metrika yandex
  • $32.7
  • 34.74
  • GA19020

Büyük Hedefler İçin Örneklik

AYTEN DURMUŞ
29.03.2020

İslam, siyasal ve toplumsal hedeflerden önce, kişide güzel ahlâk oluşturmayı ve bu ahlâkın yansıması olarak onun eliyle güzel eylemler ortaya koymayı amaçlar.

‘Ben Müslüman’ım’ diyen bir kişiye, mensup olduğunu ileri sürdüğü İslam, güzel ahlâk kazandırmıyor ve güzel eylemler yaptırmıyorsa üç sorun vardır:

1. Kişi ‘İslam’ yerine, hakla batılın karıştığı bir öğretiyi benimsemiştir.

2. Kişi, İslam’ı tamamen yanlış anlamıştır.

3. Kişi, İslam’ı hiç anlamamıştır.

Çünkü İslam her koşul ve durumda ‘salih ameller’ adıyla kavramlaşmış ‘yararlı eylemler’ üzerine kurulmuştur. Hayat, bir eylem alanıdır. Her eylem de sonuçta ‘iyi ve kötü’ ayrımında, bu ikisinden birinin altına yerleşecektir. Buna genelde ‘salih amel ve fasit amel/ iyi eylem ve kötü eylem’ denir. Yaşayan her kişinin hayatı ister istemez her an ‘iyi ve kötü’ eylemlerden birisiyle doldurulmaktadır.

İslamiyet’e mensup olduğu iddiasına sahip bir kişinin eylemsizliği düşünülemediği gibi hayatını ‘kötü’ eylemlerle doldurmaya razı olması da düşünülemez. Bu nedenle bu iddianın sahipleri; kurtarıcı beklemeden, toplumun toptan hidayetini beklemeden, siyasal sistemin İslam’a uygun duruma gelmesini beklemeden ve inancının gereği olan istek ve amaçlarını unutmadan, iyi ve doğru eylemlerle doldurdukları bir hayat yaşamaya çalışmalıdırlar

Ta ki bizler, inançlarımızı ifade adına: ‘Siz kimsiniz?’ sorusuna ‘Bizler şöyle şöyle düşünen kimseleriz.’ gibi etkisi az bir cevap yerine ‘Bizler şöyle şöyle düşünen ve bunun için de şöyle şöyle yapan kimseleriz.’ diyebilelim.

Doğrusu budur ve bu gereklidir. Hem yaşanmakta ve geçip gitmekte olan hayatın güzel geçip gitmesi adına hem de gelecekte beklenen ve özlenen ne varsa onların alt yapısını oluşturma adına böyle davranmak gereklidir.

Diğer türlüsü kuru, tatsız ve bıktıran eleştiriler eşliğinde, lafla peynir gemisini yürütme çabası olur. Hâlbuki insanların, kafaları, gönülleri, ruhları, akılları, kendilerini dinginliğe ulaştıracak cevaplara aç. Açlık kişiyi hırsızlığa yönelttiği gibi aç kafalar, gönüller, ruhlar, akıllar da hırsızlığa yönelir. Ne dediği bir türlü anlaşılmayan, sağ eliyle sol kulağını hep ensesinden dolanıp gösteren, bıkkınlık veren yazılı ve sözlü anlatımlar da insanlarda bir bunalmışlık duygusuyla ‘Ne diyor belli değil. Tüm bu laf salatalarına ne gerek var?’ duygu ve düşüncesini oluşturur. Ancak ne hikmetse onlar da kendilerini ya bilge ya bilgin zannederler.

Doğru bilgi, doğru eylem için gereklidir. Bir konu veya durumda ‘Doğru nedir?’ sorusunun cevabını bilmeyen kişinin doğru davranabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle düşünen zihinler için cevaplardan önce soruların doğru sorulması gereklidir. Ele alınması gerekli konu ve durumlarda, önceliğe sahip sorular nelerdir? Birinci önceliğe sahip sorular cevaplanmadan, ikinci derecedeki soruların sorulması ve cevaplanması ne kadar anlamlı, gerekli ve doğrudur?

Örnek verelim: Müslüman olmak isteyen bir kişinin: ‘İslam nedir?’ sorusunun cevabını öğrenmeden önce ‘Namaz nasıl kılınır?’, ‘Oruç nasıl tutulur?’ gibi soruları gündeme alması ve öğrenmeye çalışması anlamlı ve doğru mudur? Doğru değildir ve öğrenilmesi gerekli soruların sorulmasında da gereklilik durumuna göre bir düzen gözetilmelidir. Bizim bu açıklamadan ulaşmak istediğimiz nokta şurasıdır: Esasında söz ettiğimiz ‘öğrenilmesi gerekli soruların öncelik ve gereklilik durumuna göre bir düzen içinde sorulması’ konusu her Müslüman için de söz konusu olmalıdır.

Bir Müslüman da eylemlerini doğru yapmak için önce ‘İslam nedir?’ sorusuna doğru cevap vermelidir. Çünkü bu soru hemen peşinden ‘Yaşadığım çağda ve şartlarda İslam beni ne ile yükümlü görür?’ sorularını da sordurur. Buraya kadar zaten herkes az çok böyle veya buna yakın düşünmekte ve davranmaktadır.

İnsanlar çoğu kere aile ve toplumsal ortamda her türlü öğrenme yoluyla inançlarını öğrenirler. Ancak bu öğrenim, kişinin konuşması gibidir. Nasıl ki konuşmayı doğal yollarla öğrenen her kişi bir konuşma sanatçısı olamazsa işte tıpkı bunun gibi içinde yaşadığı ortamlarda, inancıyla ilgili bir takım bilgileri edinmiş kişi de mensup olduğu dini tam anlamıyla öğrenmiş olmaz. Yeterli bir öğrenim, her kişinin bireysel çabasını gerekli kılar. Bu çaba olmazsa kişiyi iki tehlike bekler:

1. Kişi, atalar dini olmaya başlamış ve hakla batılın karıştığı bir oluşumu din olarak kabul eder.

2. Kişi, inancının derinliklerini ve inceliklerini hiçbir zaman öğrenemez.

İslam’ın öğrenilmesinde şüphesiz ki kitapların önemli bir yeri vardır. Çoğu zaman pek çok konudaki eksiklik ancak kitaplar yoluyla giderilmektedir. Buna ek olarak değişik yöntemlerle yapılan derslerin de önemli katkısı vardır. Bu yöntemlerle bu alanda pek çok eksiklik giderilmektedir. Ancak gerek kitaplarla gerek derslerle verilen ve alınan eğitime rağmen beklenen değişim ve dönüşümün sağlanamamasındaki en önemli etken: ÖRNEK AZLIĞIDIR.

Bu tespitimiz bazılarına biraz ağır, acı, sert gelmiş olabilir. Ancak kendisi, çevresi tarafından örnek alınan ve yine çevresinde öncü konumunda görülen kişilerden, kendisinden daha iyi kişiler yetişmesi için çalışanlar, bu eksiğin farkında olan kişilerdir. Yoksa ömrü boyunca kendi adına bireysel bir çabanın içinde olup da ‘Benden sonra tufan!’ diyen bir anlayışla nereye kadar gidebilir bu kervan.

Şu anda yaşamakta olanlardan -kendileri istesin istemesin- ‘örneklik’ sorumluluğuna sahip olanlar: ‘Benden sonra ne olacak?’ konusunu gündeme alarak topluma ‘güzel örnek’ olacak yeni kişilerin yetişmesi için gerekenleri yapmalıdırlar. Bunun adı ‘ÖRNEK KİŞİLİK yetiştirmektir. Hepimizin bildiği gibi Hz. Peygamber de ömrü boyunca bunun için uğraşıp durmuştur. Bugün onun bu görevini kim üstlenecek? Bu anlamdaki tükenişimiz ne zaman duracak. İyi ve şahsiyetli kişiler, kendilerinin benzerlerini ve kendilerinden daha iyilerini yetiştirmeyecekler mi?

Kendisinden sonraki neslin yetişmesiyle ilgilenmeyen her örnek ve öncünün yolu kendisiyle biter. Hâlbuki onlar, yapımına katkı sundukları yolun ilerleyen yıllarda ve hatta çağlarda yapımını sürdürecek kişilerin de yetişmesiyle özel olarak ilgilenmelidirler.

Bir gün herkes gibi bu dünya hayatını bitirecek bir öncünün: ‘Ben öldüm, yol bitti. Paydos!’ anlamına gelen mücahede yöntemi YANLIŞtır. Hayatları aşan hedeflere, belli ilkeler çerçevesinde istikametini bozmadan dosdoğru yürümenin yöntemi bu değildir. Biz, 200 yılı aşan fetretimizden bu yüzden hala çıkamadık.

Bu önemli eksiğimiz sebebiyle her seferde herkes işe sıfırdan başlıyor ve kendisinden sonrasını düşünerek uzun vadeli planlar yapmayı eksik bırakıyor. İşte biz de bu yüzden hala kendimize gelebilmiş, kendimizi bulabilmiş, kendimiz olabilmiş değiliz. Eğer bunlar olabilseydi, tökezleyip kapaklanan medeniyetimiz yeniden ve hatta daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmış olurdu. Ne gün kendimize gelebilir, kendimizi bulabilir, kendimiz olabilirsek o gün Medeniyetimiz da ayağa kalkacaktır. İnşallah!

Yorum Ekle
Yorumlar (2)
Mumtehine inanır | 09.04.2020 10:13
İnşallah Ayten hanım. ..Allah razı olsun.
Ayşe KILINÇARSLAN | 31.03.2020 21:14
İnşaallah hocam..