Diğer taraftan, küresel güç dengesinin yön değiştirme sürecine girmesi, yaşadığımız kaosun en önemli sebepleri arasında yer alıyor. Şunu demek istiyorum; küresel güç dengesi batıdan doğuya doğru kayıyor. Dolayısıyla, ekonomik gücün kayması siyasi gücün de kaymasına olanak sağlayacak. Bu noktada, rekabetin özellikle teknoloji firmalarından kaynaklandığı ve Çinli teknoloji markalarının gittikçe değerinin arttığı ortaya çıkıyor. Fortune Dergisi’nin en son yayınladığı Küresel 500 listesine göre, Çinli firma sayısının ilk defa ABD’li firma sayısını geçtiği görünüyor. Zira Trump’ın Çin’e ve diğer rakip gördüğü ülkelere ticaret savaşını başlatması, özellikle bu sebeptendir. Son dönemde, Çinli Huawei firması ile ilgili alınan yaptırım kararları, bu anlattıklarımın somut göstergesidir.
Bu bağlamda, ticaret savaşları ile bir güç gösterisi yapılıyor, diğer bir ifadeyle, sıcak çatışmanın başka bir şekli yaşanıyor. Dünyada ABD’nin artık tek başına bir güç olmadığı, yanına Çin ve başka ülkelerin de geldiği ve geleceği aşikârdır. Son dönemde, Trump’ın ek vergi uygulamaları ve Çin’in de buna karşılık vermesi, bu çatışmanın daha başında olduğumuzu gösteriyor. Bu noktada, tüm dünya, Japonya’da gerçekleştirilen G2O Zirvesi’ndeki ABD Başkanı Trump ve Çin Devlet Başkanı Cinpinh görüşmesine kilitlendi. Görüşme sonrasında gelen güvercin açıklamalardan anladığımız, müzakerelerin devam edeceği yönündeydi. Ancak Trump’ın konuyla ilgili en son yaptığı açıklamada; 1 Eylül’den itibaren, 300 milyar dolarlık Çin ürününe yüzde 10 ilave vergi koyduklarını belirtti. Dolaysıyla, G20 Zirvesi’ndeki yalancı bahar havası çok uzun sürmemiş oldu… Öte yandan, İngiltere’nin yeni Başbakanı Boris Johnson’ın gelir gelmez, 31 Ekim itibariyle Brexit’i gerçekleştireceklerini belirtmesi de Avrupa Birliği açısından ticaret savaşlarının kapıda olduğunu gösteriyor.
Kısacası, dünyanın yeni bir karmaşaya doğru evrildiği gözlemleniyor. Hâlihazırdaki sistemin tıkandığı, siyasi ve ekonomik olarak yeni çıkış yollarının arandığı bu süreçte, ticaret savaşları ile kartlar yeniden karılıyor. Zira kaos döneminin henüz başındayız ve alınacak daha çok mesafenin olduğu ortadadır. Ayrıca, yaptırımların geçerli olmaması durumunda ise, sıcak çatışmaya girme riski de her zaman bulunuyor. Dolayısıyla, tarafların tam net olmadığı, kaygan bir zeminde ülkeler pozisyon almaya ve öngörüde bulunmaya çalışıyor.
Öte yandan, küresel güçler arasında başlayan ve şu an genele yayılan ticaret savaşları, ülkeler arasında ticaret anlaşması yapma gerekliliğini de beraberinde getiriyor. Son dönemde birçok ülke, ekonomilerini korumak ve en önemlisi yaptırımlar tehdidini bertaraf etmek amacıyla karşılıklı anlaşmalar yapıyor. Anlayacağınız, bu dönemin en popüler kavramları arasında “müzakere” yerini alacaktır. Nitekim bir adım ötesini hesaplayabilen, uzun dönemli strateji kurgulayabilen, kriz iletişimini iyi yönetebilen ve en önemlisi masada her daim eli güçlü olan ülkeler kazanacaktır.
ABD’nin özellikle Çin-Rusya eksenine karşı pozisyon aldığı bu dönemde, Türkiye, küresel güçler nezdinde, kendi pozisyonunu korumaya ve güçlendirmeye çalışıyor. Zira yakın coğrafyamızdaki ülkelerin de birer birer bölünmesi; diplomasiye, savunmaya ve ekonomiye odaklanmamızın gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Tam da bu noktada, ülke olarak, S-400’lere sahip olmak ne kadar önemli ise, buna karşın gelebilecek yaptırımların müzakere yoluyla giderilmeye çalışılması da bir o kadar önemlidir. Ayrıca, tüm dengeleri, tüm tarafları gözeten bir dış politika anlayışına eskisinden çok daha ihtiyacımız olduğu ortadadır. Dolayısıyla, bu dönemde diplomatların, stratejistlerin daha fazla mesai harcayacağı aşikârdır. Diğer taraftan, Kuzey Suriye’deki tehditlerin hâlihazırda devam ettiği ve Doğu Akdeniz’de suların gittikçe ısındığı bu süreçte, ülke olarak; kutuplaşmadan uzak durarak, birlik diliyle hareket etmemizin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu noktada, Doğu Akdeniz’de petrol, doğal gaz arama faaliyetlerimizin durdurulması amacıyla Avrupa Birliği’nin aldığı yaptırım kararlarına karşın, 18 Temmuz 2019 tarihinde, TBMM’de dört parti tarafından ortak bir bildirinin yayınlanması önemli ve anlamlıdır.
Yaşadığımız tüm bu karmaşalara çarpan etkisi yapan sosyal medya konusuna da kısaca değinecek olursak; özellikle son dönemde medya büyük bir dönüşüm içindedir. İnternet kullanıcıları geleneksel medya kullanımından gittikçe uzaklaşmakta olup, bilgi ve görüşleri edinmek için çok daha fazla sosyal medya kanallarını kullanıyor. Son istatistikler gösteriyor ki, internete erişen insan sayısı yaklaşık olarak, dört milyarın üzerinde. Bu da, dünya nüfusunun yüzde 56.8’ine denk geliyor (Internet World Stats, 2018). Ayrıca, Digital Global Overview (2018) raporuna göre, dünyada yaklaşık olarak, her dört kişiden birinin Facebook hesabı bulunuyor. Türkiye’de ise; Internet World Stats, 2018 verilerine göre; nüfusun yüzde 68.4’ü internete erişim sağlayabiliyor. Ülkemiz, internet kullanıcısı sıralamasında, Avrupa’da 5’inci sırada yer alıyor.
Bu bağlamda, internetin ve dolayısıyla sosyal medyanın bu denli yoğun kullanılması, dikkatlerin sosyal medya üzerinde toplanmasına yol açıyor. Öncelikle, sosyal medya, bireylerin duygusal deneyimlerini paylaşabildikleri bir platformdur. Bireylerin kişisel olarak, herhangi bir konuda olumsuz deneyimlerini sosyal medyada paylaşması, bir anda, kolektif olarak o konuya ilişkin olumsuz duyguları ortaya çıkartabilir. Bu noktada, sosyal medyanın olumlu konuları köpürtmesi hepimizi memnun ederken, olumsuz olayların genele yayılması da, sosyal medyada bir o kadar hızlı ve kolay oluyor. Dolayısıyla, sosyal medya ya da yeni medya, yaşanan bu kaos ortamında zeminin daha da kayganlaşmasına olanak sağlıyor.
Son olarak, gündemi belirleme konusunda, geleneksel medyaya göre, sosyal medyanın etkisinin hızla arttığı gözlemleniyor. Bu noktada, Trump’ın duyurularını geleneksel medya yerine öncelikle sosyal medyadan kamuoyuna iletmesi de sosyal medyanın gündemi belirlediğini gösteren somut bir örnektir. Anlaşılan, bu kaos ortamında, özellikle sosyal medya kanallarının gündemi belirlemesi hedefleniyor… Yalnız, bu noktada şöyle bir soru ile de karşı karşıyayız: güç dengesinin doğuya doğru kaydığı bu süreçte, özgürlüklerin azalacağı beklenirken, özgürlük kavramının sınırlarını zorlayan sosyal medya, önümüzdeki dönemde nasıl şekillenecek?
Anlaşılan, kaos döneminin dengeye ulaşması süreci birçok yeniliği, değişikliği de beraberinde getirecek. Hep birlikte yaşayıp, göreceğiz…
Devlet mevzuuna giriş|Sait Alioğlu
26.03.2024
SÖMÜRGECİLİKTEN KÜRESELLEŞMEYE |Noam Chomsky
24.03.2024
Seviyesiz siyasetin gölgesinde seçimler
24.03.2024
BU UTANÇ BİZ MÜSLÜMANLARINDIR|MUSTAFA DOĞU
26.03.2024
Süleyman Arslantaş ile Derkenar
14.03.2024
FİLİSTİN CEPHESİNDE NİLİ CASUSLARI
04.03.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024
EBU UBEYDE'NİN YALNIZLIĞI KADİR ÇİÇEK 24.03.2024
Çanakkale’den Gazze’ye AHMET SEMİH TORUN 21.03.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024