metrika yandex
  • $33.45
  • 36.35
  • GA18445

Meal Tenkidi Yazısı

OSMAN KAYAER
19.06.2018

İNSAN SURESİ BİRİNCİ AYETİNİN MEALİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Kur’an-ı Kerim, tüm zamanların edebi değeri en yüksek kitabıdır. En azından bizim için öyledir. Gayr-i Müslimler bile bu gerçeği kabul etmekten kendilerini alamazlar. Bunun tek istisnası vardır, o da kafirlerdir. Kafirler, temel özellikleri olan gerçeğin üzerini örtme huyundan bir türlü vazgeçemedikleri için Kur’an-ı Kerim ile ilgili olumlu bir söz söylemeye dilleri varmaz.

Kur’an-ı Kerim, yüksek edebi özelliği nedeniyle başka dillere tercüme edilmesi en zor kitaptır aynı zamanda. Bu yüzden, Kur’an-ı Kerim çevirilerine tercüme denmez, meal denir. Yani yaklaşık anlam aktarımıdır yapılan. Türkiye’deki Meal yazarları, genelde daha önce yazılanları eksik buldukları için yeni bir meal kaleme almayı uygun gördüklerini dile getirmektedirler. Ne var ki dilimizdeki mealler, Türkçe bakımından büyük problemler taşımaktadırlar. İşin garip yani sonra yazılan mealler, bir öncekine göre daha iyi bir durumda değildir. Okuyucu özellikle müteşabih bir ayetin Türkçe mealini okuduğunda çoğu zaman ne dendiğini anlayamaz.

Bahsettiğimiz husus için İnsan Suresi birinci ayet-i kerimesini misal olarak vermek istiyoruz. Arapça bilenler için ayet-i kerimenin metnini vermek uygun olacaktır.                 

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ  ح۪ينٌ  مِنَ  الدَّهْرِ  لَمْ  يَكُنْ  شَيْـٔاً  مَذْكُوراً

Hel eta ale’l-insani hinun min ed-dehri lem yekun şey’en mezkura

 

Örnek mealler:

1- Fil'hakîka geldi insan üzerine dehirden bir müddet o anılır bir şey olmadı (Elmalılı Hamdi Yazır)

Elmalılı merhumun tercümesi günümüz Türkçesi bakımından tam bir kırık tercümedir.  Elmalılı Hamdi Yazır’ı bir Osmanlı bakiyesi olması münasebetiyle bu hususta mazur görebiliriz. Çünkü onun döneminin dili, bize tuhaf gelse de muhtemelen böyleydi. Günümüz Türkçesi  açısından bu meal, bir ecnebinin Türkçesini andırıyor. Hani, zaman zaman şahit oluruz, batılı biri, biraz Türkçe öğrenir de meramını anlatırken kırık bir lisan kullanır ya “Ben gidecek Sultan Ahmet hangi taraf” işte bunun gibi bir şey, Elmalılı merhumun meali.

2- “İnsan (ile dünyanın kuruluşu) üzerinden uzun bir zaman geçti [1] değil mi? Bu süre içinde o, hakkında bilgi olan bir şey değildi [2]. (Abdulaziz Bayındır)

Mealin birinci bölümü ile ikinci bölümü arasında garip bir çelişki var. İnsan üzerinden uzun bir zamanın geçtiği biliniyorsa, hakkında  bilgi var demektir. Parantez içindeki “dünyanın kuruluşu” ifadesi ne metinde var, ne de tefsirlerde geçmektedir. Bayındır, bunu nereden çıkardı anlamış değiliz. Mealin ikinci bölümünü oluşturan “Bu süre içinde o hakkında bilgi olan bir şey değildi” cümlesi ise tipik bir kırık tercümeden ibaret. Meali bir bütün olarak okuduğunuzda zihninizde başı sonu belli olan bir anlam maalesef canlanmıyor.

3- İNSAN[ın tarih sahnesinde görünmesin]den önceki dönem, sonsuz bir zaman kesitinden ibaret [değil] midir;1 insanın henüz dikkate değer bir varlık olmadığı 2 [bir zaman kesiti]? (Muhammed Esed Meali’nin Meali)

Naserettin Hoca fıkrasındaki “tavşanın suyunun suyu”ndaki gibi “mealin mealinden” ancak bu kadar Türkçe bir cümle ortaya çıkabiliyor demek ki. Parantezi kaldırarak okuduğunuzda “insandan önceki dönem, sonsuz bir zaman kesitinden ibaret değilmidir” şeklinde ki tercüme metne uygun bir cümle değildir. cümlenin ikinci bölümünü oluşturan “İnsanın henüz dikkate değer bir varlık olmadığı” şeklindeki cümle de yarıda kesilmiş, yüklemsiz bir garip Türkçe cümle olmuş. Ayrıca meal içinde “Sonsuz bir zaman kesiti” ifadesi de bir tuhaf. Hem “sonsuz” hem “bir kesit”. Bizim bildiğimiz “kesit” başı ve sonu belli olan bir süre anlamındadır. “Sonsuz” ise başı ve sonu olmayan zaman anlamında kullanılır. Hangi lehçede ikisi birleşerek “sonsuz bir kesit” şeklinde kullanılıyor bilemiyoruz.

 

4- İnsanın üzerine uzun devirden öyle bir zaman gel(ip geç)ti ki (o vakit) o, anılmaya değer bir şey bile değildi. (Hasan Basri Çantay)

İnsanın üzerine zaman gelip geçmez. Olsa olsa insanın üzerinden zaman gelip geçer. Ayrıca ayetteki “hınun min ed-dehr”i tamlamasını “insan yaratılmadan önceki zaman” olarak anlayanlar, nasıl oluyor da bu zamanı, insanın üzerinden geçmiş bir zaman olarak vasf edebiliyorlar, bunu da anlamış değiliz. “İnsandan önce uzunca bir zaman gelip geçti” deseler anlayağıcam. “Yok olan bir şey”in anılmaya değer olmadığından bahsedilemez, yokluğundan bahsedilebilir. Lakin var olup da değersiz olan bir şeyin “anılmaya değer bir şey olmadığı”ndan bahsedilebilir.

5- İnsan, adı anılmaya değer bir şey olana kadar, üzerinden uzun bir süre geçmedi mi? (Şaban Piriş)

Bana sorarsanız, yukarıdaki cümle, ayetten anladığı manayı Türkçeye en yakın aktarabilmiş meallerden biridir. En azından günümüz Türkçesine uygun bir mealdir. Lakin bunda bile “üzerinden” kelimesi işi karıştırıyor. Neyin üzerinden, “insanın üzerinden” mi “insandan önceki zamanın üzerinden” mi belli değil. Belki daha doğru cümle  şöyle olabilirdi: “İnsan, adı anılmaya değer bir şey olana kadar, uzun bir süre geçmedi mi?”

Maalesef meallerin pek çoğu bu misallere benzemektedir. Bunun çeşitli nedenleri vardır elbet. Bunları üç ana başlık altında toplayabiliriz:

        a) Kur’an-ı Kerim’in dilini ve onun edebi yönünü yeterince bilememek

        b) Türk dili ve edebiyatı hakkında yeterli birikime sahip olmamak

        c) Meramını anlatma konusunda kifayetsizlik.

Bunca tenkitten sonra, sen nasıl bir meal yazacaksın bakalım? deme hakkına sahipsiniz elbette. Tefsirlerin bir kısmında, ayette geçen “hınun min ed-dehr” ifadesiyle insandan önceki bir zaman diliminden bahsedildiği yorumu yapılmaktadır. Bunun sebebi ayette geçen “dehr” kelimesidir. Bu kelime Türkçeye “mutlak zaman veya zamanın tamamı” olarak tercüme edilebilir. Buradan hareketle,  ayet, insan öncesini de kapsayacak şekilde anlaşılabilir. Bu yoruma göre meal şöyle yapılabilir: “İnsan, mevz-u bahis  bile değilken, uzunca bir zaman geçti” ya da “İnsan  adının anılmadığı, uzunca bir zaman geçti”.

Bana göre: Ayette, insan öncesi bir zamandan  bahsedilmiyor. Çünkü surenin devamı olan ikinci ve üçüncü ayetlerde konu vuzuha (açıklığa) kavuşturuluyor. İkinci ayette insanın mürekkep bir nutfeden yaratıldığından bahsediliyor ve onun imtihan için görücü ve işitici kılındığı ifade ediliyor. Biz biliyoruz ki insanın anası bile hamile kaldığını belli bir süre geçtikten sonra anlıyor. Ayrıca İslam inancına göre insan, akıl baliğ oluncaya kadar fiillerinden sorumlu tutulmuyor. Üstelik bu süre insanın yetişme sürecidir ki doğru ile eğriyi,  iyi ile kötüyü ayırt etme bu dönemde öğrenilir. İkinci ayetteki “Görücü ve işitici kıldık” ifadesi insanın bu öğrenme sürecini anlatıyor olsa gerek.

Özetle söyleyecek olursak biz, “dehr” kelimesinin “insan ömrünün tamamı” için kullanıldığını, “hın” kelimesinin ise “insanın akıl-baliğ oluncaya kadar geçirdiği süreyi” ifade etmek üzere kullanıldığını düşünüyoruz. Buna göre: “şey’en mezkura” ifadesi insanın ana rahmine düştüğü andan, akıl baliğ oluncaya kadar geçirdiği süreyi anlatmaktadır. Çünkü bu dönemin sonuna kadar insan, yapıp ettiklerinden hesaba çekilmeyecektir. İşte ayet, bu dönemi anlatmak istiyor.

İkinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci  ayetleri birlikte düşündüğümüzde Sure’nin ilk ayetinde “anılmaya değer olmayan süre” diye meallendirilen kısmın insanın çocukluk döneminden bahsettiğini kolayca çıkarabiliriz. Fiillerimizden sorumlu tutulmayacağımız bu dönem, bizim için bir alıştırma dönemi gibidir. Aslında Allah, bizim için böyle bir dönem var etmekle işimizi kolaylaştırmıştır. Allah dileseydi, bazı hayvanları anasından doğar doğmaz başının çaresine bakmak zorunda bıraktığı gibi bizi de doğar doğmaz fiillerimizden sorumlu tutabilirdi. Bu takdirde biz daha çok yanlış yapar ve daha çok cezaya maruz kalırdık.

Yukarıdaki düşünceler ışığında, bizim gücümüz aşağıdaki gibi bir meal yazmaya yetti. Doğrular Allah’tan, hatalar bizdendir. En doğrusunu Allah bilir ve biz ondan sadrımızı açmasını ve fehmimizi kuvvetlendirmesini dileriz.

Benim önerdiğim meal şudur:

“İnsan hayatında, mevz-u bahis etmeyeceğimiz bir süre geçer (1)  Biz, insanı mürekkep (karışık) bir nutfeden yarattık. Onu imtihan etmek için görücü ve işitici kıldık. (2)  Biz ona istikameti de  gösterdik, ister şükredici olur, isterse nankör. (3) Biz kafirler için, tasmalar, zincirler ve harlanmış bir ateş hazırladık. (4) İyiler ise, kadehlerindeki kafur karışımı bir meşrubatı içerler.” (5)

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş