metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Kitaptan Yerel Değerlerin Egemenliğine/ İslâm Dünyasında Hukuk ve Bilim

MEHMET YAVUZ AY
11.01.2019

Üzerine sayısız araştırma, inceleme yapılan, kitaplar telif edilen, zaman/mekân derinliği hayli fazla, anlama/anlamlandırmada sorunlar yumağı bir alana giriş yapmaya çalışacağız.

Bahse konu girizgâhımız, kişi ve olayların gölgesinde kalmadan bütüncül bir bakış açısı yakalama, sınırları zorlama denemesi olacak. Gücümüz oranında ucu açık, birbirini tamamlayıcı denemelere devam etmeye çalışacağız inşallah…

İnsan tek boyutlu bir varlık değil. Beş duyusunun yanına düşünme, anlamlandırma, değerlendirme, ayırt etme, seçim yapma, sevme, nefret etme gibi vasıflar eklenmiş bir âlem.

Genel hatlarıyla insanlık tarihi boyunca; yönetimi, din adamlarını, üretim araçlarını, ticareti, orduyu elinde tutanların inşa ettiği hukuk geçerli oldu. Peygamberler, öncelikle “tek ilâh inancı” misyonuyla geldiler. Geleneğin meşru yanlarına destek vermek, yanlışlar barındıran kısımlarını tasfiye etmek, putperest inanç ve hayat biçimini ortadan kaldırmak için uğraş verdiler.

İslâm Peygamberi de “atalarının dinine bağlı”, verili olmanın ötesinde kültürünü dinleştirmiş Arap toplumuna ve bütün insanlığa hakikati anlatmak üzere gönderildi.

Kitaplı ve elçili hayat, değerler göstergesinin yol göstericiliğinde hukuklu bir düzeni inşa eder. Güçlünün egemenliğine değil, haklının güçlülüğüne vurgu yapar. Ehliyeti esas alır. Adâlet ve ihsanı amaçlamayan, güçlünün oyuncağı normları, hukuk düzeni çerçevesi kabul etmez. İlahî meşruiyete, ahlâkî zemine vurgu yapar.

Bütün çağlarda karşımıza çıkan en temel sorun, iktidar sahiplerinin kendilerini sınırlayacak bir düzen istememeleridir. Denetim ve denge mekanizmaları ile sınırlanmayı kabul etmeyen güç sahipleri; zulmün, ahlâksızlığın, sapkınlığın, acımasızlığın sembolü olmaktadır. Güç zehirlenmesi; insanı, toplumu, tabiatı, devlet düzenini altüst etmektedir. Denetimsiz güç yerinde duramamakta, Kâbil’in kardeşi Habil’i öldürmesiyle başlayan tarihî süreç içerisinde, insanın doğasında varolan olumsuz özellikler öne çıkmaktadır.

Sonsuz merhamet sahibi Yüce Allah; zulüm, kargaşa, sapkınlık içinde karanlıklara gömülmüş dünyaya, elçileri ve ilahî çağrılarıyla müdahalelerde bulunmuştur. Ne yazık ki, insanoğlu, “Kitaba uymayı” değil, çoğu kez “Kitabına uydurmayı” tercih etmiştir.

Müslüman coğrafyada en önemli kırılma, liyakati esas alan “Hilâfet Sisteminin”kaldırılarak “Saltanat Düzeninin” ikame edilmesidir. Emevîlerin saltanatı, birtakım politik manevralarla hayat bulsa da, günümüze dek, itikadî, ahlâkî, etnik ve mezhebî meselelerin odak noktası olmuştur. Saltanatın/devletin bekası kutsanmış; gelenek/ görenek/töre/örf/adet ile etnik ve mezhebî aidiyetler, Yüce Yaratıcının elçileriyle ilettiği öğretilerin önüne geçirilmiştir.

Gücün kayıtsız şartsız egemenliği, âlemlerin efendisi Allah’ın mesajlarını esas alan evrensel hukuk sisteminin inşasını hep engellemiştir. Güçsüzler, iktidarı ele geçirdiklerinde yaşadıklarını unutmuşlar, adâletsiz her tür uygulamayı mubah görmüşlerdir. Sultan halifeler, yönetiminde bulundukları toplumlara diz çöktürmek için, zulümlerinin kader olduğunu ilân etmişler, aziz İslâm’ın temel değerleriyle oynamaktan geri durmamışlardır.

Peygamberler, değerli insanlar, öncüler, âlimler, bilginler, âdil hükümdarlar da gelip geçti tarihin aydınlık yollarından. Ömürleri kısa oldu ama silinmez izler bıraktılar. “Her yol mubah” demediler. İlkeleri çiğnemek pahasına başarı peşinde koşmadılar. İlâhî mesajları dikkate alan bir ahlâkî zeminde hukuk, adâlet, merhamet ve sevgiyle varlık mücadelesi verdiler.

Peygamberler, insanların itiraz edemeyeceği ilkelerle gelmediler mi? Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, dürüst olacaksın, zina etmeyeceksin, alkol uyuşturucu almayacaksın, zekât vereceksin, paylaşmayı bileceksin, hakka hukuka uyacaksın, yolsuzluk yapmayacaksın, rüşvet almayacaksın, komşunla iyi geçineceksin, ailene iyi davranacaksın, kaba ve katı olmayacaksın, tabiata dost olacaksın, alçak gönüllü olacaksın, fakiri yedirecek giydireceksin, kul hakkına girmeyeceksin, yetimlere haklarını vereceksin, hesap vermeye hazır olacaksın, kibirli mağrur olmayacaksın, lüks ve israf peşinde koşmayacaksın, tutarlı temiz bir hayat yaşayacaksın, güvenilir sözünde durur bir insan olacaksın, bana ne! neme lâzım! demeyeceksin, topluma faydalı işler yapacaksın, haddini bilecek bozgunculuk yapmayacaksın, haksızlık karşısında mücadele edeceksin…

İnsan olduğunu hiç unutmayacaksın…

Yüce yaratıcıyla sağlıklı ilişki kurmadaki eksikliklerimiz…

Allah yerine güç sahiplerine yönelmemiz…

Kitabımız ve peygamberimizi ciddiye almadaki çelişkilerimiz…

Kadın, erkek bilinç düzeyini yükseltmedeki sıkıntılarımız…

Varlık nedenlerimiz üzerine tefekkür boşluklarımız…

İlkeler- menfaat çatışmasında zaaflarımız…

İyilikleri arttırıp kötülükleri azaltmada etkin olmaktan kaçınışımız…

İşlerimizi iyi yapmayışımız, sözümüzde durmayışımız, kayrılmayı çok isteyişimiz…

Ne olduğumuza bir türlü karar veremeyişimiz: Müslüman mı Hıristiyan mı, Doğulu mu Batılı mı?

İnsana , tabiata, diğer canlılara saygıda çokça kusurlu oluşumuz…

Kendimizi yüceltmek için çaba gösterme, mücadele etmede kararsızlığımız…

Baskıcı sistemler içinde karakterlerimizin bozulması, imkân bulduğumuzda Firavunlaşmamız…

Sabır, tahammül, düşünceye saygı, hukuka uygun davranış biçimi geliştirmede mesafe alamayışımız…

Ötekine hayat hakkı tanımayışımız.” Ya sev ya terk et!” demeyi vatanseverlik gibi algılayışımız. Oysa fikir hürriyeti, can mal nesil emniyetini sağlamak bizim boynumuzun borcudur…

Ortak inanç, dava, ahlâk, bakış açısı, ideoloji, beslenme kaynakları, davranış biçimleri, ülkülerle bir bütünlük içinde olamayışımız… Her şeyimiz ithal: Fikirden ahlâka, medeniyetten tekniğe, giyim kuşamdan hayatın her anındaki yapıp etmelerimize…

Kitaptan Yerel Değerlerin Egemenliğine/ İslâm Dünyasında Hukuk ve Bilim / Mehmet Yavuz AY

Manevî dinamiklerdeki çöküşle, medeniyetimizin maddî unsurları da kuvvetini kaybetti. Medeniyetimizin çöküşüyle “Devletimizi” de işgalden koruyamadık. İthal tedbirlerle çözüm üretmek bir yana daha da maskara olduk. Aynı hedeflere yönelen bir irade olmadığından herkesi bağlayan bir hukuk sistemine sahip olamadık. Fikir hürriyeti, hak ve ödevler, adâletin tesisi, insanların kendini güvende hissetmemesi, çıkar ve güç guruplarına farklı muamele, tarihten gelen sorunları çözme konusundaki donanımsızlığımız, içtihad etme vasfı taşıyan âlim eksikliğiyle akıl-sünnet ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtamayışımız. Sorunlarımızı gayri müslimlere havale edişimiz… Özne olmaktan, çalışmaktan, üretmekten imtina edişimiz.

Herkesi kuşatan, ilahî mesajla uyumlu, insana değer veren, her türlü fikre açık, güç odaklarına istisna tanımayan, uyulması zorunlu hukuk düzeni sağlandığında; bilimsel gelişmeler büyük bir hızla artacak ortamı bulacaktır.

Yeniden diriliş, yeniden öze dönüşle medeniyetimizi bitkisel hayattan çıkarmak…

Bize ait kodlarla bir devlet inşa etmek…

Mazluma koruma şemsiyesi olacak fıtrata uygun hukuk sistemine ulaşmak…

Kendimiz olduğumuzda ahlâk kodlarımıza uygun bilimsel verilerle tekniği teknolojiyi yakalamamız mümkün olacaktır.

“Batı’nın ahlâkını değil tekniğini alalım!” denmişti Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında. Bugün daha iyi anlaşıldı: Teknik ve teknoloji hangi medeniyete aitse, o medeniyet kültürünü, ahlâkını, ideolojisini dayatacaktır. Atom bombası üretmek, inançtan bağımsız olabilir mi?

28.12.2018, Kardelen/Ankara

Mehmet Yavuz AY

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş