metrika yandex
  • $32.45
  • 34.68
  • GA18240

Beyaz ırktan Türk ve Hanefi’yim

DERVİŞ ARGUN
27.01.2020

 

Kendi kavramlarını oluşturamamış düşünce ve medeniyetlerin kalıcı olamayacağı ne kadar gerçekse, kavramların yerli yerinde ve doğru olarak kullanılması da o düşünce ve medeniyetin inşasında o kadar önemlidir. Kavramların doğru kullanılabilmesi ise, hiç şüphesiz o kavramları ortaya çıkaran tarihsel süreç ve gerçekliklerle o kavramların arasındaki bağı koparmamaktan geçer.

Konunun uzmanı ilim adamlarına galebe çalan TV hocaları konuştukça, birçok meselede olduğu gibi dini terminoloji de, kastını aşan ya da kastı ifade etmeyen anlamlarda kullanılmaya başlandı. Bu durum çok da tanıdık olduğumuz terminolojinin bir silaha dönüştürülmesi eylemi olup, terminolojiyle oynaştıkları kadar o terminolojinin ifade ettiği medeniyeti de yok ettiğini bilenler tarafından işlenen bir cinayete dönüşmüştür. Bunun kasten taammüden işlenen bir cinayet olmasının tarihi bir karşılığı varsa da son dönemlerde bu cinayetin daha bir hunharca işlendiği gerçeği inkâr edilemez.

Ehlü’s-sünneve’lcema’a terkibi de bu cinayetin maktülleri arasında olup, her bir TV hocası tarafından dilediği kapıdan girilip, istediği pencereden çıkılan sahipsiz bir mekâna dönüştürülmüştür. Esasen ilim sahibi insanların bir mezhebin değil bir metodolojinin adı olarak zikrettikleri bu kavram, süreçle, bağlamından koparılarak kitlelerin birbirlerini katlettiği bir savaşın tarafı haline getirilmiştir. Öyle ki, İslam’a mensup hiçbir fırkanın Hz. Muhammed (as)’ın varlığını ve sünnetin geçerliliğini inkâr etmesi mümkün değilken, hadislerin tespit edilmesindeki yöntem, yine hadislerin yorum ve tevillerindeki farklılıklar üzerinden gelişen ayrılık, kimileri tarafından Ehli Sünnet ve Ehli Küfür ayrımına kadar götürülmüştür. Çoğu zaman gerçeklikle örtüşmeyen görece tanımlamalarla milyonlarca insan, gıyaplarında tekfir edilmiş ve her mezhebin İslam’la örtüşen bir yanı olduğu gerçeği yok sayılarak, bazı mezheplerin İslam’ın bizatihi kendisi olduğu iddiası ortaya atılmıştır.

İlahiyatçı Prof. Dr. Mevlüt Özler'e göre ilk olarak her ikisi de aynı tarihte vefat eden Hasan-ı Basri ve Muhammed b. Sirin (110/728) tarafından kullanılan Ehli Sünnet kavramına, itikadı olmaktan çok tamamen siyasi saiklerle Muaviye zamanında ilave edilen Cema-a tabiri, süreçle itikadi bir ayrışmanın kavramı haline getirilmiştir. Yine Özler'e göre bu kavram, Kur’an’ı Kerim’de yer almadığı gibi, Hz. Peygamber’in beyanlarında da yer aldığına dair bir veri de bulunmamaktadır. Ancak sünnet ve cemaat kelimeleri bir terkip olarak değil, ayrı ayrı olmak üzere Hz. Resul'ün kimi ifadelerinde yer almıştır.

Bu yönüyle Ehlü’s-sünne ve’lcema’a kavramı, Kur’an da ve Hz. Peygamber’in ifadelerinde bir terkip olarak yer almadığına göre dini değil siyasi ve kültürel bir kavram olarak değerlendirilmelidir. Çünkü metodolojik farklılıklar bir yana, Hz. Muhammed (as)’ı yok sayan ya da hadislerin olmadığı bir dine inandığını iddia eden yapının dinden sayılması mümkün değildir. Oysa rivayetlerin doğruluğu ya da yanlışlığı üzerinden tasnifler yaparak her grubun kendisini Muhammed (as)’ın sünnetine ve hadislerine uygun bir mezhebe mensup olduğu çabası içinde olmaları, tarihi bir realitedir.

Ehlü’s-sünne’nin bir şemsiye kavram olduğu gerçeğini görmezden gelip, temel esaslarda mutabık kaldığı kimi grupları bu şemsiyenin dışına atmak, mezhep-hadis ilişkisindeki metodolojik farklılıkları yok sayarak renklerin oluşturduğu zenginliği katletmektir. Buna, Muhammed (as)’ı İslam Peygamberi olarak kabul edenlerin içerisindeki hiçbir grup, diğerine karşı hak sahibi değildir.

Kaldı ki, hangi mezhebe mensup olduğunuz, hangi renge, ırka ve cinsiyete ait olduğunuz gerçeği kadar bizden bağımsızdır. Konya’da doğan birisinin kuşatılmış mezhep örgüsünden dolayı Hanefi olması ne kadar doğal ve şahıstan bağımsızsa, Diyarbakır’da doğan birisinin Şafii, Tahran’da doğanın da İsnâ-aşerî Şii'liğine mensup olması o kadar doğal ve şahıslardan bağımsız bir gerçekliktir.

Kendi adıma ben Hanefi’yim ve bu benim Konya’da doğmuş olmaktan dolayı elde ettiğim bir mensubiyettir. Bundan dolayıdır ki, Kahire’de doğan bir Şafii’nin de, Tahran ya da Beyrut'ta doğan bir İsnâ-aşerî Şîî'sinin de en az benim kadar Muhammed (as)’a ümmet olma hakkına sahip olduğuna inanıyorum. Mezhebi ırkçılık bir felakettir ve bunu hangi mezhep müntesibi yaparsa yapsın hizmeti İslam’a değil, en kibar ifadeyle cehalet ve çatışmayadır. Ne beyaz ne Türk, biraz abartı olacak ama, ne de Hanefi olmak bir övünç sebebi değil bir kaderdir.

Not: Elazığ depreminde vefat eden kardeşlerime Allah'tan rahmet, yakınlarına ve hepimize başsağlığı, yaralılara Rabbimden acil ve kalıcı şifalar diliyorum.

 

Yorum Ekle
Yorumlar (2)
Reşat YILDIZ | 30.01.2020 15:00
Kaderimizin bize yüklediği mükellefiyetleri tarih ve coğrafya yine bize bas bas bağırarak ve yalvararak teklif ediyor, "kendinize gelin önce kendinizi kurtarın ve sonra bize gelin bizi de kurtarın" bu çığlık umurumuzda ise ve biz Küfrü ferdi ve islami dünyamızdan tekrar uzaklaştırarak Türk ve Hanifi olmakla övünebilmeliyiz.
Emin | 28.01.2020 09:22
Allah ümmeti mezhepçilik fitnesinden kurtarsın. İsim isim bölündük, bölündükçe savrulduk, savruldukça İslam kardeşliğinden uzaklaştık.