metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Kıyamet Koptu Kopacak…

ABDULAZİZ TANTİK
24.12.2019

Yalnızlaştırılma çağında…

Modern çağ, özerkleştirerek yapıyı değişime zorladı. Böylece varlığın özerkleşmesi yanında insanında topluluk olarak bir arada bulunma nedenini yok ederek onu yalnız bıraktı. Ortada aile dâhil her hangi bir topluluğun meşru zeminini bırakmadı. Bir araya gelmelerin de ekonomik veya siyasi bir karşılığı olduğu için ferdin yalnızlığı giderilemez oluyor.

Hâlbuki insan, birlikte yaşamak için var kılınmış bir özelliğe sahiptir. Yani bütünün parçası olarak aidiyetini kaybettiği andan itibaren doğal olarak yalnız bırakılmış durumda kalıyor. İnsan, başkasını mutlu ederken mutlu olan bir varlıktır. Şimdi sadece kendi mutluluğuna yöneldiği andan itibaren hem yalnızlaşıyor hem de yabancılaşmayı içselleştirmeye başlıyor.

İnsan, değerler skalası ile var olmayı becerebilen bir varlıktır. Bu değerler, insanın nasıl ve ne yapması gerektiği konusunda ona yol ve yön göstermektedir. Değerleri salt kendisine indirgenmiş insan, doğal olarak başkası ile ilişkiyi salt kurgusal bir zeminde kurabiliyor. Ve kurgu kişiyi doğal olarak samimiyetten uzaklaştırıyor. Bencilliğin hapishanesine gönüllü yazılarak yalnızlığı kaderi olarak kabullenme durumunda bırakılıyor. Burada kendi suçu yok mudur? Elbette ki vardır. Ancak, insan, birlikte var olmayı başarabildiği için kendi ayakları üzerinde durmaya yeltendiğinde etrafı dağıtmakla baş başa kalıyor. Bu da onu yalnızlığa itiyor. Modern çağ insanı zorunlu olarak yalnızlığa itiyor. Çünkü onu ölüm duygusundan uzak tutarak gelecek kaygısını gündelik imkânlara yöneltiyor. Hâlbuki insan, ancak ontolojik güvenlik kaygısı ile geleceğe baktığı zaman kendi olma liyakati kazanabilirdi. Bu elinden alınmış oluyor…

Yalnızlaşan insan aslında kıyametin kopuşunu kendinde sağlamış oluyor. Mesele, insanın bu kopuştan haberdar olacak enstrümanlara sahip olamayacağı bir psikolojik ve sosyolojik zemine yaslanmasıdır. Ölümden uzaklaştırılan insan, yaşamanın baskısı altında değerleri yok sayarak anlamsızlığın girdabına düşmektedir. Ölümü unutan kişi, doğal olarak değeri, imtihanı ve hesap verebilirliliği de göz ardı ederek hayata devam ediyor. Bu onu, sınırların olmadığı bir dünyaya taşıyor. Sınır yoksa sonsuzluğun sahte yüzünü tadıyor ve bu acı ama ‘tatlı tadı var algısı’ ile birlikte kendisini yabancılaşmanın kollarına bırakmaktadır. Yabancılaşma ise onu yalnızlığın derin sularında boğulma seanslarına taşıyor. Sürekli yaşadığı acı ve vicdanındaki sızı üzerinden kendini unutmuşluğa terk ediyor. Böylece giderek kendinden, kendi cinsinden ve her varlığın kahredici sessizliğinden uzaklaşmaya yeminli oluyor.

Yabancılaştırılma çağında…

Her uzaklaşma beraberinde yabancılaşmayı taşıyor. İnsan, önce kendisine yabancılaşır, sonra sırasıyla, değere, varlığa, geleceğe ve Yaratıcıya da yabancılaşarak finale ulaşır. Artık bu insan, kahredici bir ‘an’lar bütününün ağır yükünü taşımaya aday olmuştur. An’larda kaybolur ama kaybolduğunu kabullenmez! Kendisi dâhil her şeyden uzaklaştığı için bir yabancılık hissi içinde boğulur. Yabancılaşması ise uzaklaşmasının garantisine dönüşür. Kısır bir döngü içinde kendi varlığını unutacak kadar kendinden geçen insan, artık ne yaptığı ve neye, nereye yöneldiği duygusunu da yitirmeye başlayacaktır.

Kıyametini kendi içinde kopartan insan, yabancılaşarak buna cevap üretir. Diğer insanlara bir garip bakmaya başlamıştır. Çünkü onlar artık, tanıdık yüzler olmaktan çıkmış, zorunlu bir ilişkinin varlığı ise baş göstermiştir. Bu zorunluluk ise onu ‘rüzgârın önünde sürüklenen yaprağa’ dönüştürür. Her an içinde kopan kıyametler ile birlikte varlığını, hiçliğin önüne atmaktan bir an bile imtina etmez bir pozisyonu güçlendirerek yaşantısını sürdürür.

Yabancılaşma, kişinin anbean uzaklaşmasıyla başladığı gibi adım- adım ölüme yürümesi ve süreklileşen bir kıyamet kopuşunun seri halde hayatı yontmaya başlamasını beraberinde taşır. Bu doğal olarak değerin anlamsızlığa dönüşmesini kişinin anlam buhranına duçar oluşunu sağlar. Yalnızlık, yabancılaşmayı, yabancılaşma ise anlamsızlığı içinde taşır.

Modern çağ, özerkleştirme üzerinden kurgusal bir zemine yaslandığında yapaylığı normalleştirir. İşte yabancılaşma buradan neşet eder. Ve çok uzak görülen kıyamet aslında insanın kendi eli ve isteği ile gerçekleştirilir. Hem de süreklileşen bir yapıya büründürülerek…

Modern çağ öncesi dönemlerde önce anlam krizi oluşurdu. Anlam krizini takip eden bir yabancılaşma ve onu takip eden bir yalnızlaşma ki bu da ontolojik seviyede gelişirdi. Sonra davetçiler gelir, insana kendisini hatırlatarak tekrar anlamı bulmasına yardım edilirdi. Bugün ise sistemli bir şekilde yalnızlaştırılma, yabancılaştırılma ve anlamsızlaştırılma sistematik hale getirildiği için davetçilerin varlığı da artık anlamsız hale gelmektedir. Ve davetçinin sesleri tıkanmış kulaklara ulaşamıyor. Bu sorun; kıyameti yeniden düşünmek ve bu kopuşun geriletilmesi bağlamında insan olma haysiyetine sahip kişilerin ayaklanmalarının şart oluşunu gösteriyor sadece…

Anlamsızlaştırılma çağında…

Yalnız ve yabancılaşmış insan, anlamsızlığı bir yaşam biçimi olarak kabul ederek hayatı hiçleştirmeye devam eder…

Bilmeyi öznenin kendisine ve dolayısıyla aklına tevdi eden modern dünya, akıllar arasında bir tercihte bulunamayınca doğal olarak değersizleşmeyi de kronik hale dönüştürmeyi becerebilmektedir. Bu değersizleşme salt varlık ile sınırlı değil, ilişkiler ağına da yöneltilince insan, artık bir anlamsızlık deryasında yüzmeyi unutmuş şahıs gibi kalakalmaktadır. Hangi yöne gideceğini bilmeyen, suyun derinliğini kavrayamayan, suda var olan tehlikelere karşı korunma güdüsünden yoksun insan, anlamsızlığın pençesinde kıvranıp durmaktadır. Ona en yüksek sesle ‘Kıyamet Kopacak’ dendiğinde anlamsızca başını sallamayı itiyat haline getirmekten başka yapacak bir şeyi olmadığı üzerinden tepki veriyor.

Yitik insandan bahsediyoruz. Yitmiş, yitirilmiş insan, yitirir. Ve yitirilme esasa taalluk eden bir belirti olarak varlık kazanıyor. Bu şartlarda ‘Anlam’ ise buharlaşıyor…

İşaret dilini kaybetmiş, yönünü görmeyen, yerinde sayarak dönüp duran insan, anlamsızlıktan başka bir seçenek ile baş başa kalamaz! Kendi yalnızlığında boğulurken, yabancılaşan, yabancılaşmayı içselleştirerek varlık kazanan ve bu varlığını anlamsızlık ırmağında yıkayarak her an kıyametini yaşayan insan, kaçacak bir mekân ve zaman bulamayacaktır…

En gür sada ile…

Yeniden insanın anlam bulması için en gür sada ile bir çağrıya ihtiyaç var. Bu çağrı insana kendini hatırlatarak onun yalnızlığının gereksiz oluşunu bildirmeli. Aslında insan, varlığın kendisi ile tanışık olduğunu algılamalı ve bu tanışıklık üzerinden yabancı olmadığını idrak etmelidir ki anlama ulaşacak yolu açsın kendisine…

En gür sada ile insan önce kendi içinde yankılandırmalı, kıyametin kopuşunun içinde gerçekleştiğini… İçine seslenmeli, öncelikle kendine duyurmalı… Yalnızlığın bir kader olmadığını bilerek varlık alanına yönelmeli ki yönünü bulsun… Yönünü bulan kişinin aynı yönde yürüyen insanlarla bir tanışıklığı oluşsun… Bu tanışıklığın ‘kıyamet kopacak’ sözünün anlamını iliklerine kadar taşıdığını hissetsin…

Bir çağrı yankılanmalı, içten dışa doğru gökyüzünü dolduracak şekilde… Hatırlayan insan, çağrıyı yankılandırandır. Unutma, hatırlamak, itminan sağladığı gibi tanışıklığı işaret eder ve seni kendinle ve başkasıyla buluşmaya iter…

Sessizliğin derinliğinde sese dönüşerek anlamın hayat bulmasını sağlayacak olan ölüm gerçeği ve hesap verebilirliliğin hayatımızı yeniden tanzim edişine imkân sağlamak, yeniden insan olmanın şartlarını oluşturmaktır. Bunun yolu ise ‘Kıyamet kopacak’ diye yapılacak bir çağrının zorunluluğudur.

Derdimiz ve ilacımız da bu çağrıda saklıdır…

Kıyametin kopuşu önce enfüste kopmalı, sonra afakta kopmalı ve oluşturduğu güç ile sesi yankılanarak insanı kendisine getirmelidir. İnsan kendisine gelmeli, gelecektir de… Yeter ki o sese kulak kesilsin, hakikatin sesine açılan kulak, kurtuluşa açılan yoldur. İnsanın derdi de ilacı da aynı yerdedir: sorumluluğuna müdrik ve hesap vereceği gün için hazırlanmak…

Bir ses yankılanmalı, sarmalamalı insanı, varlığı ve ilişkiler ağını… Bu ses, iyiye, güzele ve doğruya daveti içermelidir. Her insan bu davet ile uyarılmalı ve uyandırılmalıdır. O zaman dertlerin tükenmesini sağlayacak ilacın bulunması garantiye alınır.

Korkma ey insan! Kıyamet senin içindir. Senin sonsuzluğunun teminatıdır…

Evet, kesinlikle kıyamet kopacaktır…

İnsanın aşkın boyutunun gerçeklik zemininde kendisine yer bulması için bir diriliş muştusu kaçınılmazdır. İnsan ancak ölümden sonra kendi hakikati üzere kendini gerçekleştirme imkânı bulacaktır. Bu yüzden kıyametin kopması onun kaderidir. Bu kaderden kaçınılmaz da… Modern insan kıyameti unuttuğu için kendi sığlığı ve sınırı içinde debelenip durmaktadır. Yolunu kaybetmiş yavru ceylan misali içine sinmektedir. Korkudan tir, tir titrerken ne olacağının bilinmeyişi yüzünden sürekli ölmektedir. Hâlbuki kıyamet çağrısı sadece bir kez ölümü tattıracak bir çağrıdır. İnsan her an mı ölmeli, bir kez mi?

Her kes fısıltıyla birbirine söyleyerek büyük bir çığlığa, sağır edici bir sessizliğin çığlığına dönüştürsün ‘kıyametin kopacağını’…

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş