metrika yandex
  • $32.66
  • 35.24
  • GA17640
Firak

Bütün ufuklara bakan varoluşlar

ATASOY MÜFTÜOĞLU
01.05.2017

İslam tarihe çıktığında, kendi çağının bütün boyutlarına, bütün sorunlarına, bütün renklerine derinlemesine nüfuz eden bir bilinci ve ufku temsil ediyordu. Bu dönemde İslam, insanlığın en yüksek kültürü olarak, dünya ölçeğinde etkili bir kültür olarak, dönüştürücü bir kültür olarak temayüz etti

 

Modern seküler düşünce tarafından, Batı’nın zihin dünyası tarafından onaylanabilecek bir din ve siyaset algısı içerisine hapsedildiğimiz için, Batılı değer sistemini referans olarak alıyor, İslam’ı temel referans olarak alamıyoruz. Batı’nın zihin dünyası, helâl-haram yaklaşımını ve hukuki müeyyideleri reddeden, sadece manevi dünyada yaşatılabilir bir din algısı öneriyor.

 

İslam medeniyeti tarihe zihinsel özgürlüklerle girdi. Bu zihinsel özgürlük, dünyevi bir kültürü de içeren bir özgürlüktü. Zihinsel özgürlükler olmasaydı, farklı dünya kültürleriyle, medeniyetleriyle ilişki kurulamaz, kültürel-felsefi alışveriş yapılamazdı. Kuruluş dönemi İslam bilginleri aynı zamanda filozoftular, ruhban değildiler. İslam halifeleri de ‘papa’ konumunda olmadılar.

 

ÜRETKENLİKTEN TEPKİSELLİĞE GEÇİŞ

 

İslamın, İslam medeniyetinin, devletlerinin kuruluş dönemi, üretken, canlı, hareketli, genç, taze bir varoluşu, bütün ufuklara bakan bir varoluşu gerçekleştirdi. Vahiy-akıl bütünlüğünün, inanç-bilgi bütünlüğünün bozulmasıyla birlikte, İslam dünyası toplumları ve kültürleri kendilerini içe ve geçmişe kapattılar. İçe ve geçmişe kapanmayla birlikte toplumlarımız kendi kendilerini sömürgeleştirilmeye açık hale getirdi. Gelecek üzerinde etkide bulunma iradesini kaybeden Müslüman toplumlar, hayatlarını edilgen bir çerçeveyle bizzat kendileri sınırlandırdılar. İslam’ın kuruluş döneminde Müslümanlar, her alanda, sahip oldukları imkanların sınırlarını zorladılar. Yapabilecekleri her ne varsa tecrübe etmek üzere, büyük içtenlikleriyle, büyük samimiyetleriyle, büyük çabalar harcadılar.

 

Bugünün İslam dünyası toplumları-kültürleri ise, geçmişte üretilenleri tüketmeye devam ettikleri için, bugün için etkili olabilecek çerçeveler üretemiyor. Herhangi bir şeyi ancak ürettiğimizde tecrübe etmiş oluruz. Bugün Müslümanlar olarak varolan işleyişle bütünleşmiş durumdayız. Tepkisellikle sınırlı bir zihin dünyası, hiç bir değer, anlam ve cevap üretemiyor. Yalnızca tepki göstermekten ibaret her etkinlik, hiç bir şey yapmamak anlamı taşır. Her muhafazakârlık da bir tür tepkiselliktir. Muhafazakârlıklar, zihinsel tembellikleri hayat tarzına dönüştürürler.

 

Günümüzde, zihinsel tembelliklerimiz sebebiyle, klişeleri, sloganları, hamaset ve popülizmi aşarak düşünmeye cesaret edemiyoruz. Düşünmeye cesaret edemeyen bir zihin dünyası, hiç bir şekilde siyasal özne olamıyor, propaganda nesnesi olarak hayatını sürdürüyor. Propoganda nesnesi haline getirildiğimiz için, hiç bir ahlaki, felsefi, entelektüel değer sistemi adına bir mücadele yürütmüyor; sadece maddi/nicel/teknik/bürokratik tercihlerle, sorumsuz tercihlerle ilgileniyoruz. Zenginlikler ve iktidarlar yoluyla hayatımıza giren ahlaki yozlaşmalar derinleşiyor. Sade ve basit hayatların nasıl hayatlar olduğunu hayalimizde bile canlandıramıyoruz.

 

ORTAK ANLAM DÜNYALARI KURAMIYORUZ

 

İslam tarihinde ilk bölünmelerin ve kırılmaların partizanlıklar yüzünden çıktığını hatırlamak istemiyoruz. İdeolojik ve kültürel iktidar/egemenlik, Batılıların çok küstah bir siyasal dil kullanmaları konusunda onlara cesaret verirken, bizler hâlâ sayısal iktidarın/iktidarların yanılsamalarından kurtulamıyoruz. Irkçı dil, ideolojik dil, partizanlığın dili, her ülkede, her toplumda ortak anlam dünyalarını imkansız kılıyor. Irkçı, ideolojik dilin tayin edici olduğu bir dünyada, Batı dünyası da, Doğu dünyası da, insanlık tarihinden ayrı, bağımsız bir gerçeklikmiş gibi sunulabiliyor. Bu karşıtlıklar devam ettiği takdirde, bu karşıtlıklar takdir ve teşvik edildiği sürece, insani-ahlaki-felsefi bir insanlık dünyası mümkün olmayacak. Dünyanın ırkçı-ideolojik önyargılar doğrultusunda keyfi bir biçimde tanımlanması, kategorize edilmesi, içerisinde yaşadığımız dünyanın düşünsel, ahlaki, felsefi, kültürel yoksulluğuna işaret eder.

 

Bugün Müslümanlar olarak, niteliksel anlamda, düşünsel, kültürel, bilimsel, ahlaki, felsefi, hikemi içerik üretimi üzerinde yoğunlaşıyor olsaydık, birbirimizi etnik aidiyetimiz sebebiyle, mezhebi aidiyetimiz sebebiyle dışlamıyor, ümmet umudunu halen muhafaza ediyor olacaktık. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, insani/ahlaki/felsefi değerler, anlamlar dünyasıyla hiç ilgisi bulunmayan tartışmalar sebebiyle, birbirimize yabancılaşıyoruz.

 

ETKİLİ VE DÖNÜŞTÜRÜCÜ KÜLTÜR İHTİYACI

 

İslam tarihe çıktığında, kendi çağının bütün boyutlarına, bütün sorunlarına, bütün renklerine derinlemesine nüfuz eden bir bilinci ve ufku temsil ediyordu. Bu dönemde İslam, insanlığın en yüksek kültürü olarak, dünya ölçeğinde etkili bir kültür olarak, dönüştürücü bir kültür olarak temayüz etti. Bu dönem, İslamın, sofistike bir devlet yapısıyla birlikte var olduğu bir dönemdi. Sözünü ettiğimiz yüksek kültürü inşa eden zihin dünyası, olağanüstü seçkin niteliklere sahip kadrolar tarafından oluşturuldu.

 

İlerleyen dönemlerin İslam dünyası toplumları ise, düşüncesizleştirici bir gelenekle bütünleştikleri için, tarihin son yüzyıllarını, söz konusu yüzyılların gerçekliklerine, gelişmelerine, yapılarına nüfuz edemeden geçirdiler - nüfuz etme çabası bile gösteremediler. Bugün de Müslümanlar olarak kendi zamanlarımıza yönelik çözümlemeler yapamıyor, hamaset yoluyla propaganda nesneleri haline getirildiğimiz için, sahici/kapsamlı/derinlikli/nitelikli düşünce üretimine hiç önem vermiyor, çoğu zaman bir şekilde günü kurtarmaya çalışıyoruz. Günü kurtarma mücadeleleri, hangi bağlamda olursa olsun, yüksek ahlaki tercihlerin döneminin kapandığını ve ödünler döneminin başladığını gösterir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş