli idi. Halbuki bu gün başka noktalardayız..v.s.gibi.Demekki ilmin gelişmesi neticesinde, doğruları da  yer değişebiliyor.


Öyleyse;doğru olduğu her zamanda/dönemde kabül gören, şarlara göre değişmeyen “Hikmet” diye tanımlanan bilgilerden de artık yararlanılması gerekmektedir. “Hikmet mü’minin yitiğidir” bulduğunuz yerde alın, denilmesinin anlamı da bu olsa gerek.Değişmez/değiştirilmez doğrulardan da faydalanmak gerekir.Mesela; “Anne’ne ve Baba’na öf deme”, “Dosdoğru ol”, “yetim malı yeme”, “Kimseye zulm etme”, “Haksız mal edinme”….vs.gibi. Bunlar dün de doğruydu, bu günde doğrudur, yarın için de doğrudurlar.”Akıl” yeniden inşa ve ihya rol’ünü oynayacaksa, gerçekten huzur arıyorsa “Hikmet”lerde aramalıdır vesselam.
İnsan’ın fıtratına uygun, değerleri ile örtüşen, herkese eşit mesafede duran, insanlığın “hemcins” olması hasebiyle, asgari bazı maddeleri ile her kesim tarafından kabül görülebilecek, bir yasal düzenlemenin yapılacağı günlere kavuşmak dileğiyle.. Bu o kadar zor değil, Amerikan’ın yazılı anayasası bir kaç maddeden ibaret ama 300 yılı aşkındır kurdukları sistemleri hala devam ediyor.İngiltere’nin daha yazılı anayasası bile yok.Samimi olursak, bazı komplekslerimizi üzerimizden atabilirsek, geçmişle bağlarımızı yeniden kurarsak, çok güzel şeyler neden olmasın ki?

 

Hiç bir eksiklik te görmüyorum.   
 

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş